Ana içeriğe atla

Müslüman Tanrılar


Birkaç sene önce aile dostumuz olan bir adamın şirketine bir iş yapmıştım. Paramı üç gün içinde almam gerekiyordu. Ama adam paramı vermemek için takla atıp duruyordu. Üç gün, beş gün, on gün derken bir buçuk ay geçti. En az on defa gittim geldim adamın yanına. Ve o sıralar hiç param olmadığı için yürüyerek gidip geliyordum. Ya yerinde olmuyor, ya tatile gitmiş oluyor, ya da paranın bir kısmını verip beni postalıyordu. Sonunda, efendiliğimi bozmadan, bu işin bu şekilde olmayacağını, paramı almam gerektiğini bu işin böyle uzamasının doğru olmadığını söyledim. Aynen böyle, bu şekilde. İşte o an olan oldu, adam köpürdü birden. Nasıl ben böyle bir şey söyleyebilirmişim, zaten bu işi çok daha ucuza yaptırabilirmiş, bana yardım olsun diye bu işi bana vermiş, yeğeni falanca çocuğa baksaymışım ya o terbiyeli çocukmuş hiç böyle şeyler söylemezmiş, ben nasıl terbiye görmüşmüşüm böyle, ne kadar ayıpmış, falan filan. Yüzlerce adamla çalıştım, yol yordam biliyorum ama karşımdakinin bir tanrı olduğunu fark edememiştim. O an ne yapacağımı bilemedim gerçekten. Çünkü yapılacak fazla bir şey yoktu. Böyle bir durumda ya adamın çenesine alttan yukarı doğru ayakkabının ucuyla sert bir tekme sallayıp ağzını yüzünü dağıtacaksınız. Ya da önüne diz çöküp “sevgili tanrım, terbiyesizlik yaptığımın farkında değildim, beni affet” diye yalvaracaksınız. Ben ikisini de yapamadım, şoka girmiştim. Yürüyerek eve döndüm.

Bu adamların hayır yapmadığı yer yoktur. Küçüklüğümden biliyorum, okuduğum Kuran kursuna gelir, müdürün odasında çay içip bir deste parayı bırakarak oldukça rahatlamış bir halde sırıta sırıta çıkarlardı. Ve bu adamların burs verdiği şuan en az on tane üniversiteli çocuk var. Böyle hayırsever insanlar bunlar. Hayırsever olmak zorundalar, çünkü vermek, kralların şanındandır. Bu adamlar şanlarını yüceltmek için veriyorlar, camilerin halılarını yeniletip cemaate ellerini öptürüyorlar. Hayır yapmazlarsa bunlara kimse yüz vermez çünkü, o zaman kral olamazlar, o zaman tanrı olamazlar. Tanrı dediğin vermeli, isteyene istemeye dağıtmalı. Bunlar da bunu yapıyorlar. Hayatım bunların içinde geçti, zengin bir sülalede fakir bir aileydik. Ben daha çocukken popülist oldum, benim bu pisliğin içinde popülist olmaktan başka çarem yoktu çünkü. Bunların holdinglerinde, krallıklarında büyüdüm. Bunların muhasebelerini gördüm, hesaplarını, paralarını… Paralarını nasıl tahsil ettiklerini, borçlarını nasıl ödediklerini… Daha kötüleri de var. Yakın zamanda lüks odalardan birinde otururken bir zat ile, “az parayla bir şey olmuyor” dedi. “şöyle cebine dolduracaksın birkaç milyon doları gideceksin falanca yere, dağıtacaksın” Anladığınız gibi, hayır yapmak için holdinglerinin yetersizliğinden bahsediyorlar. Bunu duyunca oldukça şaşırdım. Adam resmen Afrika’ya gidip milletin göbeğine paraları yapıştırıp onları dansöz gibi oynatmak istiyordu. Yüksek bir yere çıkıp “alın ulan size para” diye bağırıp “yağma” yapmak istiyordu. Böylece ferahlamak, tanrı olmanın tadını daha iyi çıkarmak istiyordu: “ah benim fakir kullarım, olum istediğiniz para olsun ya, alın ulan alın, gel amca göbeğine para yapıştırayım, ooh be…” Kafa bu, daha çok para için çalışıyorlar, daha çok dağıtmak istiyorlar, daha iyi bir tanrı olmak istiyorlar. Bunlardan borç isterseniz bir cacık alamazsınız, eğer dilenci moduna girer ve dilencinin isteyeceğinden fazla istemezseniz o zaman sizi görürler.

16 yaşlarımda büyük bir şirkette çalışıyordum, bir akrabamın yanında. Başka fakir akrabalarımız gelir bu zırtolardan bazen borç isterlerdi. Tabi ki alamazlardı, nasihat alırlardı bol bol. Oysa her ay belli bir para kasadan ayrılır, kurslara falan gönderilir, ya da zaten zengin olan hocaların maaşları ödenirdi. Kimi zaman bunlar sadaka kimi zaman zekat olarak geçerdi kayıtlara. Zekatı çok iyi kullanırdı bu adamlar, çok stratejik noktalarda vakfederlerdi vakfedecekleri zaman. Madem Müslüman’ız, maden zekat vereceğiz, bari iyi bir yatırım yapalım… Karısı doğum yaparken bir elemana borç vermişler, sonrada işe alıp neredeyse işkence eder gibi çalıştırmışlardı. Her şey gözümün önünde cereyan ediyordu, adamın borcunu maaşından kesip adama harçlık veriyorlardı neredeyse. Adam da kasadan zaman zaman para yürütüyordu. O zamanlar küçüktüm, henüz ağzım küfre alışmamıştı. Adamın kasadan para yürütmesi elbette kötü bir şeydi ama ona yapılanları gördükçe hiç sesimi çıkarmamıştım bu duruma, patron yeğeniydim. Bir muhasebe işçisine günde 2-3 ton mal taşıtıp ayrıca çay ve temizlik işlerini de yaptırıyorlardı. Oturup bunları izleyerek büyüdüm, insanlara büyük vaatler edip kararttıkları hayatları gördüm.

Sonra battı bunların bazısı. Ya da battık numarası yaptılar bilemiyorum. Ama bildiğim şu, bu adamlar batınca yüz milyarlık arabadan inip 50 milyarlık arabaya biniyorlar. Evlerine giren gıda ürünleri hiç değişmiyor, hep aynı. Paraları yok tabi ki, batmadan önce de yoktu zaten. Genelde hiç paraları olmaz zaten. Para yok derler. Bunların parasının olmaması böyle bir şey işte, 100 milyarlık arabadan 50 milyarlık arabaya... Bizim paramız yoksa yoktur yani. Param yoksa beş saat boyunca –su alacak kadar da olmadığı için- susuz gezer sonunda caminin çeşmesinden su içer, akbilimin dolu olması için dua ederim. Bizim “yok”umuzla tanrıların “yok”u arasında oldukça fark var anladığınız gibi. Bu tanrılık temayülü son zamanlarda oldukça moda ve ben bunlar karşısında ne yapacağımı bilmiyorum gerçekten. Sadece dehşete düşüyorum. Küçüklüğümden beri hep kaçmak isterdim şehirden, sırt çantamı alıp çok uzaklara kaçmak, tüm bunlardan kaçmak. Mümkün olmadı, şimdi kiramı nasıl ödeyeceğimi düşünüyorum sadece.

Yorumlar

  1. Mehmet Bekaroğlu bir programda bunlar için 'cici müslüman' demişti.. sermaye sahibi olup ta öncelikleri değişmeyen bir müslüman olmak mümkün mü?Kralcılık oynamamak mümkün mü...?

    YanıtlaSil
  2. ben olsam o adamın kafasını dizimle ezerdim. şok oluyorsan, tavrını da koyacaksın.. en azından küfür edeceksin, orospuçocuğusun sen, diyeceksin, senin şirketini yolunu yordamını sikerim! sonra dalıcan dümdüz. ertesi gün de bir eylem yapıcaksın. sen adresini yaz adamın, ben ona bu konularla ilgili bi terbiye vereyim. ama şunu söyleyelim yani, popülizm öyle olay sırasında lafları darbeleri yiyip, sonra eve dönünce bilgisayara yazı döktürmek değildir. benim anladığım popülizm, hızlı örgütlü ve tetikte olmaktır. hemen cevap vereceksin, kolunu tutup dirseği kıracaksın yani. sonra sana faşist diyecekler, desin gerizekalılar. adamdan orda tokat yeyip burda tükürüyorsan olmaz.

    YanıtlaSil
  3. popülist kültür hareketi tanıtım toplantısında, bir adam kalktı ve konuşmacılara "neden konuşurken rahat durmuyorsunuz, neden elleriniz hareket ediyor, neden şöyle yapıyorsunuz, neden cartsınız, neden curtsunuz, hareketlerinizi takip ederken sizi dinleyemedim, böyle konuşmacı mı olur" gibi şeyler söyledi.

    adam ne bekliyordu acaba? profesyonel konuşmacılar mı bekliyordu karşısında, lıkır lıkır şiir tadında konuşacak, gece radyo programı yapan elemanlardan mı bekliyordu öyle şuh ve artist mırıldanacak, ibrahim sadri'yi mi getirseydik yani o anlatsın biz kendimizden geçelim? olay gayet basitti, buradakiler profesyonel hatip değildi, zaten olamazdı, konuşma bitince herkes gibi tramvaya binip evlerine gidecekti, yine her gün olduğu gibi patates doğrayacaktı hanım ablalar, kapıda sigara içeceklerdi, akbillerini doldurtacaklardı. herkes gibiydiler yani herkes gibi olmayı önermeye gelmişlerdi, anlayacağınız halktılar bunlar.

    ben sıradan bir insanım anlayacağın gibi. küfür edip kavgaya giriştiğim adamlar da oldu, hesap kitap yaptığım zamanlar da. adam babamın dostuydu ben burada babam gibi davrandım yani halk gibi yani babam gibi yani halk. mesele kafa atıp atmadığın değil yani, kimin tarafında olduğun. şuursuz asilik istiyorsan islamcıların takıldığı kafelerde çok var. anarşizm değil ama bu, anarşizmden falan haberleri yok. dimmu borgir gibi bişi bu korkunç-komik durumu, ki ben bu adamı çocukken dinlerdim. mortiis dinleyerek uyurdum mesela. ama mesele türkü dinleyebilmek, şimdi ona çalışıyorum.

    YanıtlaSil
  4. Midemizi eskitmeye devam ediyoruz, dişlerimizi sonra...
    Biliyorum Allah hepimizin hesabını tutuyor. Ve yine yenilen ve ezilenlerden olmayı tercih ediyorum bu durumlarda. Hak nasıl savunulur elbette biliyorum da, değer mi? Yok be, düşmanın da adam gibi olacak ağız tadıyla bir kavga için.

    YanıtlaSil
  5. öncelikle; olaya salt müslüman zengin olarak bakmanız bence çok sağlıklı değil abdullah bey. olay, türkiye'deki görgü yoksunu zengin sorunudur. çünkü türk toplumunda kişiler ya çiftçi ya da esnaf kültürüne sahiptir. çiftçi kültürü mazlum esnaf kültürü para kazandıkça bir tarafları kalkan insanlardır. olaya böyle bakmak lazım. bakın abdullah bey, siz her ne kadar içinde olsanız da biliniz ki o insanları da o hale biraz da çiftçiler getiriyor. çünkü çiftçiler ona, bu kadar parayla çok farklı yaşaması gerektiğini, bir lokma bir hırka olayının olmaması gerektiğini söylüyor. bahsettiğiniz para yardımları da o insanın belki de ego tatmininden öteye geçmeyecek şeylerdir, kim bilir. o kişiler, bakın ben size söyleyeyim birçoğu itibariyle atadan babadan kalma malları yemekte olan insanlardır. yani kendileri bir şeyi oluşturmuş kurmuş insanlar değildir. kendileri bir şeyleri kurmuş olan insan sizin bahsettiğiniz gibi davranmaz, bundan eminim. çoğu mirasyedidir sizin bahsettiğiniz insanların. dolayısıyla, kendileri bir şey üretmemiş var olanı ağır aksak sürdüren ya da -sizin de belirttiğiniz üzere- kimi zaman batıran ama lüks yaşantısından yine de vazgeçmeyen insanlar, görünüşleri öyle olsalar da gerçek müslüman değillerdir. bunu böyle bilmekte yarar var. sonra, bir kimsenin çokça bağış yapması onu günahsız da yapmaz.
    ama sizi de bir noktada uyarmalıyım abdullah bey. bağış, sadaka, zekat gibi islam toplumunun çok önemli değerleri hakkında -sırf yanlış uygulamalar var diye- daha dikkatli bir dil kullanmanızı dilerdim. çünkü, sosyal yapının olmazsa olmazları arasında yer alır sadaka-zekat ve dinimizce -sizce de malumdur ki- birisi (zekat) farz kılınmış, diğeri de onlarca hadis-i şerifte teşvik edilmiş, bağışçılar taltif edilmiştir. bunu özellikle belirtmekte sonsuz yarar görmekteyim.
    lütfen olaylara bu gözlüklerle bakmaya çalışalım ve çok önemli sosyal müesseseleri de yıpratmayalım diye bunları söylüyorum.
    not: bağış yapacak yeni yetme zengin insanlara tavsiyem: lütfen şişko, koca koca göbek yapmış kur'an kursu hocalarına değil, şöyle zayıfça hz ebubekir gibi incecik hocaların olduğu kurslara bağış yapınız. bağış yaparken dikkatli olunuz. ayrıca; her kur'an kursu bağışı da mutlaka islam'a hizmet etmeye gidiyor da değildir zannımca, acizane...

    YanıtlaSil
  6. müslüman tanrılar bu dünyada alacaklarını aldılar öbür dünyaya eli boş olarak girecekler..

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Milli Savaş Hikayeleri

Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Milli Savaş Hikayeleri'nde 1914-1924 yılları arasında yaşanan Milli Mücadele günlerinde gerçekleşen bazı trajedik olayları okuyuculara aktarıyor. Milli Mücadele Dönemi Türk halkı için bir kahramanlık ve ıstırap dönemi olmuştur.  Yazar da bunu eserinde ustaca ele almış olduğu olay ve hikayelerle sade ve açık bir şekilde okuyuculara iletiyor. Yazar genelde  Ege bölgesinde meydana gelen olayları ele alıyor.  Özellikle,  Türk tarihi için büyük bir felaket olan güzel İzmir’in işgali ve düşman kuvvetlerinin buradaki halka yapmış oldukları zulüm ve hakaretler büyük bir yer alıyor yazarın “Milli Savaş Hikayeleri” adlı eserinde. Bu işgaller karşısında çaresiz kalan halıkın aciz durumu da tüm açıklığıyla ortaya konuluyor. Kitapta bulunan    bazı hikayelerde de Yunan kuvvetlerinin Batı Anadolu’yu işgali sırasında yerli halka  yapmış oldukları insanlık dışı işkenceler tanıklarıyla belirtiliyor.

Akbaba köyü 35 numara

Star tv'de yaklaşık bir ay önce başlayan, projesi Durul Bazan'a ait Gecekondu isimli program seyirciye yeni bir konsept sunuyor. Önceden yazılıp hazırlanmış bir metni olduğundan şüphe duyduğumuz Gecekondu programı güncel olaylara ve konulara eleştirel, saldırgan hatta kimi zaman anarşist bile diyebileceğimiz bir yaklaşım içinde. Zeynep Beşerler gibi süzme elitist, dünyada ne olup bittiğinden habersiz konukların dumura uğratıldığı bu absürd komediyi izlemenizi öneriyoruz. Çevrecilikten, Medyaya "steril" bir takım proje ve yaklaşımların üzerine limon sıkan bu yeni popülist dizi risk alarak ve cesaretle absürdün, politiğin, gündelik hayatın, komedinin ve ironinin sınırlarında dolaşıyor. Cuma gecesi 00.30'da yayınlanan diziyi aynı saatlerde talk show yapan disko krallarının, gece kuşlarının, aştürk baraş'ların izleyip feyz alması hatta belki utanması umulur...