Ana içeriğe atla

Hakan Arslanbenzer'le söyleşi: Kültürel İktidar Solda mı? | Yörünge Dergisi

Kültürel iktidar tartışmaları üzerine bir söyleşi gerçekleştireceğiz ama mevzuya kültür kelimesiyle giriş yapalım isterseniz? Kültürel iktidar kavramı etrafında dönen tartışmalar kadar kültür tartışmaları da hala önemli. Sizce kültür nedir, kültür denildiğinde ne anlamalıyız?

Kültür tartışmaları konusunda Türkçemizde var olan bir deyimle giriş yapalım: Her yiğidin bir yoğurt yiyişi vardır. Yoğurt bir ürün ama onu yapma ve yeme biçimi ayrı. Deyimdeki bir teşbih tabii ki. Ama yoğurdun yapımı ile ilgili bir usul var.
Kültür kısaca bir şeyi yapma yoludur ve bu standart değildir. Yani belli bir insan grubuna özgüdür. Bir şeyi yapmanın usulü, belli bir gruba özgü olduğunda biz buna özetle kültür deriz. Bunun tabii endüstriyel tarafı da olabilir. Bugün endüstriyel kültürler de var. Diyelim ki işte android telefonlar çıktı, android telefonların üretilmesi ile ilgili bir davranış tarzı, bir kalıp varsa bu da bir kültürdür. Ama kültür dediğimizde biz daha ziyade mana içeren, insanın ne olduğuna ve ne yapmak istediğine dair bir öz barındıran ortak davranış tarzlarını kast ediyoruz.
Bundan dolayı da bir tartışma var. Yani her yiğidin bir yoğurt yiyişi olduğu gibi, bizim köyün bulgurunun üstüne bulgur yok diye de başka bir deyim var. Burada da benzer bir durum var. Şimdi herkes kendi kültürünü öne çıkarır. Aslında kendilik biraz tuhaf bir durumdur. Çünkü kültür değişken bir şeydir. Transferlerle, kültürel değişimlerle hatta bozulmalarla, tıpkı sütün bozulup yoğurt olması gibi sürekli bir değişim söz konusudur. Bunların her biri farklı bir kültürün izi, işareti oluyor. Sonra bu bir birikim, bir rezerv oluşturuyor. Spontanlıkla insanlar bir anda bir şeyler yaparlar. Ama sonradan biz bunları birbirine bağladığımız zaman, tıpkı bir kilimi örmek, bir halıyı dokumak gibi belli bir havzada bir coğrafi kesit içerisinde belli bir insan grubu tarafından geliştirilmiş bir davranış kalıbı oluşuyor. Bir de buna mana yükleniyor. İşte bu esasen kültürdür.
Tabii modern döneme gelince, modern dönemde insanlar kendi yaşadıkları muhitlerde birbirlerinden eskisi kadar kopuk olmadıkları için kültür ortamlarında geçişkenlik yaşanıyor. Bir yerde yuvalanan, mayalanan ve zaman içerisinde kendini geliştirip kırdan kente veya kentler arasında ortak bir kültür havzası meydana getirip, tamamen farklı bir renk oluşturan, dünyadan kopuk ve özerk bir kültür havzası kavramı kırılıyor. 19. yüzyılda batıda Nietzsche mesela “Bizim kültürümüz yok.” der Avrupalılar için. Biz dünyanın kültürünü sömüren, tüketen bir kültür sonrasıyız der ve kültüre dönüşü savunur.
Kültür işte bu şekilde hayatın içinde devam eden usuller, tarzlar anlamındadır. Hani renkler ve zevkler tartışılmaz meselesi gibi çok da kavgaya neden olmayacakmış gibi görünen ama aslında insanların üzerinde çok ciddi bir şekilde mücadele ettiği bir şeydir kültür.




Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Akbaba köyü 35 numara

Star tv'de yaklaşık bir ay önce başlayan, projesi Durul Bazan'a ait Gecekondu isimli program seyirciye yeni bir konsept sunuyor. Önceden yazılıp hazırlanmış bir metni olduğundan şüphe duyduğumuz Gecekondu programı güncel olaylara ve konulara eleştirel, saldırgan hatta kimi zaman anarşist bile diyebileceğimiz bir yaklaşım içinde. Zeynep Beşerler gibi süzme elitist, dünyada ne olup bittiğinden habersiz konukların dumura uğratıldığı bu absürd komediyi izlemenizi öneriyoruz. Çevrecilikten, Medyaya "steril" bir takım proje ve yaklaşımların üzerine limon sıkan bu yeni popülist dizi risk alarak ve cesaretle absürdün, politiğin, gündelik hayatın, komedinin ve ironinin sınırlarında dolaşıyor. Cuma gecesi 00.30'da yayınlanan diziyi aynı saatlerde talk show yapan disko krallarının, gece kuşlarının, aştürk baraş'ların izleyip feyz alması hatta belki utanması umulur...

Milli Savaş Hikayeleri

Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Milli Savaş Hikayeleri'nde 1914-1924 yılları arasında yaşanan Milli Mücadele günlerinde gerçekleşen bazı trajedik olayları okuyuculara aktarıyor. Milli Mücadele Dönemi Türk halkı için bir kahramanlık ve ıstırap dönemi olmuştur.  Yazar da bunu eserinde ustaca ele almış olduğu olay ve hikayelerle sade ve açık bir şekilde okuyuculara iletiyor. Yazar genelde  Ege bölgesinde meydana gelen olayları ele alıyor.  Özellikle,  Türk tarihi için büyük bir felaket olan güzel İzmir’in işgali ve düşman kuvvetlerinin buradaki halka yapmış oldukları zulüm ve hakaretler büyük bir yer alıyor yazarın “Milli Savaş Hikayeleri” adlı eserinde. Bu işgaller karşısında çaresiz kalan halıkın aciz durumu da tüm açıklığıyla ortaya konuluyor. Kitapta bulunan    bazı hikayelerde de Yunan kuvvetlerinin Batı Anadolu’yu işgali sırasında yerli halka  yapmış oldukları insanlık dışı işkenceler tanıklarıyla belirtiliyor.

Taraf, Radikal okuyarak zihni bulanmış İslamcı kardeşlerime

Üstelik kalkıp acaba neden Kürtçe konusunda fetvayı cevaz vermiyoruz diye üstümüze geliyorlar. 1. Kürtçenin resmi dil olması teknik olarak imkansıza yakındır. 2. Şart da değildir; bir katkısı olmayacaktır. 3. Kültürle veya sivil alemle hiçbir ilgisi yok, direkt olarak Türkiye-Avrupa gerginliği tarihinde bir momentumdan ibarettir. Tasfiye veya Hece dergilerini çıkaranların bunları anlayacak zihin açıklığı ve dürüstlüğe sahip olmadığı belli, siz dinleyin bari. Söylediklerimin ulusalcılıkla, Türkçe meftunluğuyla bir ilgisi yok. Kürtçe birçok insanı şu veya bu nedenle rahatsız edebilir. Beni etmiyor. Kürtçeye birçok insan şu veya bu nedenle sempati besleyebilir, ben beslemiyorum. Çocukluk atmosferimde işitmeye alışık olduğum dillerden biri olduğu için Kürtçe bana doğal geliyor, hepsi bu. Doğal ve yörel. Dolayısıyla da neden Kürtçe'yi yüzlerce diğer yörel dilden ayırdederek savunmam yahut övmem gerekiyormuş, anlamıyorum. Sivil olarak anlamıyorum yani. Sivil hayatta, Terekemece veya Kar...