Ana içeriğe atla

Yaşatmak için yaşamak

My Sister's Keeper (Kız Kardeşimin Hikayesi) baş rolünü Cameron Diaz'ın oynadığı 2009 yapımı bir film. Jeremy Leven'in aynı adlı romanından uyarlanmış. Filmi, konusu ve konunun başarılı işlenişiyle söz konusu ediyoruz.
Sara (Cameron Diaz), çocukluğundan beri lösemili olan kızını yaşatmak için ne gerekiyorsa yapmaya hazırdır, yapar. Kızını yaşatmak, yaşama amacı olmuştur. Doktorun önerisiyle genleri, lösemili kızı Kate'in genleriyle uyumlu olacak şekilde bir çocuk sahibi olur. Anna, ablasını yaşatmak için dünyaya gelen bir çocuktur, bunu bilerek yaşar. Kanından, kemik iliğinden ve başkaca vücudundan ablası için faydalanılır. (Bu noktada Yaşamak İçin (Alive) adlı film akla geliyor. Bir grup rugby oyuncusu yolculuk ettikleri uçağın Ant Dağları üzerinde düşmesinden sonra sağ kalanlar yaşamak için ölü arkadaşlarının etini yemek zorunda kalırlar, henüz sağ olanların bazısı öldüklerinde arkadaşlarına etini yiyebileceklerini söyler.)
Kate, aklı erdiğinden beri öleceğini sezmekte, bilmektedir. Artık hastalığını, ailesinin perişanlığını taşıyacak halde değildir. Bu yüzden küçük kardeşini öğütler. Şu avukata git, tıbbi bağımsızlık talebi iste, der. Anna, ablasının dediğini yapar. Ailenin erkek çocuğundan Anna'ya, babaya herkes lösemili kızın artık ölmek istediğini anlamışken anne Sara anlamaz, anlamak istemez. Bu anlayışsızlığı aile içi gerilimlere sebep olur. Sara'nın kızını yaşatmak isteyen anneliği saygıyı hak etse de bunu yaşama amacı haline getirmesi pek de anlaşılır bir şey değildir bizce. İnanışımıza göre takdir-i ilahi diye/(bile)ceğimiz bu durum Batılı insanın kendi inanışınca tabiatın kanunlarına karşı koyma girişimi olarak da anlaşılabilir. Ama ailesi Sara'yı, Kate'in artık ölmek istediğine ikna eder. Sara da artık kızını yaşatmak çabasından vazgeçer. Artık kaza olmuş, kız ölmüştür. Film bir taraftan anneliği yüceltirken öte taraftan bizce kader, kaza, hayata tutunmak, hayata ne uğruna tutunmak gibi konularda düşünmemizi sağlıyor.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Milli Savaş Hikayeleri

Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Milli Savaş Hikayeleri'nde 1914-1924 yılları arasında yaşanan Milli Mücadele günlerinde gerçekleşen bazı trajedik olayları okuyuculara aktarıyor. Milli Mücadele Dönemi Türk halkı için bir kahramanlık ve ıstırap dönemi olmuştur.  Yazar da bunu eserinde ustaca ele almış olduğu olay ve hikayelerle sade ve açık bir şekilde okuyuculara iletiyor. Yazar genelde  Ege bölgesinde meydana gelen olayları ele alıyor.  Özellikle,  Türk tarihi için büyük bir felaket olan güzel İzmir’in işgali ve düşman kuvvetlerinin buradaki halka yapmış oldukları zulüm ve hakaretler büyük bir yer alıyor yazarın “Milli Savaş Hikayeleri” adlı eserinde. Bu işgaller karşısında çaresiz kalan halıkın aciz durumu da tüm açıklığıyla ortaya konuluyor. Kitapta bulunan    bazı hikayelerde de Yunan kuvvetlerinin Batı Anadolu’yu işgali sırasında yerli halka  yapmış oldukları insanlık dışı işkenceler tanıklarıyla belirtiliyor.

Akbaba köyü 35 numara

Star tv'de yaklaşık bir ay önce başlayan, projesi Durul Bazan'a ait Gecekondu isimli program seyirciye yeni bir konsept sunuyor. Önceden yazılıp hazırlanmış bir metni olduğundan şüphe duyduğumuz Gecekondu programı güncel olaylara ve konulara eleştirel, saldırgan hatta kimi zaman anarşist bile diyebileceğimiz bir yaklaşım içinde. Zeynep Beşerler gibi süzme elitist, dünyada ne olup bittiğinden habersiz konukların dumura uğratıldığı bu absürd komediyi izlemenizi öneriyoruz. Çevrecilikten, Medyaya "steril" bir takım proje ve yaklaşımların üzerine limon sıkan bu yeni popülist dizi risk alarak ve cesaretle absürdün, politiğin, gündelik hayatın, komedinin ve ironinin sınırlarında dolaşıyor. Cuma gecesi 00.30'da yayınlanan diziyi aynı saatlerde talk show yapan disko krallarının, gece kuşlarının, aştürk baraş'ların izleyip feyz alması hatta belki utanması umulur...

Müslüman Tanrılar

Birkaç sene önce aile dostumuz olan bir adamın şirketine bir iş yapmıştım. Paramı üç gün içinde almam gerekiyordu. Ama adam paramı vermemek için takla atıp duruyordu. Üç gün, beş gün, on gün derken bir buçuk ay geçti. En az on defa gittim geldim adamın yanına. Ve o sıralar hiç param olmadığı için yürüyerek gidip geliyordum. Ya yerinde olmuyor, ya tatile gitmiş oluyor, ya da paranın bir kısmını verip beni postalıyordu. Sonunda, efendiliğimi bozmadan, bu işin bu şekilde olmayacağını, paramı almam gerektiğini bu işin böyle uzamasının doğru olmadığını söyledim. Aynen böyle, bu şekilde. İşte o an olan oldu, adam köpürdü birden. Nasıl ben böyle bir şey söyleyebilirmişim, zaten bu işi çok daha ucuza yaptırabilirmiş, bana yardım olsun diye bu işi bana vermiş, yeğeni falanca çocuğa baksaymışım ya o terbiyeli çocukmuş hiç böyle şeyler söylemezmiş, ben nasıl terbiye görmüşmüşüm böyle, ne kadar ayıpmış, falan filan. Yüzlerce adamla çalıştım, yol yordam biliyorum ama karşımdakinin bir tanrı olduğun