Ana içeriğe atla

Popülizme yeni bakışlar. 12 Kasım 2010, Tarık Zafer Tunaya Kültür Merkezi, konuşma özeti

Popülizm ve elitizmle ilgili garip bir çelişki, hatta çapraşıklık var.

Elitistler kimseyi beğenmedikleri, gizli ya da açık herkesi aşağıladıkları halde çok seviliyor, takip ediliyorlar. “Fan”ları var.

Popülistler herkese yararlı olmayı, en azından zararlı olmamayı ilke edinmişler. Fakat insanlar popülistlerden ya kaçıyor ya da onlara hakaret ediyorlar.

Bu çelişkinin bir açıklaması var. Zaaf. İnsanlar elitistlerle Aristotelyen anlamda mimetik ilişki kuruyorlar, yani onlara özeniyorlar. “Duruş” deniyor buna. Duruş poz demek. Ama poz olumsuz, duruş olumlu anlamda kullanılıyor. Poz ya da duruş aynıdır aslında.
  • Doğal değildir. Zorlamadır.
  • Naif değildir. Bilinçlidir.
  • Samimi görüntüsü altında ya hesap vardır ya farkındalık.
Özenme, mimesis, taklit, özenti... Ne dersek diyelim, seçkinlere ya da seçkincilere perestiş etmek masum ve masum olmayan iki tarafa sahiptir. 


  • Masum tarafı: Mağdur ve mazlum insanlar seçkinlere özenir. Onları kurtaracak çözümün seçkinlerde olduğuna inanır. Buna bağlanma denir ve çok defa seçkin kimse kahramanlaştırılır. Bu masum bir ihtiyaçtan doğuyor.
  • Masum olmayan tarafı: İçimizde kalmış, yaşamak istediğimiz ama yaşayamadığımız, sahip olmak istediğimiz ama sahip olamadığımız şeyleri seçkinlerin sahip olduklarıyla simüle etmek isteriz. Bu, masum değildir. Bu masum olmayan istekleri kendimizi kafamızın içinde seçkinlerle özdeşlik kurarak gizlice ve sessizce hayali olarak yaşarız.

Popülistin tek kahramanı vardır: halk.

Birincisi, halk hepimizin yaşamamız için gereken birkaç şeyi, kelimeleri ve ekmeği yaratan insanlar demektir. Hepimiz bunun bir parçasıyız. Hepimiz ekmek ya da beton üretmesek de, hepimiz konuşarak, yazarak dili var ediyoruz.

Heidegger “Dil insanın evidir” demiş yanlış hatırlamıyorsam. Dil halkın yurdudur diye düşünüyorum ben. Bir kişilik, bir aileye has, hatta bir gruba ait olan bütün bir dil yoktur çünkü. Dil o dille yaşayan tüm halkın malıdır. Halk dilin içinde yaşar. Ama o dili yaşanır kılan da halktır. Tüm halk. Her birimiz ve hepimiz.

İkincisi eşya ve ilişkiler halk tarafından yapılır ve halk sayesinde anlam kazanır.
  • Zengin olmak için halka mal satmak zorundasınız. Aynı zamanda bu mal halkın ürettiği bir mal olmalıdır.
  • Ünlü olmak için kendinizi halka tanıtmak, kabul ettirmek, sevdirmek zorundasınız. Kötü şöhret çabuk yayılır ama çabuk unutulur.
  • Güçlü olmak için halkı kontrol etmeniz, ikna etmeniz, yönlendirmeniz gerekir. Güçlüler, iktidar sahipleri, devletler halkları kolaylıkla yönlendiriyor ama kendi aralarındaki rekabette bazen hatalar yapıyorlar. Bu hatalar halkla ilgilidir.
  • Halk bir adamı vezir de yapar rezil de eder.
  • Peygamberler ve padişahlar bile yalnız kalabilirler, eğer halk onların yolundan gitmezse.

Postmodern halk, postmodern halkçılık.

Narodnikler, 19. yüzyıl Rus halkçıları halkı tek bir organizma, tek bir irade gibi düşünüyorlardı. Çünkü Romantizmden etkilenmişlerdi. Mujikleri, yani Rus köylülerini Devrimin iradesi olarak görüyorlardı. Devrim Mujikler içindi ve Devrimi Mujikler gerçekleştirecekti. Popülistlerin tek görevi bunu Mujiklere hatırlatmaktan ibaretti.

Rus yakın tarihini Narodnikler yani Popülistler değil Bolşevikler belirledi. Bolşevikler Rus devrimini Rus işçi sınıfının yapacağını düşünüyorlardı. Rus işçi sınıfı yoktu aslında. Ama Bolşevik Parti vardı. Bolşevik Parti proletaryanın iradesi sayıyordu kendisini. Aslında 1) askerler, 2) kentli mülkiyetsiz gruplar yani bir anlamda memurlar, 3) köylüler Bolşeviklerin ardından gitti ve Devrim oldu.

Popülistler saf insanlardı. Sonra hayal kırıklığına uğradılar ve terörizm ve nihilizm yoluna girdiler. Bir kısmı anarşizm, anarko-sendikalizm, sendikalizm gibi yollara girdiler.

Bolşevikler ise planlı, programlı, dünya siyaset sahnesinde nasıl yer alabileceklerine dair bir plana sahip insanlardı. Neticede, 1946 Yalta Konferansıyla Bolşevik Parti yahut SSCB Komünist Partisi, Amerikan Hükümetiyle dünyayı bölüşmeyi başardı. Bolşevizm emperyalizmle neticelendi ama bu tarihi geriye doğru okuduğumuzda bir sürpriz sayılmamalı.

Lenin Narodnikleri eleştirirken Türkiye'deki bazı siyasi tartışmaları, bazı yol tartışmalarına benzer bir şeyler söyler. Burada parti veya lider ismi veremem. Ama Türkiye'nin kuruluşunda söylenen bazı sözler ve Türkiye kalkınma sürecine girdiğinde söylenen bazı sözler var.
  • Türkiye kurulurken İslamcılık, Milliyetçilik, Sosyalizm siyasetleri saflık ve hayalcilikle suçlandı. Dünya sistemi karşısında romantik bulundu. Dünya sistemiyle işbirliği kabul edildi ve bu işbirliğini yapan kadro Türkiye'yi uzun yıllar tek başına, gönlü istediği gibi yönetti. Bu kadro büyük vaatlerde bulundu. Muasır Medeniyet Seviyesi sözü verildi. Tabii ki tutulamadı. Türkiye muasır medeniyet seviyesine henüz ulaşmış değil. Bu yolla, bu modernleşme biçimiyle, mevcut siyasetlerle de ulaşacak değil. Bitti o iş.
  • Kalkınma döneminde bir siyasi parti lideri, bir başka lideri hayalcilikle suçladı. Eleştirilen siyasi parti lideri insan sermayesine dayanmayı, tam anlamı içinde popülizmi öneriyordu ve bir kalkınma devrimini tanımlıyordu. Eleştiriyi yapan parti lideri ise “Büyük Türkiye” sloganıyla hareket ediyordu. Büyük Türkiye sloganından sayısını hatırlamadığım devalüasyonlar çıktı. Türkiye ekonomik olarak çok büyük güç kaybına uğradı. Bağımsızlık önce lafta kaldı, sonra lafı bile edilmez oldu.
Lenin, Rus Narodniklerini hayalperestlikle suçluyordu. Dünya sistemine göre pozisyon alan bir devlet kurdu ve o devlet şekli sonunda yıkıldı. Türkiye'yi kuranlar Türkiye'nin kendi halkının özelliklerine göre hareket etmeyi “Bize müsaade etmezler, bizi ezerler” mantığıyla hayalcilik olarak damgalayıp Avrupa'yı kendine örnek aldılar ve sonunda kaybeden de kendileri oldu.
  • Popülistler her iki durumda tarihsel anlamda haklı çıktılar. Ama siyasi mücadelede iktidara gelemediler.
  • Bugün popülizm artık siyasi iktidarı hedef olarak almamalı. Hem popülist hem iktidar olunmuyor, bu artık anlaşılmış olmalıdır.
  • İki, tek amacı iktidarı elde etmek olan partilerin belli bir süre için haklı görünmeleri tarihsel anlamda haklı çıkacakları anlamına değil, genellikle belli bir süreyi iktidar olarak geçirip tükenecekleri anlamına gelir.
  • Halk değişiyor. Popülistler bunu unutuyorlar.
  • Halk değişiyor, iktidar siyaseti güdenler bunu unutuyorlar.

Popülizm doğuştandır. Halkçı olunmaz, halkçı doğulur.
  • Kars'ın Karakale köyünde doğmuşsanız halkçı olmanıza gerek yoktur. İsterseniz rüşvetçi bir vergi kontrolörü olun, halka karşı vazifeniz hatırlatıldığında yapmayacaksanız bile boyun eğersiniz.
  • Türkiye'de siyasi partilerde, orduda, mülkiyede, yerel yönetimlerde popülizm söylemenin bu kadar hakim olmasının nedeni taşralılıktır. Siyasetçilerimiz köy-kasaba-küçük şehir-kenar mahalle kökenli oldukları için popülizmin içine doğuyorlar. Ahlaklı olsunlar olmasınlar, doğru işler yapsınlar yapmasınlar, halka karşı görevlerini yapsınlar yapmasınlar şeklen her biri dünyaya halkçı olarak gelmiş insanlar.
  • Çoğu bunu sömürüyor. Azınlıksa temel kararların alınmasına çok fazla etki edemiyor.
  • Bunun aksi yönde burjuva aileler ve onların okumuş çocukları var. Bunlar bugün popülizmi en çok dillerine dolayanlardır. Bunların eleştirisi öncelikle kültüreldir. Geldiler “Caaanım İstanbul'u mahvettiler” derler. İstanbul sanki babanın malıydı.
  • İstanbul'da hayat vardı. Halk gelip buna tırnaklarını geçirdi. Bu kadar basit. Buna birçok isim verilir. Sıradanın sessiz tecavüzü diyor Asef Bayat. Artık değil. Ya da tamamen değil.
  • Halkın bir kısmı sömürü düzeninin bir parçası olmayı başardı. Büyük çıkarların yiyicileri arasına halk çocukları da karıştı.
  • Ama gene de büyük şehirlerde hayat var ve sıradan halk buna tecavüz ediyor ki ne yapsın? Göç etmek zorundaysanız göç edersiniz. “Bu dünya hepimizin” derler ama İstanbul'a girişe vize koymaya kalkarlar. Burjuvalara bırakılamaz bu meseleler.
  • Ekonomik nedenlerle popülizme karşı olanlar. Onlar büyük mülklere sahip olmuş olanlardır. Popülizme düşman olmaları halka düşman olmalarındandır. Halkın yüzde 20 kadarı ancak nefes alabilsin, yüzde 60 kadarı düzeni döndürsün, biz geriye kalan yüzde 20 de hayat yaşayalım isterler.
  • Popülist kültür en tepedeki yüzde 20'ye ve en alttaki yüzde 20'ye hitap etmiyor. Yüzde 60'lık hareketli, renkli, çoğul kalabalığa hitap ediyor. Hayatı boyu tek kitap okumuş, hayatı boyu tek bir kere olsun başka bir şehri gezmeye gitmiş, hayatı boyu tek bir kere siyasetle yakından ilgilenmiş ve hayatı boyu bir kere çok büyük bir hata yapmış, yani tercih şansı olan kalabalığa.
  • Bunlar potansiyel popülistlerdir. Potansiyel entelektüellerdir. Potansiyel zenginlerdir. Ama tam tersi de olabilirler. Bu masanın berisindeki bizler de dinleyenler de bu çoğunluktandır.
  • Turgut Uyar “açlık çoğunluktadır” demişti. O günün şartları öyleydi. O günün popülizmi bunu demeyi zorunlu kılıyordu. Bugün açlık veya tokluk değil, aradalık çoğunluktadır. Tam olarak aç veya tok değiliz. Dünyaya bigane kalacak kadar yoksul, dünyayı yaşayıp bitirmişlerin iç sıkıntısına, melaline kapılaacak kadar zengin değiliz.
  • Dünyayı istiyoruz ama kendimizi kaybetmek istemiyoruz. Çoğunluk biziz. Postmodern popülistler biziz.


Popülist olmak bana ne kazandırır?

Hareketli çoğunluğun mensubu her gün sorar, bu işten bana ne gelir? Bunu maddi olarak sorar, bunu manevi olarak sorar. Huzur ararsın, mutluluk ararsın, zengin veya meşhur olmayı değilse bile belli bir güven içinde ve belli insanlar karşısında itibarlı biri olarak yaşamak istersin. Popülist bunun dışında değildir. Peki popülist ne kazanır?
  • Birincisi, huzurdur. Kalp huzuru. Ben şöyle yaptım ama... Ben şuyum ama... diye başlayan cümleler kuran insanlardan olmazsın. Hatasız kul olmaz deyip geçersin. Popülist, acı ve sevinç yaşarken daima huzurlu kimsedir. Sınıfsal suçluluk duygusu onda yoktur. Halkın dostudur çünkü, düşmanı değil.
  • Halkın dostu olanın Hakk'ın düşmanı olabileceğini düşünebilir misiniz? Huzurdan sonra tutarlık gelir. İslam buna takva diyor. Başka inanış ve yaşayışlarda başka adları olabilir. Işık dersin, uyum dersin. Hepsinin amacı ve stratejisi aynıdır. Tutarlık. Hem yukarıyla yani Allah'la hem aşağıyla yani halkla aranı iyi tutmaya çalışıyorsun. İnsanlara yararlı olmaya çalışıyorsun. Böylece kendine de zulmetmemiş olursun. Cihat ve cehd tarafı da var bunun. Ama burada bunu konuşmayalım.
  • Etkililik. En büyük iki problemimiz var. Amaçsızlık, etkisizlik. Sıradan insanların arasında sıradan bir hayatı ama doğru bir şekilde yaşamaya çalışırken popülistin içi sıkılmaz. Bunun etkililik, aslında tek bir kişi için büyük bir etkililik olduğunu bilir. Hazreti Alinin bana bir harf öğretenin kırk yıl kölesi olurum dediği nakledilir. Bir tek insana bir tek konuda aklı başında bir söz ettiyseniz bir şey yaptınız demektir. Bir gün, bir hafta, bir yıl, hayat boyu.. Küçük şeylerden oluşan sıradan bir hayat. Popülist etkilidir.

Yorumlar

  1. "Dil varligin evidir" der. Google'dan bile bulabilirdiniz halktan birisi gibi.

    YanıtlaSil
  2. heidegger'le veya benzeri kılyün hikayelerle artık çok da ilgilenmediğimi anlıyorsundur. yine de düzeltme için teşekkürler.

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Milli Savaş Hikayeleri

Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Milli Savaş Hikayeleri'nde 1914-1924 yılları arasında yaşanan Milli Mücadele günlerinde gerçekleşen bazı trajedik olayları okuyuculara aktarıyor. Milli Mücadele Dönemi Türk halkı için bir kahramanlık ve ıstırap dönemi olmuştur.  Yazar da bunu eserinde ustaca ele almış olduğu olay ve hikayelerle sade ve açık bir şekilde okuyuculara iletiyor. Yazar genelde  Ege bölgesinde meydana gelen olayları ele alıyor.  Özellikle,  Türk tarihi için büyük bir felaket olan güzel İzmir’in işgali ve düşman kuvvetlerinin buradaki halka yapmış oldukları zulüm ve hakaretler büyük bir yer alıyor yazarın “Milli Savaş Hikayeleri” adlı eserinde. Bu işgaller karşısında çaresiz kalan halıkın aciz durumu da tüm açıklığıyla ortaya konuluyor. Kitapta bulunan    bazı hikayelerde de Yunan kuvvetlerinin Batı Anadolu’yu işgali sırasında yerli halka  yapmış oldukları insanlık dışı işkenceler tanıklarıyla belirtiliyor.

Akbaba köyü 35 numara

Star tv'de yaklaşık bir ay önce başlayan, projesi Durul Bazan'a ait Gecekondu isimli program seyirciye yeni bir konsept sunuyor. Önceden yazılıp hazırlanmış bir metni olduğundan şüphe duyduğumuz Gecekondu programı güncel olaylara ve konulara eleştirel, saldırgan hatta kimi zaman anarşist bile diyebileceğimiz bir yaklaşım içinde. Zeynep Beşerler gibi süzme elitist, dünyada ne olup bittiğinden habersiz konukların dumura uğratıldığı bu absürd komediyi izlemenizi öneriyoruz. Çevrecilikten, Medyaya "steril" bir takım proje ve yaklaşımların üzerine limon sıkan bu yeni popülist dizi risk alarak ve cesaretle absürdün, politiğin, gündelik hayatın, komedinin ve ironinin sınırlarında dolaşıyor. Cuma gecesi 00.30'da yayınlanan diziyi aynı saatlerde talk show yapan disko krallarının, gece kuşlarının, aştürk baraş'ların izleyip feyz alması hatta belki utanması umulur...

Müslüman Tanrılar

Birkaç sene önce aile dostumuz olan bir adamın şirketine bir iş yapmıştım. Paramı üç gün içinde almam gerekiyordu. Ama adam paramı vermemek için takla atıp duruyordu. Üç gün, beş gün, on gün derken bir buçuk ay geçti. En az on defa gittim geldim adamın yanına. Ve o sıralar hiç param olmadığı için yürüyerek gidip geliyordum. Ya yerinde olmuyor, ya tatile gitmiş oluyor, ya da paranın bir kısmını verip beni postalıyordu. Sonunda, efendiliğimi bozmadan, bu işin bu şekilde olmayacağını, paramı almam gerektiğini bu işin böyle uzamasının doğru olmadığını söyledim. Aynen böyle, bu şekilde. İşte o an olan oldu, adam köpürdü birden. Nasıl ben böyle bir şey söyleyebilirmişim, zaten bu işi çok daha ucuza yaptırabilirmiş, bana yardım olsun diye bu işi bana vermiş, yeğeni falanca çocuğa baksaymışım ya o terbiyeli çocukmuş hiç böyle şeyler söylemezmiş, ben nasıl terbiye görmüşmüşüm böyle, ne kadar ayıpmış, falan filan. Yüzlerce adamla çalıştım, yol yordam biliyorum ama karşımdakinin bir tanrı olduğun