Ana içeriğe atla

Celal Göle'nin manevraları

Celal Göle, tuzu kuru hukuk profesörü, demek sonunda Ankara Hukuk Dekanı olmayı başarmış. ODTÜ'de bizi sürekli fırçalardı, züppesiniz, hocanın değerini bilmiyorsunuz, değerlerimize sadık değilsiniz filan falan diye. Değer derken neyi kastediyorsunuz diye bi anlık gaflete kapılıp sormuştum. Tiyatroda oyun başladıktan sonra salona girmeme değerinden söz ediyormuş. Artık gençler tiyatroya sinemaya istedikleri zaman girip çıkıyorlarmış ki bu, bizim değerlerimize uygun bir şey değilmiş. Sizin bu sözünü ettiğiniz değerler 60 senelik dedim. 60 senelik değer olmaz mı dedi, bu da. Hocam insanlar binlerce yıllık değerlere saygı göstermek zorunda kalmıyorlar dedim, 60 senelik değerlerin lafı mı olur. Celal Göle, böyle bir adam, tuzu kuru hukuk profesörü. Bakın, Burhan Kuzu'nun yumurtalı saldırıdan sonra kendisini istifaya çağırmasına nasıl karşılık vermiş: 

"Bunun üzerine 6 Aralık 2010 tarihinde Fakülte Yönetim Kurulunu acilen olağanüstü toplantıya çağırdım. Ancak, Yönetim Kurulu, öğrenciler tarafından organize edilen bu etkinliğin iptalinin akademik özgürlüklerin ihlaline yol açacağı, sonuçlarının daha ağır olabileceği endişesiyle iptal edilmemesine oybirliği ile karar vermiştir. Bunun üzerine, Fakülte Dekanlığı gerekli önlemlerin alınması için Ankara Valiliği ve Ankara Emniyet Müdürlüğüne başvurmuştur. Ayrıca, bina içleri hariç, Cebeci Kampusu içerisinde meydana gelebilecek şiddet içeren fiziki olaylara Emniyet güçlerinin anında müdahalesi için gerekli diğer bir yazı da Cebeci Kampüsü'nde bulunan dört fakülte dekanının imzası ile Ankara Emniyet Müdürlüğü’ne iletilmiştir."

Yani adam; ipini sağlam kazığa bağlıyor her iki bakımdan da. Bir, öğrencileri emniyete havale ettikten sonra konferansı iptal etmeyerek gelebilecek sol eleştirileri göğüslemiş oluyor. Fakülte Dekanında o kadar hukuk ve siyaset manevrası olsun diyeceksiniz. Emniyete yazarken 4 fakülte dekanından imza almayı da ihmal etmiyor. Bir toplantıda, bir küçük yazıda dokuz perende atıyor. 


Böyle manevracı dekanlar bana 1970'lerin son kesimini hatırlatıyor. O zaman da üniversitelerde olan olaylara bu şekilde arkasını dönen dekanlar, rektörler vardı. Aynısını 1990'ların ortasında ODTÜ ve İÜ'de de yaşadık. Sonunda ülkücüler okula satırla girdiler, solcular da bizim bölümü işgal etti. ODTÜ'de ise Matematik bölümünü işgal ettiler ve Bahar Şenlikleri ve benzeri organizasyonlarda birçok yaralanma olayı oldu. Dekanlarsa bu kadar olayın olmasına göz yumduktan, bazıları da gizliden destekledikten sonra yaralanmalar olunca okulu polise teslim ettiler. ODTÜ'de Jandarmayla, İÜ'de polisle koyun koyuna geçti bazı günler. 


Ben polis miyim, polis işini yapsın, diyerek olmuyor. Bu bir dekan yalanıdır. Hangi okulu hangi ideolijinin dekanı kapatmışsa, karşı ideolojiden gelen öğrencilere göz açtırmaz ve okulda demokratik çoğulculuğu hızla yok eder. Okul, kısa zamanda bir ideolojinin yatağı olur. Şiddet bunun üzerine ortaya çıkar. Fakülte fakülte, bölüm bölüm bölüşülür. Tek haneli on yıllarda, 70, 90 ve 010'larda bu olayların yoğunlaşması da ilginçtir. 90'ların ikinci yarısında İstanbul İngilizce Öğretmenliğinden bir tane öğrencinin kavga dövüşe girmemesi için elimden geleni yaptım. 1996 yılında, 6 Kasım boykotunu kırıp herkesin derse girmesini sağladım. Çünkü bizim sınıftaki çocuklar eylemleri kimin örgütlediğinden bile habersizlerdi. 6 kasım boykotuna her sene,  sessizce katılan biri olduğum halde, bu bilgisizlik başlarına bela getirmesin diye derse girmeye teşvik ettim. Ki Beyazıt Meydanında tam bir harp oldu. Merkez kampusteki kavgalara girmeye hazırlanan birçok öğrenciyi cami avlusunda durmaya ikna ettim başka bir olayda da. Üniversite öğrencileri her şeyin iletişim olduğu çağımızda hala kulaktan kulağa aktarılan haberlerle kavgaya giriyorlar. Koşun müslümanları kesiyorlar, gelin yoldaşlarımızı doğruyorlar. Celal Göle gibiler yerlerine daha sağlam yerleşsin diye oluyor bütün bunlar.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Milli Savaş Hikayeleri

Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Milli Savaş Hikayeleri'nde 1914-1924 yılları arasında yaşanan Milli Mücadele günlerinde gerçekleşen bazı trajedik olayları okuyuculara aktarıyor. Milli Mücadele Dönemi Türk halkı için bir kahramanlık ve ıstırap dönemi olmuştur.  Yazar da bunu eserinde ustaca ele almış olduğu olay ve hikayelerle sade ve açık bir şekilde okuyuculara iletiyor. Yazar genelde  Ege bölgesinde meydana gelen olayları ele alıyor.  Özellikle,  Türk tarihi için büyük bir felaket olan güzel İzmir’in işgali ve düşman kuvvetlerinin buradaki halka yapmış oldukları zulüm ve hakaretler büyük bir yer alıyor yazarın “Milli Savaş Hikayeleri” adlı eserinde. Bu işgaller karşısında çaresiz kalan halıkın aciz durumu da tüm açıklığıyla ortaya konuluyor. Kitapta bulunan    bazı hikayelerde de Yunan kuvvetlerinin Batı Anadolu’yu işgali sırasında yerli halka  yapmış oldukları insanlık dışı işkenceler tanıklarıyla belirtiliyor.

Akbaba köyü 35 numara

Star tv'de yaklaşık bir ay önce başlayan, projesi Durul Bazan'a ait Gecekondu isimli program seyirciye yeni bir konsept sunuyor. Önceden yazılıp hazırlanmış bir metni olduğundan şüphe duyduğumuz Gecekondu programı güncel olaylara ve konulara eleştirel, saldırgan hatta kimi zaman anarşist bile diyebileceğimiz bir yaklaşım içinde. Zeynep Beşerler gibi süzme elitist, dünyada ne olup bittiğinden habersiz konukların dumura uğratıldığı bu absürd komediyi izlemenizi öneriyoruz. Çevrecilikten, Medyaya "steril" bir takım proje ve yaklaşımların üzerine limon sıkan bu yeni popülist dizi risk alarak ve cesaretle absürdün, politiğin, gündelik hayatın, komedinin ve ironinin sınırlarında dolaşıyor. Cuma gecesi 00.30'da yayınlanan diziyi aynı saatlerde talk show yapan disko krallarının, gece kuşlarının, aştürk baraş'ların izleyip feyz alması hatta belki utanması umulur...

Müslüman Tanrılar

Birkaç sene önce aile dostumuz olan bir adamın şirketine bir iş yapmıştım. Paramı üç gün içinde almam gerekiyordu. Ama adam paramı vermemek için takla atıp duruyordu. Üç gün, beş gün, on gün derken bir buçuk ay geçti. En az on defa gittim geldim adamın yanına. Ve o sıralar hiç param olmadığı için yürüyerek gidip geliyordum. Ya yerinde olmuyor, ya tatile gitmiş oluyor, ya da paranın bir kısmını verip beni postalıyordu. Sonunda, efendiliğimi bozmadan, bu işin bu şekilde olmayacağını, paramı almam gerektiğini bu işin böyle uzamasının doğru olmadığını söyledim. Aynen böyle, bu şekilde. İşte o an olan oldu, adam köpürdü birden. Nasıl ben böyle bir şey söyleyebilirmişim, zaten bu işi çok daha ucuza yaptırabilirmiş, bana yardım olsun diye bu işi bana vermiş, yeğeni falanca çocuğa baksaymışım ya o terbiyeli çocukmuş hiç böyle şeyler söylemezmiş, ben nasıl terbiye görmüşmüşüm böyle, ne kadar ayıpmış, falan filan. Yüzlerce adamla çalıştım, yol yordam biliyorum ama karşımdakinin bir tanrı olduğun