Ana içeriğe atla

Başakşehir İslamcılığı

Cadde Bostan sahilinde ya da ne bilim Küçük Yalı’da falan biraz gezerseniz, henüz işçilerin paydos etmediği akşama yakın saatlerde basketbol oynayan gençler, kulaklığı takıp koşuya çıkan adidas eşofmanlı kızlar, paten kayanlar, bisiklete binenler falan görürsünüz. Onların, kendilerine has bir özgüvenleri vardır. Sağlıklı gürbüz çocuklardır bunlar. Hiçbir sıkıntıları, dertleri yoktur. En azından öyle görünürler. Bana oldukça ilginç gelirlerdi, bazen gider, bir banka oturur izlerdim bu gençleri. Ama artık bunları izlemek için oralara gitmeye gerek kalmadığını anladım. Artık Başakşehir’de de yetişiyor bunlardan. Kimselerin giremediği sitelerde sürüyor Başakşehir çocukları bisikletlerini, kendilerine özel sahalarda oynuyorlar oyunlarını. Hayatlarında hiç sümüklü çocuk görmüyorlar, hiç tinerciyle karşılaşmıyorlar. Okula anaları arabayla götürüp bırakıyor ya da servisle gidiyorlar. Hani “cipe binen başörtülüler“ diye bir şey var ya, ben bunu kolpa sanırdım, gerçekmiş valla, bir sabah herhangi bir okulun önünde bekleyin onlarca göreceksiniz. Bunlar genelde sitelerinin girişine “yabancı giremez” yazdırıyorlar zaten. Ama öyle böyle değil, kalın kırmızı puntolarla, hani “ölüm tehlikesi” falan yazıyorlar ya, işte öyle. Zaten öyle elinizi kolunuzu sallayıp giremezsiniz bunların sitelerine, güvenliği cartı curtu var. Tipinizi beğenmezlerse durdurup soruyorlar, hangi daireye gideceksin, misafir misin? Orada oturmuyorsan arabayla girmek zaten imkânsız, kartlı geçiş sistemleri var. Yakında yayalar için de yapacaklarmış. Tüm bunları, yavrucakları sümüklü çocuklarla karşılaşmasın diye yapıyorlar. Tıpkı Küçük Yalı’daki gibi burada da, narin çocuklar yetişiyor böylece. Çamura belenmemiş, bisikleti çalınmamış, dayak yememiş, sümüğü akmamış çocuklar yetişiyor. Gelecek neslin Başakşehir’de yetişmiş İslamcıları nonoşlardan ibaret olacak yani, şimdiden haberiniz olsun.

Ah bide Başakşehir’in Sular Vadisi var. Koşu parkurları, onlarca garip bitki, süs havuzları, ot, bok, çarşılar, burger kingler, cafeler falan. Oldukça da güzel bir yer. Florya’da bulamazsınız yani böylesini, ciddiyim bak, sadece denizi eksik o kadar. Ramazan’da fena coşkuludur burası, İslami elitizmin kalbi burada atar. Sohbetler, sanatçılar, carcurtçular, paralar, paralar, paralar… Ama öyle herkes giremez buraya, sümüklüyseniz giremezsiniz yani, kusura bakmayın, bu işler böyle. Sular Vadisi’ni bir yandan 4. Etap konutları diğer yandan 5. Etap konutları kollayıp koruyor. 4. Etap’ın arkasından askeri bölge Sular Vadisi’ne karşı herhangi bir taarruzu engellemek için konuşlanmış. 5. Etap’ın arkasında 1. Ve 2. Etaplar var, herhangi bir sümüklüyü geçirmemek için didinip duruyorlar. Çevre sitelerden birinde oturuyorsanız, sular vadisine açılan bir kapınız var, kartınızı dıtladıp kapıyı açabilirsiniz. İki ana kapıdan başka, sitelerin kapılarını saymazsak dışarıdan birisi için yol yok. Dışarıdan kim gelebilir acaba diye baktığımızda, 4-5 km. ötede Göçmen Konutları’nı 2-3 km. ötede ise Deprem Konutları’nı görüyoruz. Bundan başka yakınlarda sanayi mahallesi var. Sanayi mahallesinin araba tamirinde çalışan eli yüzü yağlı kirli çocukları Sular Vadisi’ne gelmezler sanıyorum, buradan haberleri bile yoktur. Ama yine de gelebilme ihtimalleri var ve bu korkunç bir şey, tüm yollar kapatılmalı. Göçmen Konutları’na yol vermeyen Başakşehir’in yakışıklı İslamcıları Kurban Bayramı’nda gidip kurbanlarını orada kesiyor, tüm boku püsürüğü oraya gömüyorlar. Pazar da sadece oraya kuruluyor zaten, pazarın pisliği de Göçmen Konutları’nın sakinlerine kalıyor yine.

İlginç bir şey daha: hani park bahçe temizleyen adamlar var ya, çöpçüler, hizmetliler falan. Bunlar günlük yemeklerini tabldotlarda açık alanlarda yiyorlar genelde. Evet, tahmin ettiğiniz gibi yemeklerini kilometrelerce müsait alanı olmasına rağmen Sular Vadisi’nde yemiyorlar. 4. Etap’ın onlarca parkından birinde de yemiyorlar. Sümüklülerin giremediği hiçbir yerde yemiyorlar yani, gidip Deprem Konutları’nın parkında yiyorlar. Çünkü orada bunlara pis pis bakan, tiksinen, iğrenen kimse yok.

Bazen kardeşimle teyzemi ziyarete gidiyoruz, Sular Vadisi’ni aşmak zorundayız, boşuna 10 dakika daha yürümemek için tellerden atlıyoruz. İnsanların rahat gidip gelecekleri yerlere özellikle yol yapmıyorlar. Geçen yerel gazetede gördüm, buna ilk isyan eden yaşlılar olmuş. Onlar da kendi keyiflerinden isyan ediyorlar, bazen yürüyerek gitmek istiyorlarmış bir yerden bir yere ama yol yokmuş, falan filan. Ben tellerden atlamaya alışkınım. Benim için sorun yok, ben her türlü atlarım. Ama küfür etmeden duramıyorum, buna annem çok kızıyor.

Yorumlar

  1. İstanbul'da oturmuyorum ama bahsettiğiniz yerleri reklamlarda görüp merak ediyordum:) Açıkçası merakımı giderdiniz. Elinize sağlık güzel yazı.

    YanıtlaSil
  2. beyaz müslüman diye bir ad atıldı şimdilerde, bu yazı bunu açımlayan bir yazı bence. bu popülasyon artıyor gittikçe...

    YanıtlaSil
  3. başakşehirde bir zamanlar hasbelkader oturmuş olarak size hak veriyorum..insan kendini bir tuhaf hissediyor orda...islam ve conconluk birarada olmasa da basaksehirde olduruluyor bir şekilde...

    YanıtlaSil
  4. Basaksehirin su son yıllardaki haline bakarsak dogru yanları yanlis yanlarından daha fazla bir yazi bu. Burada kendi icinde bir moda anlayışı var. Onlar gibi giyinmeden garip bakışlara tabi tutuluyor. Belediye görevlilerine kolay gelsin dediğinizde adamlar şoke oluyorlar. Yerden çöp almanız -bu kisi kendi kardeşiniz bile olabilir- hayvanca bir tepkiye sebep oluyor. Özentilik vs. ile suçlanıyorsunuz. 13 seneden beri buradayım. Her sey daha kötüye gidiyor.

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Akbaba köyü 35 numara

Star tv'de yaklaşık bir ay önce başlayan, projesi Durul Bazan'a ait Gecekondu isimli program seyirciye yeni bir konsept sunuyor. Önceden yazılıp hazırlanmış bir metni olduğundan şüphe duyduğumuz Gecekondu programı güncel olaylara ve konulara eleştirel, saldırgan hatta kimi zaman anarşist bile diyebileceğimiz bir yaklaşım içinde. Zeynep Beşerler gibi süzme elitist, dünyada ne olup bittiğinden habersiz konukların dumura uğratıldığı bu absürd komediyi izlemenizi öneriyoruz. Çevrecilikten, Medyaya "steril" bir takım proje ve yaklaşımların üzerine limon sıkan bu yeni popülist dizi risk alarak ve cesaretle absürdün, politiğin, gündelik hayatın, komedinin ve ironinin sınırlarında dolaşıyor. Cuma gecesi 00.30'da yayınlanan diziyi aynı saatlerde talk show yapan disko krallarının, gece kuşlarının, aştürk baraş'ların izleyip feyz alması hatta belki utanması umulur...

Milli Savaş Hikayeleri

Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Milli Savaş Hikayeleri'nde 1914-1924 yılları arasında yaşanan Milli Mücadele günlerinde gerçekleşen bazı trajedik olayları okuyuculara aktarıyor. Milli Mücadele Dönemi Türk halkı için bir kahramanlık ve ıstırap dönemi olmuştur.  Yazar da bunu eserinde ustaca ele almış olduğu olay ve hikayelerle sade ve açık bir şekilde okuyuculara iletiyor. Yazar genelde  Ege bölgesinde meydana gelen olayları ele alıyor.  Özellikle,  Türk tarihi için büyük bir felaket olan güzel İzmir’in işgali ve düşman kuvvetlerinin buradaki halka yapmış oldukları zulüm ve hakaretler büyük bir yer alıyor yazarın “Milli Savaş Hikayeleri” adlı eserinde. Bu işgaller karşısında çaresiz kalan halıkın aciz durumu da tüm açıklığıyla ortaya konuluyor. Kitapta bulunan    bazı hikayelerde de Yunan kuvvetlerinin Batı Anadolu’yu işgali sırasında yerli halka  yapmış oldukları insanlık dışı işkenceler tanıklarıyla belirtiliyor.

Taraf, Radikal okuyarak zihni bulanmış İslamcı kardeşlerime

Üstelik kalkıp acaba neden Kürtçe konusunda fetvayı cevaz vermiyoruz diye üstümüze geliyorlar. 1. Kürtçenin resmi dil olması teknik olarak imkansıza yakındır. 2. Şart da değildir; bir katkısı olmayacaktır. 3. Kültürle veya sivil alemle hiçbir ilgisi yok, direkt olarak Türkiye-Avrupa gerginliği tarihinde bir momentumdan ibarettir. Tasfiye veya Hece dergilerini çıkaranların bunları anlayacak zihin açıklığı ve dürüstlüğe sahip olmadığı belli, siz dinleyin bari. Söylediklerimin ulusalcılıkla, Türkçe meftunluğuyla bir ilgisi yok. Kürtçe birçok insanı şu veya bu nedenle rahatsız edebilir. Beni etmiyor. Kürtçeye birçok insan şu veya bu nedenle sempati besleyebilir, ben beslemiyorum. Çocukluk atmosferimde işitmeye alışık olduğum dillerden biri olduğu için Kürtçe bana doğal geliyor, hepsi bu. Doğal ve yörel. Dolayısıyla da neden Kürtçe'yi yüzlerce diğer yörel dilden ayırdederek savunmam yahut övmem gerekiyormuş, anlamıyorum. Sivil olarak anlamıyorum yani. Sivil hayatta, Terekemece veya Kar...