Ana içeriğe atla

Yerli turistler için İstanbul Rehberi 2

Esenler’in insanları pisliktir. Bağcılar’da oturanlar terbiyesizdir. Güngören’in çocukları veremlidir, lanetlidir. Küçükçekmece’de oturanlar leş gibi kokar. Gaziosmanpaşa, Habipler, Sultanbeyli, Suntangazi pislik yerlerdir, buralarda oturulmaz. Evet, kesinlikle oturulmaz. Eğer oturulabilseydi, bu gibi yerlerin Belediye başkanları kendi ilçelerinde otururdu. Kendi yönettiği ilçede oturmayı aşağılık bir durum olarak gören Belediye başkanlarının çoğunluk teşkil ettiği bir şehirdir İstanbul. Bunu wikipedi’ye girin bence. Bu bal gibi “efradına cami ağyarına mani” bir tanımdır.


Hasta mısın lan sen? Manyak mısın olum? Nasıl bir mantık lan bu? Kafam basmıyor! Nasıl oluyor da kendi ilçenizde değil de korunaklı allı süslü pudralı sidikli yerlerde yaşayabiliyorsunuz? İnsan utanır bir kere. Cidden utanır. Şimdi, düşündüm açıkçası, bu adamların isimlerini versem mi diye. Dava falan açabilirler. Dava açsalar ne olur ki? Bilmiyorum, hiçbir fikrim yok. Geçen bir yazım için ihtar gibi bir metin gelmiş. Falanca yazıyı şu tarihe kadar kaldırmazsanız, hakkınızda falan filan yapılacaktır diye. Resmiyet durumuna bakmaksızın: “İyi olur. Biraz yatıp çıkmak fena olmaz. Canım sıkılıyor zaten.” diye yanıtladım. Eski full yatıcı belediye başkanlarının kendi ilçelerinde değil de Florya’da özel havuzlu sitelerde yaşadığını biliyordum. Ama şimdiki hizmet ettiğine inandığım adamların da aynı hastalıktan muzdarip olduğunu öğrenince üzüldüm. Görevini tamamlayıp lüks sitelere taşınan adamlar da var. Onları anlayışla karşılayabiliriz elbette. Her neyse. Vaz geçtim isim vermekten, hayır, başka sebeplerden dolayı. Adımın geçtiği yerler zorluk yaşamasınlar diye…


Konumuza dönelim. İlçe ilçe anlatmak uzun sürüyor. Blok blok gidelim. Üsküdar’ın Harem ötesinden başlayan sahilinden ta Kartal’a kadar olan sahil kesimini bir blok olarak düşünebiliriz. Arada ibreyi yukarı doğru zorlayan Bağdat Caddesi, Cadde Bostan, Küçükyalı gibi yerler de var. İbreyi aşağı çeken yerler de mevcut tabi. Ev arıyorsanız mesela, bu bölgeden ev bakarken giriş katların normalden daha ucuza satıldığını fark edeceksiniz. Evet, Habipler’de de giriş katlar ikinci kata göre daha ucuzdur (ve bu doğaldır zaten), ama makas bahsettiğim yerlerdeki kadar hiçbir zaman açılmaz. İkinci kattaki daire atıyorum 300 bin liraya satılırken giriş dairesi 200 bin liraya satılıyorsa bir terslik vardır. Bunu çakozlamam uzun sürdü ama benim bulduğum şey şu: eski bir alışkanlıkla giriş katın sadece pis kapıcıların oturabileceği bir yer sanıyorlar hala. Bunu aşan yerler de var tabi. Ama oralar çok özel yerler. Fener parkının oralar. Birinci katta götünü yerinden kaldıramayan yaşlı çiftler oturuyor. Akşamları yürüyüşe çıkıp kımıl kımıl dolandıktan sonra merdiven çıkmak, asansöre binmek istemiyorlar. Fener parkının orada askeri lojmanlar da var tabi. Askeri bölgelere hiç giremediğim için orada hayat nasıl bilmiyorum. Başakşehir’de Oyak sitesi var. Girebilmem mümkün olmasına rağmen girmedim. Çünkü Başakşehir’deki dindarların yaşadığı diğer sitelerin 2 metrelik tellerine artı olarak burada bir metre de jiletli tel çekmişler. Tırstım yani. Uzaktan gördüğüm şey şu, bisikletleri dışarıda bırakıyor çocuklar, rahatlar, hırsızlık tehlikesinden uzaklar. Sıkı korunuyorlar. (kimden?)

Ümraniye, Sultanbeyli ve Üsküdar’ın küçük bir kısmı bir blok oluşturabilir. Buradaki hayat, Güngören, Esenler, Bayrampaşa, Gaziosmanpaşa bloğundaki gibidir. Ufak tefek ayrımlar elbette vardır. Yaşayış benzer. Bazı yerlerde ticaret, para bir yere toplanmıştır, büzülmüştür. Bazı yerlerde dağınıktır. Ümraniye mesela, Alemdağ Caddesi’nin başını çektiği üç büyük cadde ile sürdürür hayatını. Birbirine paralel bu caddelerden Çavuşbaşı Caddesi en atıl olanıdır. Alemdağ Caddesi etrafındaki irili ufaklı bir çok caddeyi de besler. Bütün hayat buradadır. Hiç fark edilmez mesela, Alemdağ ile Çavuşbaşı caddesinin arasında kalan sokaklarda çok sayıda matbaa vardır. Bir sürü ozalitçi vardır. Ama bu caddelerin dışına çıktığınız zaman gerçek Ümraniye ile karşılaşırsınız. Avrupa yakasında ise, caddeler bir ilçeden bir ilçeye çıkarır sizi, atölyeler mahallelerin içindedir. Turistlere bir öneri: hafta içi bir sabah 10’da ara sokaklarda (bağcılar, esenler, güngören) yürüyor olacaksınız, yüzlerce çocuğu kapının önündeki kaldırımlarda çay içip poğaça yerken bulacaksınız. İşte onlar, ilk paydosunu yapan konfeksiyon çocukları. Paydos bitince Orhan Gencebay başlayacak…

(Sultanbeyli, Ümraniye, Bayrampaşa, Esenler, Güngören, Bağcılar, Gaziosmanpaşa, Habipler; buralardan girişimci çıkmaz mesela. Girişimci çocukların yetişeceği bir ortam yoktur. Buralarda hayat gridir, moral bozucudur, yeşillik yoktur, her yer betondur, her yer egzoz dumanıdır, hayat boktandır, üçüncü sayfa haberlerine konu olmak vardır, bakkala borç vardır, yolda çalışma vardır, çamurdur. Buraların çocukları bireyselleşemez. İstisnalar kaideyi bozmak gibi bir artistlik yapmadığı sürece buralardan girişimci çıkmaz. En fazla esnaf olurlar. O kadar. Girişimci gençler, Üsküdar, Kadıköy, Fatih, Haznedar, Bahçelievler, Bakırköy gibi yerlerden çıkar. Kolej okumadan girişimci olunmaz. Kaideyi zorlayan istisnalar girişimci olucaz diye sürünürler, bu olur.)

Bunları anlatınca canım sıkılıyor. Eskiden canım sıkılmazdı. Çünkü bilmezdim. Her şey bizim yaşadığımız gibi sanırdım. Küçükken de çok gezerdim ama lüks semtlere adımımı atmamıştım. Şimdi ise kafam çok karışık... Kafam karışık çünkü İstanbul’un en zengin çocuklarıyla (o duvarlarında üç yüz tane fotoğraf olan ve fotoğraflarda yemek yemeğe gelmiş ünlülerin resimleri bulunan) meşhur Florya restoranlarda da bulundum; Esenler’in çocuklarıyla beş parasız sokakta da kaldık… Her ikisine de en uçlarda şahit olmak, ister istemez insanı biraz hırçınlaştırıyor. Bazı kaleler vardır. Çok iyi bilirsiniz. Falanca yer bilmem neyin kalesi falan derler. Buralarda illaki sembolik bir şey vardır. Belki hiç ön planı çıkarılmaz, hatta özellikle saklanır. Bunlar genelde, sanat galerisi falan değilse, cami ya da kilisedir. Florya böyle bir yerdir. Yeşilköy’deki hemen o caminin karşısındaki kilise özellikle saklanmış, zamanının gelmesini bekliyor gibidir. Bizim camia gidip Florya’da ofis açamaz. Sığınamaz oralara. Bizim yayınevlerimiz oralarda bina falan kiralayamaz. Bunu yapabilmek için dünyanın en akıllı adamı olmanız gerekir. Her fırsatta dünyanın en akıllı insanı olduğunu iddia eden Erdal Demirkıran abi’yi ben ciddiye almazdım. Adamın günahını alırdım, şaklaban (tövbe tövbe) falan diye düşünürdüm. Florya’nın en paşa yerinde Kashna – Kitap Ağacı’nın ofisini görünce Erdal abinin dünyanın en akıllı insanı olduğunu hem takdir ettim, hem de adamın arkasından pis şeyler düşündüğüm için kendime çok kızdım.

Ben Yeşilköy’ü en çok yazın severim. Çünkü Bakırköy ve Yenimahalle’den trene kaçak binen çocuklar hurra diye lüks sitelerin arasından bağıra çağıra koşup denize dalarlar. Villalarda oturan kokonaların özene bezene sulayıp yetiştirdikleri çamların dibine işerler. Sonra Bim’e karpuz almaya gelirler. Ben buna bayılırım. Üç dört yıl önce Yeşilköy sahiline belediye el attı. Buralara çekidüzen verdiler. Soyunma kabinleri falan koydular. Soyunma kabinleriyle birlikte özel güvenlik ve polis ekipleri de geldi. İpi kopuk serseri çocukların alanı biraz daraldı böylece. Çocukken ben de Menekşe sahilinde girerdim denize. Başkada yerimiz yoktu zaten. Menekşe vardı, Yeşilköy vardı. Florya’nın plajları paralıydı. Hem orada donla denize sokmazlardı. Sarıyer ise çok uzaktı. Gittin mi kalacaksın orada, gece hava soğuk olacak, dudakların moraracak. Zor yani. Kumburgaz’ı, Selimpaşa’yı biraz daha büyüyünce öğrendik... Kar yağıyor. Ben yola çıkıyorum. Devam edeceğiz…

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Milli Savaş Hikayeleri

Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Milli Savaş Hikayeleri'nde 1914-1924 yılları arasında yaşanan Milli Mücadele günlerinde gerçekleşen bazı trajedik olayları okuyuculara aktarıyor. Milli Mücadele Dönemi Türk halkı için bir kahramanlık ve ıstırap dönemi olmuştur.  Yazar da bunu eserinde ustaca ele almış olduğu olay ve hikayelerle sade ve açık bir şekilde okuyuculara iletiyor. Yazar genelde  Ege bölgesinde meydana gelen olayları ele alıyor.  Özellikle,  Türk tarihi için büyük bir felaket olan güzel İzmir’in işgali ve düşman kuvvetlerinin buradaki halka yapmış oldukları zulüm ve hakaretler büyük bir yer alıyor yazarın “Milli Savaş Hikayeleri” adlı eserinde. Bu işgaller karşısında çaresiz kalan halıkın aciz durumu da tüm açıklığıyla ortaya konuluyor. Kitapta bulunan    bazı hikayelerde de Yunan kuvvetlerinin Batı Anadolu’yu işgali sırasında yerli halka  yapmış oldukları insanlık dışı işkenceler tanıklarıyla belirtiliyor.

Akbaba köyü 35 numara

Star tv'de yaklaşık bir ay önce başlayan, projesi Durul Bazan'a ait Gecekondu isimli program seyirciye yeni bir konsept sunuyor. Önceden yazılıp hazırlanmış bir metni olduğundan şüphe duyduğumuz Gecekondu programı güncel olaylara ve konulara eleştirel, saldırgan hatta kimi zaman anarşist bile diyebileceğimiz bir yaklaşım içinde. Zeynep Beşerler gibi süzme elitist, dünyada ne olup bittiğinden habersiz konukların dumura uğratıldığı bu absürd komediyi izlemenizi öneriyoruz. Çevrecilikten, Medyaya "steril" bir takım proje ve yaklaşımların üzerine limon sıkan bu yeni popülist dizi risk alarak ve cesaretle absürdün, politiğin, gündelik hayatın, komedinin ve ironinin sınırlarında dolaşıyor. Cuma gecesi 00.30'da yayınlanan diziyi aynı saatlerde talk show yapan disko krallarının, gece kuşlarının, aştürk baraş'ların izleyip feyz alması hatta belki utanması umulur...

Müslüman Tanrılar

Birkaç sene önce aile dostumuz olan bir adamın şirketine bir iş yapmıştım. Paramı üç gün içinde almam gerekiyordu. Ama adam paramı vermemek için takla atıp duruyordu. Üç gün, beş gün, on gün derken bir buçuk ay geçti. En az on defa gittim geldim adamın yanına. Ve o sıralar hiç param olmadığı için yürüyerek gidip geliyordum. Ya yerinde olmuyor, ya tatile gitmiş oluyor, ya da paranın bir kısmını verip beni postalıyordu. Sonunda, efendiliğimi bozmadan, bu işin bu şekilde olmayacağını, paramı almam gerektiğini bu işin böyle uzamasının doğru olmadığını söyledim. Aynen böyle, bu şekilde. İşte o an olan oldu, adam köpürdü birden. Nasıl ben böyle bir şey söyleyebilirmişim, zaten bu işi çok daha ucuza yaptırabilirmiş, bana yardım olsun diye bu işi bana vermiş, yeğeni falanca çocuğa baksaymışım ya o terbiyeli çocukmuş hiç böyle şeyler söylemezmiş, ben nasıl terbiye görmüşmüşüm böyle, ne kadar ayıpmış, falan filan. Yüzlerce adamla çalıştım, yol yordam biliyorum ama karşımdakinin bir tanrı olduğun