Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Eylül, 2010 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Kot taşlama işçisinin hukuk zaferi.

Zonguldak'ın Çaycuma ilçesinden 1995'de gittiği İstanbul'da Kadir ve Hacı Osman U'ya ait atölyede 17 yaşından itibaren kot taşlama (kumlama) işinde çalışan Yılmaz Dımbır (32), askerliği sırasında ara verdiği işini 2004'e kadar 7 yıl sürdürdü. Kot taşlamada kullanılan silisyum tozlarını uzunca süre solumasına bağlı 2001'de sağlığı bozulan Dımbır, kendisine konulan tüberküloz teşhisi doğrultusunda sosyal güvencesiz olduğundan kendi imkanlarıyla bir süre tedavi oldu. Hastalığın ilerlemesi üzerine 2004'te İstanbul'da kaldırıldığı hastanede rahatsızlığının tüberküloz değil, silisyum tozlarının solunmasından oluşan ''silikozis'' olduğu belirlenen Dımbır, işinden ayrılarak memleketine döndü.

Eski Uygarlıkların İnsanları

Pasolini'nin Pound'la buluştuğu bir nokta var: kapitalist sömürünün karşısına eski uygarlıkların çiğ â detlerini koymak ve mazlumla bizi en temel zeminde, yani insan unsurunda buluşturmak. Bu anlamda Pasolini'nin, Rumen kaluşari lerinden [ Medea ] Nijerya yerlilerine [ Bir Afrika Orestes'i İçin Notlar ] ya da Sana ahalisine [ Sana'nın Duvarları ] kadar çeşitli antik kültürleri taraması, sömürüye dayalı yeni düzenin iktidarlaşma önceliğini alaşağı etmeye çalışmasından başka bir şey de değil. Sessiz çoğunluğu anlamak, en üste konumlanmış hegemonik gücü kabullenmek değildir; bu iktidarlaşma isteğini sömürülenin â detleri ve alışkanlıklarıyla insanileştirmek, adeta yeniden kurmaktır. Pasolini, hızla sanayileşen İtalya'nın kültürünü müzelerde ya da tarih kitaplarında aramıyor. Roma İmparatorluğundan bu yana süregelen â detlerin, tabirlerin ya da yaşayışların ancak fakirin, toplumun kıyısına itilmişin çehresinden okunabileceği düşüncesinde, çünkü her zaman geleceğe

Kitap okuyarak mı popülist olacağız?

Turgut Özal 1920 Ankara'sının veya daha kötüsü 1860'ların Rusya'sının halkçılığına takılıp kalırsak evden sokağa çıkamayız, kimseye de zerre kadar faydamız dokunmaz. Popülizm bizler için bulunduğumuz yeri keşfetmenin ve o yeri yeniden icat etmenin bir yolu olmalı aynı zamanda. Kimlik politikaları tarafından yıldırılmış, ılıştırılmış, sindirilmiş orta sınıflara na-mensubiyetimizi kararlı bir şekilde ortaya koyduktan, bir başka deyişle kafa kaadımızın kimlik hanesini sahiden olduğumuz ve inandığımız esaslar (Müslümansa Müslüman, komünistse komünist) dışında boşaltarak, bizden başka kim var ve ne oluyor gibi daha ilişkisel, dolayısıyla ahlaki ve sonuç itibariyle hayati soruları teker teker sorup cevaplama aşamasında bize daima yardım edecek popülizm. Kim olduğumdan eminim zannedersin ama dünya çapında yapılan küçük bir ayarlama hayatını, hatta aklını alır. Sen de bana ne oldu der durursun. Yoksulluk görmesen de yoksun kılınabilirsin ve kendinden yoksunluk ise yoksulluktan daha

Ekmeği taştan çıkarmak.

Sultangazi'de bir taş ocağında meydana gelen göçükte, toprak altında kalan iş makinesi operatörü hayatını kaybetti. Alınan bilgiye göre, İkinci Cebeci Yolu'ndaki taş ocağında göçük meydana geldi. Olay sırasında çalışan Emin Kılıç (35) adlı operatör, iş makinesiyle birlikte toprak altında kaldı. Olay yerine itfaiye ve sağlık ekipleri sevk edilirken, yaklaşık 1.5 saatlik çalışma sonucu Kılıç'ın cesedine ulaşıldı. Kılıç'ın yakınları, itfaiyenin çalışması sırasında sinir krizi geçirdi. İki çocuk babası Emin Kılıç'ın cesedi, Sultangazi Lütfiye Nuri Burat Devlet Hastanesi morguna kaldırıldı. İş arkadaşları, göçük sırasında çalıştığı iş makinesiyle birlikte yaklaşık 40-50 metre yükseklikten kayan toprakla birlikte düşen Kılıç'ın, son anda araçtan atladığını, ancak kurtulmayı başaramadığını ifade ettiler.

Sanat mı insan mı?

Guernica Kasabası, Bask Bölgesi, İspanya. İspanyol milliyetçilerinin isteğiyle Alman ve İtalyan savaş uçaklarınca bombalandıktan sonraki gerçek haliyle. Picasso tablosu haliyle değil yani. Yaşayan insanları dışarıda bıraktığı zaman sanat korkutucu bir şeye dönüşüyor. Türkler tiyatroya, orkestra konserlerine, resim heykel sergilerine bir de bu yüzden gitmezler. Derin bir resim muhabbetim var ve Türk resmini de çok uzaktan da olsa (dergilerden, sergi kitapçıklarından, toplu değerlendirme kitaplarından) takip ederim. Gözüme çarpar demek daha doğru. Ama 39 yaşındayım ve okur yazarım, ama hayatım boyu resim veya heykel sergisine gitmedim. Estelasyonla konstelasyonu birbirinden ayıramam. Zevkim, inceliğim yahut anlayışım olmadığından değil, tam aksine gayet incelmiş bir resim algım var; muhtemelen ortamına yabancılığımdan. Resim heykel, klasik müzik caz cuz dendiği zaman halkı ve halkın okumuş çocuklarını oldukları hal içinde kabul etmeyen bir sosyal ortam var. Mustafa Kutlu'nun ressa

Tophane'de galeri saldırısı

ya da daha afili başlığıyla mahalle baskısından mülhem "mahalle baskını". Bütün haberlerde bu başlıkla verildi. Ne oldu ne bitti herkes takip edebilmiştir ama bu olay neredeyse halka hakaret etmek için bir mazeret oldu. Kaan isimli biri "Ben onlara üzülüyorum, çünkü onlardan daha iyi bir hayatım var" diyebiliyor. Ertesi gün düzenlenen basın toplantısında da sefaletin olduğu yerde bunların da olacağı belirtiliyor. Kendilerinin böyle rahatsızlık verici birşey yapamayacaklarını zira kendi ziyaretçilerinin "Türkiye’nin en elit kesimi" olduğunu hatırlatıyorlar. Cnntürk'e çıkan Antonio isimli bir başka vatandaş ise bu bölgede yaşayanlara arada derede kalmış insanlar diyor, eğitimsiz olduklarını ima ediyor. Tophane'de yaşayan gençlerden biri buna itiraz edince "Arkadaşı tenzih ederim tabii" diyor geçiştiriyor. Bir de böyle birşey var işte. Tenzih ederim. Teşekkür ederim. Burada da kalmıyor, gazetelerin yorum sayfalarında halk şöyle böyle, ayağın

Üçüncü yolun iki anlamı

1980'den önce "3. Yol" dendiği zaman ya sağ (kapitalizm, faşizm, Amerika) veya solun (sosyalizm, komünizm, Rusya) dışında üçüncü bir yol anlaşılırdı ya da belli bir siyasi topluluk içindeki hizipleşmede iki mevzi dışında üçüncü bir düşünce, davranış, grup. Türkiye İşçi Partisi'nde Mehmet Ali Aybar birinci, Sadun Aren ve Behice Boran ikinci yol kabul ediliyordu; iki gruptan olmayan ve farklı tespit veya önerileri olan, İdris Küçükömer gibilerse "3. Yol"dan söz ediyordu. 3. Yol kısaca iki katılaşmış mevzi arasında yeni bir manevra peşinde olmak demekti, ki mevzilerin katılığı ve insanı içine almazlığı karşısında az sayıda insana nefes alma, günlük siyasetin yönlendirmesi dışına çıkarak düşünme imkanı sağlıyordu, sağlaması umut ediliyordu. 3. Yolun, daha doğrusu 3. Yolların tüm topluma nefes aldırdığı durumlar veya dönemler de yok değildir. Mesela, her ne kadar Batı Blokuna mensup ve Doğu Blokuna karşı bir görünüm arz etse de, Soğuk Savaş dönemi Türkiye'si

Üçüncü bir yol yahut zokayı yutmak.

Düşüncelerinizi eğip bükmeden, uluorta söylediğinizde kaçınılmaz olarak birtakım tepkilerle karşılaşmaya başlıyorsunuz. Bunlardan en dikkat çekici olanı "Üçüncü bir yol yok mu?" sorusu. Günün trendi bu. Bu soruyu sorduğunuzda bir fikir sahibi olmanız ya da herhangi bir şey üzerine derinlemesine düşünmeniz gerekmiyor. "Empati", "öteki", "anlamak" türünden kelimeler, kendinizi toplumun bir parçası gibi hissetmenizi sağlıyor belki, ama zokayı yuttuğunuz anlamına da geliyor. Üstelik alelade bir zoka değil bu; bütün vücudunuzu, benliğinizi ele geçiren zehirli bir zoka. Bu soruyu soran insanlar genelde çoğulcu, çoğunlukçu bir tavır sergilediklerini zannediyorlar. "Herkesi kucaklamak, herkese yer açmak" okur yazarlığa bir şekilde bulaşmış insanlar içinde, aldatıcı bir söylem olarak filizlenmeye devam ediyor. İddiamız şudur: Bu sözümona hümanist tavır baştan ayağa püritendir. Kirlenmeyi daha doğrusu kirli görünmeyi göze alamayacak, güce bilinçl
Füsun Demirel Sarıyer Gürgensu Evleri’nde oturan oyuncu Füsun Demirel ile psikiyatrist Prof. Dr. Mansur Beyazyürek'in eşi Elif Beyazyürek mahkemelik oldu. Füsun Demirel, asıl suçlunun Elif Beyazyürek olduğunu öne sürerek kendini şöyle savundu: “Bahçemi suluyordum. Sitede dolaşan başıboş bir kedi bahçemin önünden geçti. Bunu gören komşum Elif Hanım, ‘Allah belanızı versin. Lanet olsun size. 500 bin dolarlık evi bin 500 TL’ye tutup gecekonduya çevirdiniz. Kalitemizi düşürdünüz. Cihangir’in arka sokaklarından gelip villada yaşamayı nerden bileceksiniz? Köpek kadın. Sapık hayvana benziyorsunuz’ diye bağırmaya başladı. Evinin önündeki fayans parçalarını alarak evime doğru fırlatmaya başladı. Daha sonra açık kalan suyu kapatmak için dışarı çıktığımda beni saçlarımdan tutarak, bahçe çitlerine fırlattı. ‘Sen gör birazdan erkek kardeşim gelince neler olacak’ diye tehdit etti. Korkumdan ikizleri de alıp kız kardeşimin evine sığındım. 2 gün korkudan eve gidemedim.”

Dışarıda İslamcı, içeride Kürtçü...

Selman Bayer, Alper Gencer gibilerin Afili Filintalar'da yazdıkları Filistin güzellemelerini okuyunca (aynı insanların üstü örtülü bir şekilde de olsa sünniliği inkar, amelde de itikatta da mezhepsizlik anlamı taşıyan soyut şiirleri, yazıları, daha da önemlisi Türk keferelerine çektikleri yağ ayrı konu) bugüne kadar tutarsız yürüyenin İslamcılar yahut bunların dava arkadaşı liberaller değil, benim gibi Müslüman komünistler, halkçılar, toplumcular olduğunu görüyorum. Hakan Albayrak dışarıda İslamcı, içeride azınlıkçı ve bu çocuklar da aynı yoldan gidiyor bugün. Sezai Karakoç da dışarıda İslamcı, mesela Suriye ve Mısır yönetimlerine karşı, İsrail'e karşı, içeride ise azınlıkçıydı. Bu, negritude diyebiliriz buna, İslamcılığı siyah şartına, yahut kartına bağlayan bir şey. Siyah olduğu için İslam, İslamcılık, müslümanlık. Yani başörtülülerin kendilerini Amerikalı siyah kadınlar gibi görmeleri tutarlıdır. Ben Müslümanlık bu memleketin temeli, binası ve çatısı şeklinde hadiseyi kaptığ

Neden halkçı değil popülist?

Yeni Destan yerine Neo-Epik dediğim gibi Halkçılık yerine Popülizm diyorum. Nasıl ki "yeni destan" akla "Yeni Türkü", "Çağdaş Türkü", "Yeni Bütün" gibi goşist çevreleri akla getirecek idiyse, Halkçılık terimi üzerinde de Kemalistlerin ipoteği var. Kelimeler uzayda var olmazlar, onları kullananlar şekillendirir ve anlamlandırır. Konuyu biraz bu yönden kurcalayınca popülizm teriminin dünyada gelmiş geçmiş bütün halkçılık türlerini yakınlaştıran bir terim, İngilizce de olsa İngiliz dili sınırlarıyla ilgisi olmayan bir terim olduğunu gördüm. Güncel siyasette ve sanat alanında sevmediğim adamlar başkalarını, genellikle halkın sempati duyduğu kişi, siyaset ve etkinlikleri popülist olmakla suçluyordu. Popülistin karalığı çarpıcıydı, popüler ve elitin aklığına karşı. Yarı şaka yarı ciddi, Fayrap'ın logosunun altına "Popülist edebiyat dergisi" yazdım. Bizi suçladıkları şeyi üstlendim yani. Neden popülizmle suçluyorlardı bizi? Çünkü biz kendi

Popülist kültür bildirisi

1. Popülist Kültür Hareketi, halklaşma önerisiyle yola çıkıyor. Biz bugün siyaset ve kültür ortamında birçok başka düşüncenin yaptığı ya da ileri sürdüğü gibi halk adına konuşmak iddiasında değiliz. Halk adına konuşma iddiasında bulunanlar, ideolojileri ne olursa olsun, kendileri ile halk arasına hiyerarşik bir mesafe koyarak başlıyorlar işe. Gidilecek yolu kendilerinin daha iyi bildiğini söylüyorlar. Bir eğitmen rolü üstleniyorlar. Bu da aslında halihazırda tecrübe ettiğimiz şekliyle devlet ile millet, kendilerini seçkin kabul edenlerle halk arasındaki ayrımın sürdürülmesi anlamına geliyor. Değişen sadece buna talip olanların kimliği oluyor. Popülist Kültür Hareketi, öncelikle bu ayrımı reddetmenin, bu oyunu terk etmenin gerektiğini söylüyor. Dolayısıyla bugün mevcut mevzilerden hiçbirini ele geçirmek ya da bunlardan kendimize pay biçmek için yola çıkmıyoruz. Kimsenin halk karşısında daha ayrıcalıklı bir yeri olduğunu

İyi ki doğdun Orhan Kemal (96. doğum yıldönümü)

Eşe dosta selam, İnandığım doğruların adamı oldum. Böyle yaşadım, karınca kararınca bu doğruların savaşını daha çok sanatımda yapmaya çalıştım. Kursağıma hakkım olmayan bir tek kuruş dahi girmemiştir. (Orhan Kemal ) Gerçek olan öğrenmektir. Nereden, nasıl öğrenirsen öğren. Nereden, nasıl öğrendiğin, diploman, hatta neler bildiğin de önemli değil. Ne yaptığın önemlidir. ( Arkadaş Islıkları , Orhan Kemal ) Güneyliydi Orhan Kemal, bereketli toprakların adamıydı. Yazıcılıkta gösterdiği yetenekle, diyelim bereketli güney topraklarının ürünlerine aracılık etseydi, büyük işletmelerinde ayak komisyonculuğu arasaydı çok değil 5-10 yıl içinde hem milyoner olurdu hem de güneyin örnek hemşehrilerinden sayılırdı. İşte Orhan Kemallerimiz'in ardından yaktığımız ağıtların, geçim yoksulluğu, iniltilerin kaynağı budur. Aslında Orhan Kemaller'in çok zengin kişilikleriyle bu yoksulluk hikayelerinin, gururla söylüyorum hiç, ama hiç mi hiç ilişiği, uzak-yakın ilintisi olamaz. (burada bilir bilmez y

Bir cambaz iki ipte oynamaz

Biliyorum, deyimin doğrusu şu tarz: "İki cambaz bir ipte oynamaz". Ne demek bu, demek ki hile yapmayı bilen ve birbirlerinin hilesini de bilen iki kişi karşı karşı geldiğinde mutlaka biri veya her ikisi için de problem çıkacaktır. Ama ben gene de bir cambaz iki ipte oynamaz diyorum. Bir göğüste iki kalp yaratmadık biz, der Kuranı Kerim. Yani annenizle karınız, kendi çocuklarınızla başkalarının çocukları sizin için aynı değerde değildir, karınız ve çocuklarınız size en yakındır. Bunu inkar etmeyin. Benim dediğim böyle bir şey değil. Daha ziyade, işle ilgili bir şey söylüyorum. İnsan hem savunmada hem hücumda olamaz. Hem zengin hem yoksul olamaz. Hem erkek hem dişi olamaz. Hem şair hem kalantor olamaz. Hem çok düzenli hem yaratıcı olamaz. Ve bu da işte başından beri benim en büyük problemim. İnsan hem güleryüzlü hem doğru sözlü olabilir. Bunu olamamak bizim kusurumuzdur. Hem görgülü hem bilgili olunabilir. Zordur ama mümkündür. Hem aşık hem sabırlı olmak da zor ama mümkün. Ama

Tütün kırmak

Tütün kırmak acayip bir iştir. Beliniz kırılır tütün kırarken, her iş gibi ustalık gerektirir, parmaklarınızı bir piyanist kadar kıvrak ve esnek kullanbilmeniz gerekir. Ama siyahtır tütün kıranların elleri, zift karası. Tütün bir zevk bitkisi, içeriz pofur pofur, methiyeler bile düzeriz, pofurdatılan duman üstüne. Acılarımızın en iyi tarifidir, panzehiridir. Acıyla dertle kederle en çok anılan bitkidir heralde tütün. Nasıl gelir sofralarınıza, ciğerlerinizin bayramını kimler hazırlar, hangi iklimde daha kaliteli tütün yetişir, hangisinde daha bol, kimdir tütünün asıl sahibi? Piyano çalan parmaklar kadar kırılgan mıdır tütün kıranların elleri, sanatçı duyarlılığına sahip midirler, feysbuktan tivitırdan fazıl say'a küfredebilirler mi? Fazıl Say bilir mi içtiği sigarayı hangi terli, nasırlı ellerin kırdığını? Tütün kırma, dizme, kurutma, balyalama mevsimi boyunca gece çardaklarda uyuyan kaç çocuğu yılanların soktuğunu? Pek sanmam. İşte bu yüzden gece bilgisayar karşısınd

Popülist Kültür, 18 Eylül saat 18:00'de Sultanahmet'te

Temmuz ayı itibariyle faaliyetlerine blog yayını olarak başlayan Popülist Kültür Hareketi, bir dizi olarak planladığı konuşmaların ilkini 18 Eylül 2010 Cumartesi günü saat 18:00'de Sultanahmet'te, Türkiye Yazarlar Birliği Kızlarağası Medresesinde gerçekleştirecek. "Popülizm: Halkın Siyaseti Siyasetin Halkı" üstbaşlığını taşıyan bu konuşma, bir tanıtım ve tanışma mahiyeti taşıyor. Program çerçevesinde Melek Arslanbenzer, Yunus Bilge Özdemir, Esma Güneş, Fazıl Baş, Orkun Elmacıgil, Ali Akyurt ve Ömer Faruk Yasin birer konuşma yapacaklar. İlgili herkesi bu konuşmaya bekliyoruz.

Ordu mensuplarının siyasi eğilimleri

Eskiden, çok eskiden de değil yakın zamana kadar cihet-i askeriye hakkında hiçbir fikrimiz yoktu. Ne yerler ne içerler, kimi sever kimden nefret ederler. Tek bildiğimiz İslamcılara hem gaz verip hem düşman listesinde bazen bir bazen iki numaraya İslamcıları yazdıklarıydı. Türk-İslam sentezi ve bone iyiydi de işte başörtüsü ve hakiki İslamcılık fenaydı. Bunun dışında ordu hakkında bildiğimiz fazla bir şey yoktu. 1998 senesinde Hakan Albayrak bana askerlerin Güneydoğuda emre göre köyün bütün kadınlarına tecavüz ettiklerini anlatmıştı. Mehmed'in Kitabı denen Fransız gizli servisince yazdırılmış kitapta mı anlatılıyordu, Hakan birinden mi duymuştu bilmiyorum. Bunun doğruluğuna dair hiçbir delil yok oysa. Bir kıza tecavüz eden erlerin tespiti için terhis olmuş 250 askerin sorgulandığını biliyorum sadece. Asker kızı almak istemiş, kız da varmam demiş. Karakola çekip arkadaşlarıyla birlikte tecavüz etmişler. Aile mahkemeye başvurunca kovuşturma başlıyor vesaire. Bir tek kızın başına gele

1999 Marmara Depremi

Ip Man 2 neden görülmeli?

Ip Man 2, bizce birincisinden önde bir film. Bir Çin dövüş tekniği olan Wing Tsun Usta Yip Man öğretisiyle sanat katına yükseliyor. Bunda Usta Yip Man'in dövüş ahlakı etkili oluyor bizce. Dövüş ahlakı derken eldeki gücü zulüm aracı olarak kullanmamayı, güce teslim olup kibirlenmemeyi kastediyoruz. Öğrencisi soruyor Yip Man'e: Usta on kişiyle dövüşebilir misin? Dövüşmemek daha iyi, diye cevaplıyor Yip Man öğrencisini. Ahlak, Yip Man öğretisiyle birleşince yaygınlaşıyor Wing Tsun tekniği. Film merkeze aldığı bu konuyla çarpıcı bir finale doğru ilerliyor. Yip Man 2 neden görülmeli sorumuzun cevabını final bölümü veriyor. Bir boks maçı sırasında Kung-fu okulu öğrencileri gösterilerini sunarken İngiliz boksör ringe girer, eğlenelim biraz, diyerek öğrencilere sataşır, gövde gösterisi yapar. Ustalar boksörle öğrencileri ayırmak için girerler ringe, öğrencilerini alırlar. Meseleyi basına açıklamaya gelince iş, İngiliz yetkililer ve boksör başka türlü konuşurlar. Boksör bir Kung-fu usta

Karadeniz’in ekmeği: fındık işçiliği

Ağustosun başlarında günler sıcak ve bilindiği üzre uzundu. Fındık mevsimi önceki iki senedir olduğu gibi bu sene de Ramazan’a tesadüf edecekti. Bazımız, uzun, sıcak günler Ramazan’la birleşeceği için işimizin zor olacağını düşünüyorduk. Allah bir kolaylık verecekti elbet. Fındık toplamaya başladığımız günlerde serinleyen hava iş bitinceye kadar aynı şekilde seyretti. Oruçlu olmadığımız zamanların aksine sanki daha iyi çalışıyorduk ya da bana öyle geliyordu. Normalde zordur fındık işçiliği. Sabahın altısında, yedisinde girilir bahçeye, iftara yakın saatlere kadar çalışılır. Günler uzun, havalar sıcaksa en büyük derdiniz susuzluktur. Sıcak günlerin ikinci büyük sorunu fındık bahçesinin kendine mahsus tozudur. İllet eder adamı. Yağışlı bir günde ya da günü takiben topluyorsanız sırtınızdan aşağı akan damlalar, elinize yapışan sülükler uyuz eder sizi. Hepsinden önce on saatten fazla bir zamanı ayakta geçirmeyi söylemeliydim.

Aziz Mahmud Hüdayi Yemekhanesi

Aziz Mahmud Hüdayi yemekhanesinden bahsederken Üsküdar diyerek söze girecektim; ama zaten yerlisi olmayan biri olarak, iki yıldan sonra, pek söyleyecek bir şeyim yok. Üsküdar’da geleneksel sanatlarla uğraşan zengin İslami camia çocuklarından, Kız Kulesi-Kızlarağası Medresesi-Taksim hattında salınan etkinlikçi ve haberci tiplerden, akademisyen sitelerinde oturan Çengelköy-İSAM hattındaki ilahiyatçı ve sosyalbilimcilerden başka pek bir şey görünmüyor. Bu çevrelerdeki faaliyetlere de nihai olarak bir seçkincilik hakim. Halkın kavramakta zorlanacağı konuları tartıştıklarını düşünen, etrafında bir kitleyi hissetmekten kaçınan, topluma değil kendi kafasındaki siyasete ve “öncülük” fikrine, kurumlarının ekonomi politikasına göre konumlanan kişiler, mutasavvıfların bir cümlesiyle bütün hadiseleri tanımlama hikmetindeki ağabeyler, onların geleneksel sanat ürünlerine ve Sezai Karakoç mısralarına 3 ton anlam yükleyen kardeşleri, vesaire. Kabaca; doktrinsiz, siyasetsiz, kültür ve bilgi açısından