Ana içeriğe atla

Kişi olmadan kişisel olmak

Hep anlattığım bir hikaye vardır. ODTÜ'de Atatürk matatürk tartışıyoruz. Yaklaşık 60 tane Kemalist öğrenci bir tarafta, karşılarında ben. Ben başka bir şeyi anlatmak için Atatürk dedim Balıkesir'de hutbe vererek halkı savaşa çağırdı. Yüzünü asla unutmayacağım bir kızcağız, gardiyanım gibi gelmişti çünkü, akıl aptallığın hapsindedir, "Hayır, hiç de bile, o senin görüşün!" deyince ben nerdeydim diye düşünmeye başladım. Hayır o yanlış bilgi, demiyordu çünkü babası anasını görmüş, bu olmuş, anaokuluna ilkokula orta okula liseye gitmiş ve çok çalışarak (üniversitelerden -mübarek İstanbul Üniversitesi hariç- nefret etmemin 338 nedeninden biri de gün 24 saat "Hımm, ben çok çalıştım! Hımm, ben çok çalıştım!" şeklinde duran ve bakan kız öğrencilerdir) ve nihayet ve çok şükür ODTÜ'nün İşletme bölümünü kazanmış (ve haliyle mezuniyetten sonra bir bankanın Kurumsal Pazarlama Direktörünün altında filan çalışacak -yok hayır, altında derken pozisyon olarak söyledim) kofti sarışın kız; o senin görüşün diyordu. Tabii, hayretime galip gelip "Sana bu masa desem, o senin görüşün diyeceksin, o yüzden karavana!" deyip kızı "Hıı-hııı!" durumuna soktum. Hı-hı ise şu: Kız dümdüz olmuştur ama gıcık birisi olduğunu hatırlatma gereği duymaktadır. Yani sen ömrün boyu ders çalışmadın, Atatürk'ü de sevmiyorsun zaten, pis şeriatçısın ve beni dümdüz ediyorsun; ben de gıcığım ama, beni yendiğini yüzüme bakarak asla anlayamazsın, çünkü gıcıklar büyüyünce hala olup Popülist Kültür Derneği için muvafakatname almaya geldiğinizde "Hayıııır! İmza vermiyoruz, vermeyeceğiz!" diyecektir. Her neyse.


Çok iyi anlatamamış olabilirim, ama bazı insanlar var ki, bugün okumuş kesimin çoğunu oluşturuyorlar, herhangi bir konuda konunun gerektirdiği zeka, bilgi, insaniyet, düşünce, emek, görgü ve dikkate zerre kadar sahip olmadıkları halde cart curt edebiliyorlar. Ben ben ve den den derdim bunlara eskiden. Sürekli yeni bir kinaye icat etmek zorundayız bunlara karşı. Kinaye yerine cinayet de iyi giderdi ama şiddet tekeli var melmekette. Devlet dışında şiddet uygulayanlar daha büyük şiddete çarptırılıyorlar. Birini haklı bir nedenle öldürmek yaralamak diye bir şey yok mesela. Ancak o size tabanca doğrultmuşsa onu tabanca ile veya daha azı ile vurabilirsiniz. Kişi olamamış ama kişisel olmaya kalkanların uyguladığı şiddet için hiçbir cezai müeyyide yok. Tam aksine böyle tipleri müdür filan yapıyorlar. Öznellik çağımızda ve bütün çağlarda para ediyor. En saçma fikir en çok satıyor. İnsanlara en az faydası olup en büyük ukalalığı yapan en çok ödüllendiriliyor. Mahallenin şişman kızı en çok elma şekerini yiyor.

Bunun iki çaresi var. Birincisi, kendimizi onun elde ettiklerine ve onun kendisine ve onun etkisindekilere karşı korumak. Umursamadığın, karşısında küçülmediğin zaman aptallık ve öznellik söner. Ama sadece sen orda olduğun sürece ve sadece senin karşında söner. Onun için de bulunduğumuz yerde saygı yaratmamız lazım. Bunun hilesi de dikkati kendi üzerimize çektiğimiz için bize projeksiyon yaparak öznel, kişisel, kibirli, megaloman demeleri. Bunu da aynı kinayeli tavırla geri püskürtmek zorundayız. İkinci ve esaslı yol ise elimizdeki güçleri öznelliğin, kişiselliğin değil nesnelliğin, haklılığın yolunda kullanmak. Bu zor bir şey. Çoğunluk bunu başaramaz. Çünkü zayıftır ve birçok şeyi denememiş, birçok şeyi bilmemektedir. Kimse her şeyi bilemez. Bilmediklerimize karşı daha dikkatli olmak zorundayız. Hakkımızı yiyenlerin hakkını başkalarına karşı, bazen kendilerine karşı bile müdafa etmeye mecbur kalabiliriz. Teknik olarak doğru olmak yeterli değil. Stratejik olarak da doğru olmak zorundayız. Maksat hakikat ortaya çıksın, ise tabii. Hakikat ancak büyükten küçüğe, güçlüden zayıfa herkesin hakkı teslim edilirse ortaya çıkabilir. Doğru yanlışı, iyi kötüyü, güzel çirkini yendiği sürece. Tek tek insanların ve hep beraber ümmetin sayesinde. Ümmet cemaat mühim değil. İnsan insanca topluluk haline geliyorsa hakikati ortaya çıkarmayı da başarır. Ama bunun dışında din adına da gayet kişisel davranabilir insanlar. Kişisel olmak elma şekere getiriyor ne de olsa. Nesnel olmanın ödülü yok. Kendisinden başka. Haksızlık etmeyelim, başka bir şey istemiyoruz.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Milli Savaş Hikayeleri

Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Milli Savaş Hikayeleri'nde 1914-1924 yılları arasında yaşanan Milli Mücadele günlerinde gerçekleşen bazı trajedik olayları okuyuculara aktarıyor. Milli Mücadele Dönemi Türk halkı için bir kahramanlık ve ıstırap dönemi olmuştur.  Yazar da bunu eserinde ustaca ele almış olduğu olay ve hikayelerle sade ve açık bir şekilde okuyuculara iletiyor. Yazar genelde  Ege bölgesinde meydana gelen olayları ele alıyor.  Özellikle,  Türk tarihi için büyük bir felaket olan güzel İzmir’in işgali ve düşman kuvvetlerinin buradaki halka yapmış oldukları zulüm ve hakaretler büyük bir yer alıyor yazarın “Milli Savaş Hikayeleri” adlı eserinde. Bu işgaller karşısında çaresiz kalan halıkın aciz durumu da tüm açıklığıyla ortaya konuluyor. Kitapta bulunan    bazı hikayelerde de Yunan kuvvetlerinin Batı Anadolu’yu işgali sırasında yerli halka  yapmış oldukları insanlık dışı işkenceler tanıklarıyla belirtiliyor.

Akbaba köyü 35 numara

Star tv'de yaklaşık bir ay önce başlayan, projesi Durul Bazan'a ait Gecekondu isimli program seyirciye yeni bir konsept sunuyor. Önceden yazılıp hazırlanmış bir metni olduğundan şüphe duyduğumuz Gecekondu programı güncel olaylara ve konulara eleştirel, saldırgan hatta kimi zaman anarşist bile diyebileceğimiz bir yaklaşım içinde. Zeynep Beşerler gibi süzme elitist, dünyada ne olup bittiğinden habersiz konukların dumura uğratıldığı bu absürd komediyi izlemenizi öneriyoruz. Çevrecilikten, Medyaya "steril" bir takım proje ve yaklaşımların üzerine limon sıkan bu yeni popülist dizi risk alarak ve cesaretle absürdün, politiğin, gündelik hayatın, komedinin ve ironinin sınırlarında dolaşıyor. Cuma gecesi 00.30'da yayınlanan diziyi aynı saatlerde talk show yapan disko krallarının, gece kuşlarının, aştürk baraş'ların izleyip feyz alması hatta belki utanması umulur...

Müslüman Tanrılar

Birkaç sene önce aile dostumuz olan bir adamın şirketine bir iş yapmıştım. Paramı üç gün içinde almam gerekiyordu. Ama adam paramı vermemek için takla atıp duruyordu. Üç gün, beş gün, on gün derken bir buçuk ay geçti. En az on defa gittim geldim adamın yanına. Ve o sıralar hiç param olmadığı için yürüyerek gidip geliyordum. Ya yerinde olmuyor, ya tatile gitmiş oluyor, ya da paranın bir kısmını verip beni postalıyordu. Sonunda, efendiliğimi bozmadan, bu işin bu şekilde olmayacağını, paramı almam gerektiğini bu işin böyle uzamasının doğru olmadığını söyledim. Aynen böyle, bu şekilde. İşte o an olan oldu, adam köpürdü birden. Nasıl ben böyle bir şey söyleyebilirmişim, zaten bu işi çok daha ucuza yaptırabilirmiş, bana yardım olsun diye bu işi bana vermiş, yeğeni falanca çocuğa baksaymışım ya o terbiyeli çocukmuş hiç böyle şeyler söylemezmiş, ben nasıl terbiye görmüşmüşüm böyle, ne kadar ayıpmış, falan filan. Yüzlerce adamla çalıştım, yol yordam biliyorum ama karşımdakinin bir tanrı olduğun