Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Şubat, 2011 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Bu şiiri kaç senesinde yazdım?

Bin dokuz yüz doksan dokuz -Marmara depremi- geldi aklıma. Bir de İsmet Özel’in şiir okuyuşu. Suratına vuruyor sanki, azarlıyor: Binn! Dokuz yüz altmış yedi! Evet, İsyan. Bir şiiri kaç senesinde yazdığını insan kendisine sormalı. Göründüğü kadar basit bir soru değil çünkü. Tanpınar’ı düşünelim ya da Necip Fazıl’ı. Mesela Takvimdeki Deniz şiirinin kaç senesinde yazıldığının bir önemi var mı? Bilsek ne olur, bilmesek ne olur. Bu konu şiirin siyasetiyle alakalı. Ya da şöyle, bir şiirin siyasi olup olmamasıyla. Yine başka bir örnek, Haydi Abbas vakit tamam şeklinde başlayan şiiri Tarancı’nın kaç senesinde yazdığını lutfedip merak etmiyorsak, bunun sebebi klişedir, retoriktir, soyuttur. Ne derseniz deyin.

Erbakan öldü, Kaddafi direniyor

Denktaş görevi devretti, Humeyni öleli 20 seneyi geçti, Kastro yaşayan ölü dense yeridir. 1971'li değilseniz bu adamları hep beraber neden andığımı hemen anlamayabilirsiniz. 1960'ların ikinci yarısından itibaren dünya sistemine kafa tutan bir avuç adam vardı. Bu adamlar iki kutuplu dünya sistemi içindeki denklem bozukluğunu keşfetmiş adamlardı. Liberallerle sosyalistler arasında bölüşülmüş bir dünyada anahtar rolü oynamayı denediler. Yüzlerce, binlerce benzerleri de vardı tabii. Sadece Lübnan'da anahtar rolü oynamaya çalışan yüzlerce örgüt var. Büyük davası olan küçük partiler ve gruplar Türkiye'de de vardı. Benim saydığım isimler yaşım dolayısıyla çocukluğumda bir ortak pozda görmeye alışık olduğum adamların isimleridir. Türkiye o zaman 40-45 milyon nüfuslu, kişi başına düşen milli geliri bin doları bulmayan küçük bir ülkeydi. Ama hemen hemen bütün partilerin ortak sloganı, Türkiye'yi büyütmekti. Enflasyon nasıl dizginlenir, ordu nasıl güçlendirilir, geniş halk yığ

Kütüphaneci Notları 1

Kim demiş en çok okunan y azarların Orhan Pamuk, Elif Şafak veya Ahmet Ümit olduğunu? Tabii ki satış miktarları. Güya o nların kitapları çok satıyormuş ve çok okunuyormuş. Geleceğin zihniyetini bu isimler kuruyormuş. Televizyonlara, gazetelere ve baskı sayılarına bakarsak, bu söylenenlere inanmamak e lde değil. Gerçekten de çok satıyorlar ve çok okunuyorlar. Gazetelerde, televizyonlarda ve bazı sermaye dergilerinde bu isimlerden geçilmiyor. Her halükarda isimlerinden söz ettirmeyi başarıyorlar. En büyük yetenekleri bu zaten: kendilerinden söz ettirmek. Destekçileri şakşakçıları da çok. Zaten sürekli yapmaya çalıştıkları da saf insanları, az okumuş ama çok bilmiş cahilleri kitaplarının çok satıldığına, çok okunduğuna inandırmak. Ah buna insanlar bir inandığında onların kitapları daha da çok satacak.

Biz ve onlar.

içlerinden geçenleri anlıyorduk, söylemediklerini. yolsulsunuz, iğrençsiniz, diyorlardı, ne giysiniz var dolabınızda, ne iki türlü yemeğiniz, ne de paranız, sevginize karnımız tok, özgürlükse özgürlük bizim için. sırıtmaya bile gerek duymadan arkalarını dönüyorlar soframıza. oysa biz alın terimizi bölüşürüz, yağma ve haraç bilmeyiz. tütünü öküz için icat ettik, çift sürerken bir cıgara içimi dinlensin diye. öküz bizsek, hani soluk alacak vakit nerde! bu yüzden hor bakıyorlar bize, kanımızı içtiklerinden. bencillik en büyük bereket onlara, beylikleriyse en büyük dolap. Oktay Rifat, Çobanıl Şiirler, Temmuz 1983, Adam y., s. 172

Nihayet Diyet

Biliyorsunuz bir buçuk ay önce Popülist Sinema programına başladık. Bugün Lütfi Akad'ın üçlemesinin son filmi Diyet 'i izleyeceğiz. Fayrap'ın kapaklarından da biriydi Diyet filminin afişi. Üçleme bugün bittiği için Lütfi Akad ve bu üçleme hakkında genel bir değerlendirme, tartışma yapmak istiyoruz. Daha dışarı çıkan, dört duvardan da beyazperdeden de dışarı çıkan şeyleri konuşabiliriz bu film vesilesiyle. Göç meselesini konuşabiliriz mesela. Hatta bunu konuşalım. Diye t'i izleyelim. Gelin, Düğün, Diyet 'i konuşalım, göç meselesini, Lütfi Akad'ı, derdini, derdimizi. Bugün (24 Şubat, Cuma) 18.00'da dernekte.

Psikolpaloji ve psikolpacılar

Son karıştırdığım dergilerin hepsinde, gazetelerde, gözüme ilişen yazılarda, orada, burada, şurada, durmadan ve durmadan hayatımızın iğdiş edildiğini görüyorum. Yetmiş milyon psikolog okullarından mezun olup salya sümük gazete ve dergileri doldurmuş böğüre böğüre öğrendiklerini kusuyorlar. Her hareketimize, her sıkıntımıza, her küfür etmemize, hatta osurmamıza bile bilimsel cümlelerle mukabele ediyorlar. Psikoloji iyileştirmesi, sakinleştirmesi gereken bir bilimken korkutmaya saptırmaya ve dürtmeye yarıyor. Bizim ev genelde sakin ve huzurlu bir evdir. Elbette türlü türlü dertlerimiz olur ama bunların üstesinden kaba kuvvetle geliriz. Ama sülalemizde birçok ailede, özellikle zengin ailelerde, birçok problem var. Çünkü onların evlerinde “aman çocukların psikolojisi bozulmasın” diye bir deyiş var. Çok inceler. Ah nasıl inceler bilemezsiniz. Çocuklarının istediklerini alamadığı zaman hasta olan anneler, çocuk küstüğü ağladığı keyifsiz olduğu zaman paniğe kapılan babalar…

İnternet şiirleri 1: Ortadoğu için devrim marşı

Gayrisafi milli hasıla istemeseydi ortadoğu konuya girmeyecektim Durmayacak çünkü ibneler biliyorum insan hakları diyecekler Demokrasi diyecekler hukuk devleti serbest pazar gayrisafi İşte yine oldu aynı şey hep oluyor gayrisafi oluyor milli hasıla oluyor Buraya kadar birşey yok ama gayrisafi diyecekler biliyorum korkuyorum Korkuyorum gayrisafi dedimmi eren safi de diyebilir an meselesi Onu da isteyecek ben de tamam diyeceğim ama dur bakalım üç tane sorum var Üçü bırak bir sorum bile yok bunun karşısında kameralar çekiyor çünkü kablolar çekiliyor Sular çekiliyor ortadoğuda oh ne güzel; otuzbir çekiyor dünya müslümanları bunun karşısında Ben de çekerim öyle, ne güzel el cezirenin karşısında ne güzel cnnin msnbcnin Bu pornodan da bilet kesenden de ışık tutandan da üst üste o kadar gece hem de meydanda hem de tahrirmiş adı

Devrim endeksleri

Sosyalist kardeşim Emre Özçelik , Dünya Bankası yönetişim endeks puanlarını gözden geçirerek, Tunus ve Mısır'dan çok daha kötü yönetilen ülkelerde devrim olmadığı halde neden bu ülkelerde devrim oluyor diye soruyor ve cevaplamıyor. Liberallerin baskıcı yönetimin buna neden olduğu tezini yine liberal bir endeksle çürütüyor. Tunus ve Mısır'ı anlamak gerçekten zor. İran devrimi, hatta Rusya devrimi için de benzeri şeyler söylenebilir. Devrimin belli şartlar karşısında tarihsel bir zorunluluk olduğunu düşündüğümüzde elbette böyle bir problem çıkıyor karşımıza. Marksistçe düşündüğümüzde yani az çok. Ben tabii ki Marksistçe düşünmüyorum ve başka şeylere dikkat ediyorum. Devrim ne kadar özgün, mesela, buna bakıyorum. Tahrir Meydanını işgal, Mısır ordusunun müdahalesizliği, ama pozisyonunu koruması, dikkatleri İran ve Türkiye'ye çeviriyor. Meşrutiyet ve Cumhuriyet nasıl olmuş, çok partili hayata nasıl geçilmiş, sonraki askeri darbelerden ne haber? Hangisi devrim, hangisi karşı devr

Hikaye atölyesi

Önceki ay çıkan hikaye kitapları ve dergilerde yayımlanan hikayeler üzerinden gerçekleştirilecek atölye çalışmasının hikaye konusunda yeni bir kapı aralayacağını düşünüyoruz. En azından bizim gayretimiz bu yönde olacak. Hikayeyle ilgilenen, okuyan, yazan arkadaşların katılımını bekliyoruz. Hikaye editörümüz Nurcan Toprak ve Fayrap yazarlarından Emine Akyurt'un yürüteceği bu atölye çalışması herkese açıktır. 22 Şubat Salı 18:30

Popülist sosyoloji

"Popülist sosyoloji tartışmaları"nın geçen haftaki toplantısını çok çeşitli nedenlerle gerçekleştiremedik. 25 Şubat Cuma günü akşamı altı buçukta, Türkiye'de sosyoloji yapmanın, başka bir deyişle Türkiye'de yaşayan insanları tanımanın imkanları üzerine kafa yoran herkesi bekleriz. Bu toplantıda tartışmayı, geçen toplantıda konuştuğumuz ve daha önce blogda duyurduğumuz gibi, Doğan Ergun'un Türk Bireyi Kuramına Giriş kitabından hareketle yürüteceğiz.

Mahallemi özledim. Ümit Aktaş

Sokağa çıktığım anda, ne ardımda bıraktığım apartman ve tanımadığım komşularım benim için bir anlam ifade ediyor, ne de şehrin vahşi sokaklarında yüzlerine bakmaya, dahası bir selam vermeye cesaret edemediğim o uzak insanlar. (Selam vermeyi) denemedim değil, denedim; ama her denememde başka bir hoşnutsuzlukla, hayâl kırıklığı ile karşılaştım. O zaman ben de benzerim olan tüm içine kapanmış şehirliler gibi çareyi önüme bakarak yürümekte ve modernizmin alfabesini, daha doğrusu şiirini yazmış olan Baudlaire gibi, bakışlarımı bulabildiğim boşluklara çevirerek, şehrin bu “iğrenç kalabalığı”ndan (Baudlaire, İçe Kapanış) kaçınmakta buldum.

Dilencilik meslektir. Korkut Tuna

Sempozyumdaki konuşmanızda dilenciliğin bir kent sorunu olduğunu söylüyorsunuz. Öncelikle tarihsel algıda dilencilik bir sorun mudur?  Belki de bu tarz yaşam biçimini seçmiş insanların toplum içinde ancak bu ilişkilerle var olabildikleri çerçevesinde bakıp sayılarının çok arttığını görürsek, o zaman bir sorundan bahsedebiliriz. Ama benim görüşüm, dilenciliğin bir tür yaşam biçimi gibi, adeta bir meslek gibi kabul edilmesidir. Yani bu insanlar öyle veya böyle bir baltaya sap olamamış olabiliyorlar. Fakat bir yerden sonra hayatta kalabilme veya yaşantılarını sürdürebilme biçimini elde ediyorlar. Dilencilik, onların bir şekilde kendilerini yeniden üretmelerine izin veriyor.  

Sokağın nabzı. Larousse

bir süredir star ana haber'in pek sevilen bir bölümü haline geldi. izlemeyenler için de kısaca özetlemek gerekirse, yoldan gecenlere gündemle ilgili, ya da eski yeni siyasetçilerin isim ve görevleriyle ilgili, devlet kurumlarının isimleri ve ne olduklarıyla ilgili muhtelif sorulardan oluşan bölümü oluşturuyor. alt metnini ise halkın olan bitene duyarsızlığı, ilgisizliği, korkunç (!) cehaleti oluşturuyor. ya, ne çok yaratıcı. o kadar yaratıcı ki haber içersindeki bu röportajlar, emin çölaşan'ın da dikkatini çekmiş, akp'nin aldığı oy oranının faturasının da hesabı, bu gibi durumlara hemen kesilmiş. söyleyelim, yeni olan bir şey olmadığı gibi, yine belirli kibirlerin ötesine gecemeyen siyasal algının da kendi kendini tatmininden de öte bir durum yok ortada. işin enterasan kısmı ise, söylenmek istenenleri söylemek için bu kadar dolambaçlı yol secmek ve bunun, orijinal bir durum, habercilik olduğunu zannetmek. bu haberi orijinal bulmakla, ülkedeki anti demokratik durumu, '&#

Kaddafi'ye Açık Mektup. Hakan Albayrak

Rejimi değiştirmek için ayağa kalkan Libyalılara "karşı devrimci" diyorsun. "Devrimciler yenilmez" diye kükreyerek halkına kurşun yağdırıyorsun. Anlı şanlı "Halk İktidarı" halkı katliamdan geçiriyor!  Cemahiriye, öyle mi? Halk iktidarı, ha? Her yere artistik resimlerini astırıp halktan seni ululamalarını isteyeceksin, en ufak bir eleştiriye dahî tahammül edemeyip sana yan baktığından şüphelendiğin herkesi zindana tıkacaksın, sonra da "Halk İktidarı'nın miladı olan Büyük Eylül Devrimi"ni korumaktan dem vuracaksın! Sen milleti aptal mı sanıyorsun? Yoksa gerçeklikle irtibatını mı kaybettin? Kendi devrimine ihanet ettiğini, halkın iradesini silindir gibi ezen bir polis devleti kurduğunu fark etmedin mi? Nasıl olur?

Otostopçunun hadis rehberi

Amr bin Nafi ile Şeridü'l-Hemedani'nin dayısı Sakif: Veda Haccında Allah Resulü ile beraberdik. Ben yürürken arkamda bir devenin geldiğini hissettim. Döndüm baktım ki Peygamber deve üstünde geliyor. - Sen eş-Şerid misin? diye sordu. - Evet, dedim. - Seni bindireyim mi? buyurdu. - Evet, dedim. Aslında hiç yorulmamıştım. Lakin Allah'ın Resulü ile aynı deveye binmekten bereket umdum. Hemen devesini çöktürdü ve beni terkisine bindirdi. Enes bin Malik: Allah Resulü harbe çıktığında veya yolculuk yaptığında mutlaka ashabından birini terkisine alırdı. (Kaynak: eş-Şafii, Ümm II, 61, 71; Ahmed, III, 168; Buhari, I, 23; Ebu Davud, 486; Nesai, IV, 122-3; İbn Mace, 1402) (Kaynak: İsbehani, Hz. Peygamber'in Edeb ve Ahlakı , çeviri: Naim Erdoğan, tahric: Yusuf Özbek, 3. Baskı, İstanbul, İz Yayıncılık, 2009, s. 201)

Fakir çocuklar daha çok içiyor!

İstanbul'daki lise öğrencileri arasında yapılan araştırmada, ekonomik durumu çok kötü olan ailelerin çocuklarının daha fazla alkol, sigara ve esrar tükettikleri belirlendi. İstanbul Emniyet Müdürlüğü Narkotik Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü Madde Kullanımını Önleme ve İzleme Büro Amiri Ali Ünlü, Antalya'da bugün sona eren TUBİM Uyuşturucu Konferansı'nda, İstanbul'daki liselerde yaptıkları araştırmanın sonuçlarını açıkladı. Ünlü'nün verdiği bilgiye göre, Mayıs-Haziran 2010 tarihlerinde İstanbul'daki 28 ilçede, 154 lisedeki 31 bin 272 öğrenciye anket uygulandı.

Yerli turistler için İstanbul Rehberi 3

Tuzla, Avcılar ve Beylikdüzü’nü özellikle bir köşede bıraktım. Tuzla eski Tuzla değil. Güzelleşiyor habire. Daire fiyatları ucuz. Daha mizacı belirginleşmemiş. Avcılar depremden sonra karakter değiştirdi. Depremden korkup bedava fiyatına sattıkları daireleri doğulu insanlar fazla tereddüt etmeden satın aldılar. İmkanı olan zenginler başka semtlere taşındılar. Göl manzaralı evlere 400 lira kira verip, zar zor geçinen insanlar doldu. Aradan bir müddet geçince yeniden eski gücüne kavuşmaya çalıştı Avcılar, ama olmadı. Ne eskisi kadar değerli artık, ne de eski insanlar buradalar. Karakter değişimi Metrobüs’ün Avcılar’a gelmesiyle kemale erdi. Topkapı’da çalışan bir işçi için Avcılar’da oturmak çok münasip artık.

Türk halkının günahları

Particularism : Kısaca hemşericilik veya akrabacılık diyebiliriz. "Biz bize benzeriz" düşüncesidir. Bunun günah olduğunu ABD-AB Liberal Kapitalist Bilim ve Siyaset Üst Kurul'u buyuruyor. Akrabalarınız şehir dışından gelip sizde kaldığında kaldıkları günün kirasını alın diyorlar. Abim eşi ve üç çocuğuyla gelip bir hafta bizde kalsa adam başı onar liradan 350 lira gelir elde ederiz. Üst Kurul, masrafları çık, vergini öde, Rantiye ve IMF kazansın da diyor gerçi. Böylece 200 lirası kâr olsa, yüzde 50 vergi ödesem, Rantiye ile IMF 50/50 bölüşseler, abim ailesiyle bir hafta bizde kaldığı için her biri 50 TL kazanmış olacaklar. Ben particularism yapmak istiyorum ama. IMF ve Rantiyeye gelince, bir 50 TL çalışır. Fazlasını isterlerse kaçırmaya başlarım. Ne kaçırıyorsun derseniz: Vergi, kız, gümrükten mal, mazot, eşeğin...

Popülist sosyoloji tartışmaları-2 (18 Şubat Cuma 6 Buçuk)

İlk toplantının notlarını müstakil bir yazı , bir çerçeve yazı olarak Fayrap 'a yazmayı düşünüyorum. Ama burada şunları kaydetmekte yarar var. Türk toplumu üzerine faşisttir, ırkçıdır, şöyle "öteki"leri vardır, böyle "öteki"leri vardır, militerdir, linç kültürü egemendir, erkek egemendir, ileri derecede ayrımcıdır, kayırmacıdır, duyarsızdır, ahlaksızdır gibi pek çok kalıba Radikal ve Taraf gazetelerinden aşinayız. Amaç belli odak noktaları üzerinden bunları sınamak, diyelim Türk halkı arasındaki "ayrımcılık"ın ne türden bir ayrımcılık olduğunu ve sınırlarını, nerede başlayıp nereye kadar uzandığını, nereden öteye geçmediğini görmek. Kürt komşunun evi yanıyor, söndürmeye koşar mısın? Alevi kiracına kumpas kurdular, evinde saklar mısın? Saklayan da ihbar eden de oluyor, bunu biliyoruz. İşte bu gibi hikayeler. Bıçak nerede kemiğe dayanıyor?

Popülist psikoloji ve popülist şiir bugün dernekte

Melek popülist psikoloji derslerine devam ediyor. Saat 14-16 arası. Ben de bugün klasik kavramından söz edeceğim. Gelenler kendi hazırladıkları klasikler listelerini okuyacak; klasik, kadim, gelenek, kanon kavramları hakkında konuşacağız. İlk günlerdeki teorik yorgunluğu biraz aştık. Dersler sıkıcı olmaktan kurtuldu biraz. İki saat soyut konuşmak hem benim için hem dinleyenler için yorucu oluyordu. Şimdi biraz daha pratik alandayız, aslında teori dediğimiz de pratiğin sorunlarının giderilmesi çabası değil mi.

Leyla ile Mecnun

İyi dizi. Senaryosu Burak Aksak'a aitmiş. Özellikle söylüyorum çünkü metin çok başarılı. Zekice yazılmış bir metin ama zeka gösterisi yok, şaşırtıcı bir akış var fakat ukalalık yok, Senaristin ve kadronun kalan kısmının gündelik hayatın ayrıntılarına vakıf olduğu, halkı tanıdığı, en önemlisi de sevdiği hissediliyor. Popülist mi? Evet. Komik mi? Evet. Sanatlı mı? Sanatlı. Ali Akay iyi. Kız da iyi. Daha ne? Devamını görelim.

Popülist sinema, bugün.

İki hafta önce yani "Popülist Sinema" programının ilkinde Lütfi Akad'ın yazıp yönettiği Gelin filmini izledik. Bu hafta yine Akad'ın Düğün filmini izleyeceğiz. Ondan sonraki programda da Diyet 'i izleyerek, Akad'ın Gelin-Düğün-Diyet şeklindeki tematik üçlemesini tamamlayacağız. Peki neden bu filmleri izliyoruz. Bunlar herşeyden önce iyi filmler. Hem hikaye olarak hem de teknik olarak iyi. Bunun ötesinde ise halkın yaşayışını dolaysız, gerçekçi bir biçimde ele alan popülist filmler bunlar.

Dexter Morgan'ı neden sevmeliyiz?

Bir arkadaşım geçenlerde Dexter'ı izliyor musun? diye sordu. Evet. Evet Dexter'ı severek izliyorum. Niye seviyoruz Dexter'ı? dedi arkasından. Dexter'ı sevmemin sebepleri üzerine düşünmeye başladım sonra. Dexter bir seri katil. İnsanları hem de hiçbir şey hissetmeden öldüren bir seri katil. Tanıyanlar bilirler söz konusu kurbanı değilse karıncayı bile incitmez. Dexter Morgan; Miami Metro Polis Departmanı için çalışan Adli Tıp Kan Analiz Uzmanıdır. Üvey babası Harry Morgan onu annesinin öldürülüp atıldığı konteynırın içinde abisiyle ve cesetle birlikte aç ve susuz bir halde bulur. Büyüdüğünde Dexter'ın içindeki öldürme güdüsünü keşfeden Harry onu sadece katilleri ve kanundan bir şekilde kaçmayı başaran katilleri öldürmeye yönlendirir. Yaşaması için ona hayatın ve seri katilliğin bütün kurallarını öğretir. Harry Morgan artık hayatta olmamasına rağmen Dexter'ın içinde bir alter ego yani ikinci benlik olarak yaşamaya devam ediyor. Dexter'ın hayatta kalması içinde

Türk ordusu kağıttan kaplan mı?

Süheyl Batum'un ordu için "Amerika içini oymuş, kağıttan kaplanmış" sözlerinin irapta mahalli yok, çünkü orduyu jandarma zannettiği için öyle diyor. Kağıttan kaplan dediği ordu, tarihimizin en yüksek seviyeli operasyonunu birkaç yıl önce yaptı. Savaş jetleriyle birkaç saat içinde Irak'ın kuzeyinde belli noktaları hatasız vurup döndüler. 90'larda haftalar süren hedefsiz bombalamaların tek hedefi gazete manşetleriydi. Zaten başbakan da Tansu Çiller'di. Şimdi işi sessiz sedasız yapıyorlar. Süheyl Batum öyle diyor, çünkü hem vatandaşa hem siyasi topluma höt! diyecek paşalar olsun istiyor. Bunun dış destek alamadığı malum. Yoksa tek bir işaretle başımızın üstünden çatıyı uçuracak kuvvete ezelden sahip olduğunu biz biliyoruz ordunun. Süheyl Batum iki yönlü konuşuyor. Hem kışkırtıyor, yapın diye. Hem de artık yapılamayacağını bildiği için öyle konuşuyor. En azından bir süre ordumuzun kapımızı çalmayacağını biliyoruz. PKK'nın kapısını daha çok çalıyor mesela.

Şubat ayı programı 2011

Bir dönemin resmi

Rahşan hanımın çantası omzunda, kolları serbest, adımları geniş ve rahat. Bülent Ecevit ise gergin. Süleyman Demirel rahat. Nazmiye hanımın çantası kolunda, kolları bağlı, adımları dar ve nispeten rahatsız. Dönem 1970'li yıllar.

Popülist şiir dersinde gelecek hafta

Önümüzdeki hafta kanon ve klasikler konusunu konuşacağız. Katılımcılardan kendilerine göre bir liste istiyorum. Kanonik ve klasik eserlerden oluşan bir liste hazırlasınlar. Sayı ve eser önemli değil. Mesela 25 tane klasik olabilir. Bunlar öznel olursa daha çok şey konuşabiliriz. 100 temel eser meselesi değil bu sonuçta. Neyi ne olarak okuduğumuzla ilgili bir tartışma yapacağız ve bu hafta katılımcıların gerçek anlamda derse katılmalarını bekliyorum. Bunun için de listenin öznel olmasını istiyorum. Devletin veya entelijansiyanın klasikler listesini değil kendi listenizi oluşturarak gelin. Bakalım ortak isimler üzerinde mi duruyoruz, yoksa herkes kendi okuyucu kanonunu mu oluşturuyor?

Derneğe gelmek istiyorum ama korkuyorum

Bunu çok sık duymaya başladım. Derneğe gelmek istiyorum ama bana kızanlar olur diye korkuyorum abi. Derneğe gelicem ama sizden çekiniyorum abi. Derneğe gelicem ama nasıl karşılanacağımı bilmiyorum. Böyle şeyleri iyi anlıyorum, öncelikle bu konuda herkesi temin etmek isterim. Yapı itibariyle çekingen bir insan olduğum için ben de yeni bir yerin kapısını açmakta zorluk çekerim çoğunlukla. Üstelik de adıyla, eylemiyle asabiyet yaratan bir adamla karşılaşacaksam başıma durduk yerde bela gelmesini istemem. Bir kere genç bir arkadaşın ricasıyla Ankara'da bir vakıfta Dücane beyin konuşmasına gittim. Arada modern şiirle ilgili bir şey söyledi, ben de farkında olmadan "Ama şey" deyiverdim. Dücane Cündioğlu iyi bir fırça atıp susturdu beni. Konuşma bittikten sonra beni davet eden arkadaşa teşekkür edip sessizce çıkıp gittim vakıftan. Bir gün Cahit Koytak'a mektup yazasım geldi, "Dostluğumuz eskidir" diye başlayan, hangi şiirlerini sevdiğimle devam eden bence çok sevim

Popülist Sosyoloji cuma dernekte

Popülist Sosyoloji Tartışmalarının ikincisini yarın (4 Şubat Cuma) saat 18:30 'da dernek merkezimizde yapacağız. Tartışma konumuz, Murat Önderman'ın Türkiye'de Devlet, Sosyal Kontrol ve Öznellik kitabının ilk makalesi ile Doğan Ergun'un Türk Bireyi Kuramına Giriş kitapları olacak.

Devrim yolda düzülür

Batılılar ve  ülkemizdeki Batıcılar derde düşmüş : Mısır'da devrim olursa arkasından demokrasi gelecek mi? Demokrasi diye bir şey varsa ve çok lazımsa şu anda Mısır sokaklarında olmalı. 2 milyondan fazla insan dün bütün gün sokaktaydı ve Mısır Devlet Başkanı Hüsnü Mübarek'i yönetimi bırakmaya davet ediyordu. Çin'in başkenti Pekin'de 1989'da yapılan gösterilerle beraber hayatım boyu gördüğüm en büyük demokratik momentum diyebilirim Mısır'daki mitinge. İkisinin de Amerika'nın müttefiki despotlara karşı yapılması olayı daha da dramatikleştiriyor. Amerika her iki olayda aynı tavrı takındı haliyle. Despotlara nezaket, mitingçilere hassasiyet. Çin devleti Tiananmen meydanında toplananları kırdı, Mısır devleti sakin hareket ediyor. 1956 Macaristan'ını veya 1968 Çekoslovakya'sını müşahede etme şansım olmadığı için kıyas yapamıyorum. Sovyetler Birliği'ne karşı gelişen bu iki hareketten ilkinin Batı ülkeleri tarafından görmezlikten gelindiğini, ikincisinin

Bipolar ya da manik depresif bozukluk

Mani ve depresyon atakları şeklinde ortaya çıkan, adından da anlaşılacağı gibi iki uçlu bir hastalıktır. Kişinin duygulanımı mani dönemlerinde neşe, depresyon dönemlerinde umutsuzluk ve çöküntü ile ifade edilebilir. Psikiyatrik pek çok hastalık gibi manik depresif bozukluğunda sebebi tam olarak bilinmiyor. Genetik geçişi konusunda yapılan araştırmalar bipolar bozukluğun genetik geçişi en yüksek hastalık olduğunu gösteriyor. Ailenin bir üyesinde manik depresif bozukluk varsa diğer üyelerde de yüksek ihtimalle vardır ya da olacaktır gibi algılayabilirsiniz bu durumu. Beyinde hücreler arası iletiyi sağlayan kimyasal maddelerin taşınmasında veya düzeylerinde ortaya çıkan değişikliklerin hastalığa sebep olabileceğine dair bir tez var (sebepten çok sonuç gibi görünüyor). Bunların hepsi bilimsel, istatistiki dolayısıyla itibari açıklamalar. 12 Şubatta gerçekleştireceğimiz Popülist psikoloji dersimize giriş olsun diye yazdım. Konumuz Bipolar bozukluk. Biz, bugüne kadar yaptığımız gibi, bu raha

İdeoloji ve Fener

aslında hakanın yazısını okuyunca yorum olarak aşağıda okuyacağınız şeyi yazdım ama dörtbin bilmemne karekterden fazla yorum yapaman dedi bilgisayar. zaten sevmem. bilgisayar yani. kocaman ve bir tane ideoloji var galiba. galiba derken aslında öyledir diyorum kibarca. tek bir ideoloji var. küfür tek millettir gibi yani. onbeşinci yüzyılla birlikte veya işte aşağı yukarı artık Türklerin batıdaki kafirleri sıkıştırdıkları ve batılıların oradaki mutlak karanlığa gömülmeleri mukadder olduğunda avrupalılar için gül dönmeye başlamıştı. büyük bir değişme ve kopuş yaşayacaklardı. toptan müslüman olsalardı ve ayeti kerimedeki gibi mesela Allah'ın dinine bölük bölük gelselerdi aydınlanmış ve kurtulmuş da olacaklardı belki. estaüzibillah "..fidinillahi efvaca fesebbih.."

Popülist kültür ve postmodernizm

Postmodernizmin ne olduğunu, daha doğrusu tabii itibarla postmodern olduğumuzu, hele Türkiye'nin postmodernizminin İslamcılıkta yeşerdiğini kavradığımdan beri postmodernizm düşmanlığını bir tarafa bırakmış bulunuyorum. 1998'e kadar kendimi gelenekçi bir Müslüman sanıyordum. Radikal modernist olduğumu yer yer fark eder gibi olsam da üzerimde etkili olan ortam ve düşünceler beni geri itiyordu. Radikal modernist tutumun çekici yanları çoktur. Her şeyden önce bir ahlakilik efsanesi var derin modernistlikte. Yerel, kültürel, dinsel kisvelere de çok kolay bürünüyor. Dibine kadar modernistsin, sanayi toplumunun gereklerini günlük evrad gibi yerine getiriyorsun; ama bütün bunları İslami bir şemsiyenin altında yaptığın için de sana yağmur değmiyor. Bu yalanı uzun uzadıya sürdürmeme engel olan iki şey vardı. 

Popülist bir şarkı