Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Ekim, 2010 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Dernek kuruyoruz

Mekan sorununu çözmek için birkaç haftadır uğraşıyoruz. Ya çatlak bir ev sahibi çıkıyor karşımıza, ya aç gözlü bir emlakçı. Üsküdar Halk Caddesinde bir yer tuttuk, üst kat komşular problem çıkardı. Bir yere kontrat yapmaya gittik, mal sahibi küçük kızını verir edalarda yok dedi. Başka bir yere niyetlendik, kirayı artırmaya kalktılar. Mekan olayı hallolur, duyuru yaparız, Kasım ayında etkinliklerimiz boy gösterir diye düşünüyorduk. Plandan bir ay kadar gerideyiz, ama sağlık olsun. Kovalamaca devam ediyor bu arada. En son baktığımız yer, Mecidiyeköy'de çıtı pıtı bir ofis. Tek parça, 35 metre kare kadar, evinizin salonu kadar yani, küçük bir mutfak tertibatı ile birlikte ofis içi küçük bir tuvalet. İşyeri olduğu için resmiyet açısından bir kusuru yok. En azından bildiğimiz kadarıyla. Dernek kurmak için önce çevreye rahatsızlık vermeyeceğinizi, sonra da yangın çıkarsa insanları tahliye edebileceğinizi garanti etmeniz gerekiyor. En geç IV. Murat'tan beri devleti aliyye, insanların t

Kim kiracı, kim ev sahibi?

Toplam hane halkı: 15.070.093 Ev sahibi: 10.290.843 Kiracı: 3.604.367 Lojmanda oturan: 310.347 Ev sahibi değil ama kira ödemeyen: 730.065 Diğer: 125.452 Bilinmeyen: 9.019 Bu sayıları 5 ile çarpmak gerekiyor, nüfus sayısına ulaşmak için. Yani 1.5 milyon insan lojmanda oturuyor, 18 milyon insan kirada oturuyor anlamına geliyor bu istatistik. Tabii istatistik yanlış değildir ama doğruyu da söylemez. 30 yaşına hatta daha sonrasına kadar ailesinin yanında yaşamak zorunda kalan insanlardan söz etmiyor mesela istatistik. Zaten sahiplerinin oturduğu 10 milyon hanenin 5 milyonu köy evi, geri kalan 5 milyonun azımsanamayacak bir kısmı da gecekondudur. Şehirlere inildikçe ve semtlerin profili yükseldikçe ev sahipliği oranı kiracılığa göre düşer. Bundan önemlisi, ev sahiplerinin yani kendi evlerinde oturanların gerçek gelir seviyesidir. İki değişkenli bir grafik çıkarıldığında "ev sahipliği" kavramı yerine oturur. Ev sahibi olmak modern anlamda değil Türkiye'de. Nüfusun çoğu

Kişi olmadan kişisel olmak

Hep anlattığım bir hikaye vardır. ODTÜ'de Atatürk matatürk tartışıyoruz. Yaklaşık 60 tane Kemalist öğrenci bir tarafta, karşılarında ben. Ben başka bir şeyi anlatmak için Atatürk dedim Balıkesir'de hutbe vererek halkı savaşa çağırdı. Yüzünü asla unutmayacağım bir kızcağız, gardiyanım gibi gelmişti çünkü, akıl aptallığın hapsindedir, "Hayır, hiç de bile, o senin görüşün!" deyince ben nerdeydim diye düşünmeye başladım. Hayır o yanlış bilgi, demiyordu çünkü babası anasını görmüş, bu olmuş, anaokuluna ilkokula orta okula liseye gitmiş ve çok çalışarak (üniversitelerden -mübarek İstanbul Üniversitesi hariç- nefret etmemin 338 nedeninden biri de gün 24 saat "Hımm, ben çok çalıştım! Hımm, ben çok çalıştım!" şeklinde duran ve bakan kız öğrencilerdir) ve nihayet ve çok şükür ODTÜ'nün İşletme bölümünü kazanmış (ve haliyle mezuniyetten sonra bir bankanın Kurumsal Pazarlama Direktörünün altında filan çalışacak -yok hayır, altında derken pozisyon olarak söyledim) kof

Halkçı, hamleci, hesaplı ol! Mustafa Özel

Halkçı olun! Halkçılık bizde hep siyasal bir akım olarak algılana gelmiştir. Oysa gerçek halkçılık ekonomik alanda olandır. Halkı doyurmalıyız. Gözünü doyurmalıyız. Gönlünü doyurmalıyız. Aklını, fikrini doyurmalıyız. Halk kimdir? Öyle uzakta aramayalım: Müşterimizdir, çalışanımızdır, tedarikçimizdir. Bunların hepsine karşı halkçı olalım. Onları sadece bisküvi ve gofretle değil, hizmetimizle doyuralım. Güler yüzümüzle, tatlı dilimizle doyuralım. İlk doyurmamız gereken patronumuz, yani müşteridir. Müşteriyi ne kadar kollarsak, o kadar gönlüne gireriz. Levni 'nin şu dizelerini hatırlayacaksınız: Kıyma müşteriye az al fâide Alan da satandan umar demişler.

Gerçek Amerikan bayrağı

Bir hıncın filmi: Nefes

Levent Semerci, Nefes diye bir film çekti ve ajitatif fragmanı nedeniyle genellikle milliyetçi hissiyatı olan insanlar film daha çıkmadan filmi bağrına bastı. Göstere göstere faşist film mi yaptırıyorlar diye düşünürken, yani devletten birileri, dün akşam Fox TV'de filmin bir kopyasını seyrettim ve fragmanıyla filmin kendisi arasında çok derin bir fark olduğunu gördüm. Basit bir ticari hile mi yapmıştı Levent Semerci, filmini çok sattırmak için? Yoksa bir istihbarat servisi mi dürtmüştü arkadan? Ben bunları filmden haliyle daha ilginç buluyorum. Dersim hadisesinde mağdur olmuş bir ailenin torunuymuş, ağabeyi (en az kardeşi kadar ajitatif ve karışık) yazar Yavuz Semerci gibi. Nefes filmi kim tarafından yaptırıldı? Bu bir soru. Birliktelik, var olma, hayatta kalma ve birlikte olduklarımız hayatta kalsın diye ortak değerler adına hayatını ortaya koyabilme cehdi gibi inanç ve mefhumlarımıza saldıran bir filmdir. Bir hıncın, artık nedenini kaybetmiş bir öfkenin filmidir. Saldırı tek yön

Milli Savaş Hikayeleri

Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Milli Savaş Hikayeleri'nde 1914-1924 yılları arasında yaşanan Milli Mücadele günlerinde gerçekleşen bazı trajedik olayları okuyuculara aktarıyor. Milli Mücadele Dönemi Türk halkı için bir kahramanlık ve ıstırap dönemi olmuştur.  Yazar da bunu eserinde ustaca ele almış olduğu olay ve hikayelerle sade ve açık bir şekilde okuyuculara iletiyor. Yazar genelde  Ege bölgesinde meydana gelen olayları ele alıyor.  Özellikle,  Türk tarihi için büyük bir felaket olan güzel İzmir’in işgali ve düşman kuvvetlerinin buradaki halka yapmış oldukları zulüm ve hakaretler büyük bir yer alıyor yazarın “Milli Savaş Hikayeleri” adlı eserinde. Bu işgaller karşısında çaresiz kalan halıkın aciz durumu da tüm açıklığıyla ortaya konuluyor. Kitapta bulunan    bazı hikayelerde de Yunan kuvvetlerinin Batı Anadolu’yu işgali sırasında yerli halka  yapmış oldukları insanlık dışı işkenceler tanıklarıyla belirtiliyor.

Panel: İktisat Felsefesi

PANEL: NİÇİN İKTİSAT FELSEFESİ ? OTURUM BAŞKANI: GÜLTEN KAZGAN KATILIMCILAR: DİNÇ ALADA, ... 16 EKİM 2010 CUMARTESİ SAAT:16:00 İKTİSAT FAKÜLTESİ MEZUNLARI CEMİYETİ SALONU ADRES: İ.Ü. İKTİSAT FAKÜLTESİ MEZUNLARI CEMİYETİ İSTİKLAL CD. AYHAN IŞIK SK. BEYOĞLU / İSTANBUL (sokağa girildiğinde görülüyormuş)

Fındık kırma makinesine eteğini kaptırdı, öldü

DÜZCE’nin Akçakoca İlçesi’nde fındık kırma makinesine eteğini kaptıran 20 yaşındaki Ayşegül Barbak parçalanarak öldü. Olay saat 11.00 sıralarında, Akçakoca’nın Doğancılar Köyü’nde bulunan bir fındık kırma fabrikasında meydana geldi. Makinist yardımcısı olarak fabrikada çalışan Ayşegül Barbak, fındık makinesinin etrafını süpürürken eteğini makineye kaptırdı. Eteğinin kurtarmak için eğilen Ayşegül Barbak eşarbını da makineye kaptırdı. Makinenin içerisine giren iki bacağı ve kolu kopan, başı ezilen Ayşegül Barbak olay yerinde yaşamını yitirdi. Mesai arkadaşları makinenin bulunduğu ikinci kata çıktıklarında Ayşegül Barbak’ın parçalanmış cesedini görerek polise haber verdi.

Gavurun Ekmeğine Yerli Malı Yağ

Namaz gönüllüleri diye birşey var. Onu konuşuyoruz üniversite öğrencileriyle. Kantindeyiz. Televizyonda da Fatmagül var. Neyse... Söz söylemeye fırsat bulan herkes "halkımız cahil böyle şeylere ihtiyaç var" türünden şeyler söylüyor. Yine başka bir yerde başka insanlarla Trt Şeş denilen şeyi konuşuyoruz. Yine aynı şeyler... Okuma yazma bilmeyen Kürtler kandırılıyormuş da bu kanal devletin işlediklerini dosdoğru anlatıyormuş. İki meselede de halkın cahilliğine vurgu var. Önce birincisi bakalım, namaz gönüllüsü olmak nasıl birşey ben anlayamıyorum mesela. Sonuçta ramazan ayında televizyonda inşallah maşallah diye diye bir program yapıyorsun ve programın bir yerinde "evet efendim şimdi bir aramız var, malum reklam berekettir" diyebiliyorsun. Bu anlayıştaki insan, program boyunca anlattığı dinin reklama izin verdiğini, böylelikle yücelik gösterdiğini söylemiş oluyor. Halbuki reklam sayesinde, o cümleyi kurmaya mecbur bırakılması ve buna boyun eğmesi sayesinde o koltukta

Doğu ve Batı Ayrımı

Cemil Meriç Bu Ülke 'de sağ ve sol arasındaki ayrımın anlamsızlığına işaret eder: büyük bir politik pastanın çeşitli tavırlar arasındaki ikili ayrımından ibarettir sağ ve sol garabeti, çünkü bir fikir öne sürebilmek için insanın herhangi bir tarafa meyl etmesi sadece saf bir fizik kuralından ibaret değil, kendini güvende hissedebileceği diğer beyinlerin buluştuğu ikili bir platformdur bu, küçük ayrılıkları bütünleştirir ve bu da insan fikrinin hiçbir zaman delemeyeceği bir akıbeti, ikili fikir zıtlığını getirecektir. Ne yaparsak yapalım, bir kısa bir de uzun var. Beyin algısının üstesinden gelemediği bir görüş hastalığı ikili düşünme. Küçük ve büyük, iyi ya da kötü, bu ikilikler elbette daha da uzatılabilir. Sonuç olarak insan algısının maddeyi bir yerinden kavraması gerekiyor ve bu maddenin tasnifi için, bir yerinden tutup kavramlaştırabilmemiz ya da adlandırabilmemiz için de bir nokta seçmemiz gerekiyor. İşte bu nokta, diyalektik düşüncenin başladığı noktadır; anlamlandırabilmek

Sokak Siyaseti

Asef Bayat, Sokak Siyaseti ’nde 1977’den 1990’lı yılların başına kadarki İran Devrimi (1979) sürecini sıradan insan açısından değerlendiriyor. Kitap, konvansiyonel sosyal bilim kavramlarının eleştirel olmayan bir uygulaması olmadığı gibi Batılı Oryantalist bir bakışa da sahip değil. Yazar konusunu yeni, yerli bir bakış ve üslupla sunuyor. Önerdiği yeni kavramlar tanımlayıcı ve meselenin daha net anlaşılmasını sağlıyor. Sıradanın sessiz tecavüzü, sokak siyaseti, gayri resmi siyaset, gündelik direniş kavramlarını anlamak çok da sosyolojik bir birikim gerektirmiyor mesela. Akademik kuruluğa, kavramlaştırmaya teslim olmamış. Kitabın önemini hafifsediğimiz manasına alınmazsa, ortalama okuyucunun anlayabileceği bir kitap diyebiliriz. Gerçek anlamda İran’daki yoksul halk hareketlerini, bunların faillerini belirleme, anlama, anlatma çabasıyla onu popülist kitaplar rafına koyuyoruz. Bayat’a göre, sıradan insanın hayatta kalma ve daha iyi bir yaşama ulaşma çabası, onu zamanla siyasi bir aktör ko

İki harita, tek kavram: Kültür savaşı

Birinci harita 12 Eylül 2010 Referandumunda çoğunlukla Evet ya da Hayır oyu veren illerimiz görünüyor. İkinci haritada 2004 Amerikan seçimlerinde Demokratkara veya Cumhuriyetçilere daha çok oy veren il ve eyaletler. Her iki haritanın birçok ortak tarafı var. Başka ayrıntıları konuşmak için taşınayım, F klavye bulayım konuşuruz...

Yaşatmak için yaşamak

My Sister's Keeper (Kız Kardeşimin Hikayesi) baş rolünü Cameron Diaz'ın oynadığı 2009 yapımı bir film. Jeremy Leven'in aynı adlı romanından uyarlanmış. Filmi, konusu ve konunun başarılı işlenişiyle söz konusu ediyoruz. Sara (Cameron Diaz), çocukluğundan beri lösemili olan kızını yaşatmak için ne gerekiyorsa yapmaya hazırdır, yapar. Kızını yaşatmak, yaşama amacı olmuştur. Doktorun önerisiyle genleri, lösemili kızı Kate'in genleriyle uyumlu olacak şekilde bir çocuk sahibi olur. Anna, ablasını yaşatmak için dünyaya gelen bir çocuktur, bunu bilerek yaşar. Kanından, kemik iliğinden ve başkaca vücudundan ablası için faydalanılır. (Bu noktada Yaşamak İçin (Alive) adlı film akla geliyor. Bir grup rugby oyuncusu yolculuk ettikleri uçağın Ant Dağları üzerinde düşmesinden sonra sağ kalanlar yaşamak için ölü arkadaşlarının etini yemek zorunda kalırlar, henüz sağ olanların bazısı öldüklerinde arkadaşlarına etini yiyebileceklerini söyler.) Kate, aklı erdiğinden beri öleceğini sezmekt