Tuzla, Avcılar ve Beylikdüzü’nü özellikle bir köşede bıraktım. Tuzla eski Tuzla değil. Güzelleşiyor habire. Daire fiyatları ucuz. Daha mizacı belirginleşmemiş. Avcılar depremden sonra karakter değiştirdi. Depremden korkup bedava fiyatına sattıkları daireleri doğulu insanlar fazla tereddüt etmeden satın aldılar. İmkanı olan zenginler başka semtlere taşındılar. Göl manzaralı evlere 400 lira kira verip, zar zor geçinen insanlar doldu. Aradan bir müddet geçince yeniden eski gücüne kavuşmaya çalıştı Avcılar, ama olmadı. Ne eskisi kadar değerli artık, ne de eski insanlar buradalar. Karakter değişimi Metrobüs’ün Avcılar’a gelmesiyle kemale erdi. Topkapı’da çalışan bir işçi için Avcılar’da oturmak çok münasip artık.
Beylikdüzü… Beylikdüzü de Başakşehir gibi bir zihniyet projesiydi. Ama burada fazla kalamadığım için pek eşip dökmem mümkün olmayacak. Bir dalış yapıp çıkalım, Başakşehir’de dindarların yaptığının bin katını buradaki sünepelerin nasıl yaptığını anlatalım. Halam çarşaflıdır. Ekonomik sebeplerden dolayı, kaynanasına yakın olmak için Beylikdüzü’ne taşındı. Orada öyle bir insan profili hayat sürmekte ki, öyle medeniler ki bunlar, apartmanlarına taşınan bir çarşaflı bayan yüzünden paniğe kapılıyorlar. Çıldırıp kafayı yiyorlar. Apartman yönetimi, apartman sakinleri (sanırım kırk daire) toplanıp bu çarşaflı pisliği korunmuş (vadedilmiş) topraklarından atmak için ortak karar alıyorlar. Bu kara çarşaflı pislik her kimse, onunla karşılaşmamak için yollarını değiştiriyorlar. Sonra halamın Çerkez (ve oldukça zeki) kaynanası -bu övgüler bana içli köfte yaptığı için- apartman sakinlerine çarşaflı bayanın Çeçenistan’dan, savaştan kaçıp gelen mülteci olduğu yalanını uyduruyor. Ve böylelikle apartman sakinleri böğürmelerine bir son veriyorlar. Nasıl bir vahşettir bu anlayabilmiş değilim. Beylikdüzü beton şehridir. Sovyetlerden hemen sonra, deli gibi, sapık gibi, kullanışsız, şekilsiz, insanı korkutan yapılar inşa edilmiş ya hani Rusya’da, sırf gövde gösterisi için. Burası da aynen öyle. Gri, soluk, donuk, beton… Şekilsiz yapılar, yüksek yapılar, her şey köşeli, her şey sert. Bir görmemişlik söz konusu, bir salaklık…
Gelelim Fatih’e. Fatih marka yaratan bir yerdir. Ticari hayatı saymazsak Eyüp’le birbirine benzerler. Fatih’in iki büyük markası, biri Çarşamba, diğeri Balat. Çarşamba’yı kıyas yapacak bir yer yok. Terziler yoğunluktadır. Çünkü oradaki giyimi, talebi karşılayacak başka bir mekân yok. En iyi para kazananlar terziler ve pastaneler. Bir yerde tatlı çok tüketiliyorsa (tulumbadan bahsetmediğimi anlamışsınızdır) orada hayat rahattır. (buranın fakirleri de rahattır) Herhangi bir pastanenin önünde birkaç saat takılmak hayret verici verilere ulaştırabilir. Çengelköy’de bir markadır. Üsküdar’ın onlarca markasından biri. Ümraniye’nin kalabalığından geçip Çengelköy’e ayak basarsanız, yani yukarından aşağı doğru bir güzergah çizerseniz, o sınır çizgisinden sonra bir rahatlama hissedersiniz. Bu, beylerbeyi tarafından gelince anlaşılamaz. Çünkü Beylerbeyi’de rahat bir yerdir. Çengelköy’ün güzel yerleri vardır, kötü yerleri vardır. Tepede garip evler vardır mesela, bunların yolu yoktur. Çimenlerin arasından taş dökerek yol yapılmıştır. İlginçtir. (Öğretmenlere tüyolar: Sonra Üsküdar İmam Hatip lisesi vardır. İmamhatipli çocukların kalem almak bahanesiyle sigara içebildikleri kırtasiye vardır.) Çengelköy’deki sahili saymazsak, zaten biliyorsunuz, Üsküdar iskeleden ta Beykoz Paşabahçe’ye kadar kıyı şeridi villalarla doludur. Beykoz’a geçmeden Balat’tan da bahsedelim. Unutmayalım. Balat, bizim camianın yakışıklı fotoğrafçıları sayesinde aşina olduğumuz bir yer. Fotoğraf çekmek için güzel bir yer olduğu doğru, ama sadece Balat fotoğrafı görerek yaşayıp ölmemizi istemezsiniz değil mi? Size de bir tüyo vereyim, Bican Efendi Sokağı vardır, İcadiye’de. Ekşi Sözlük çocukları buraları iyi bilirler ama İhl Sözlük çocukları bilmezler. Niye olum, gidin gezin. Buraları görmezseniz olmaz, ibareyi çözemezsiniz. İbare demişken, Çarşamba’nın çay ocaklarında okey oynayan bir yandan da Mülteka ibaresi çözen çocuklar vardır… Balat diyorduk… Burası çok önemli! Büyük firmalar tarihi yapıları, eski evleri almak için atağa geçeli çok oldu. Rantçılar tarafından Balat’ın sahilleri kapışıldı çoktan, acele etmenize gerek yok. Burada büyük değişimler olacak muhtemelen. Balat’ın insanları oradan siktir edildiğinde buralar salt zengin İslamcılara kalacak. Ve hükümete yalakalık yapan liberallere... Şuan hiçbir şey görünmüyor. Gidip gezerseniz, çingeneler, keşler, camdan cama küfür eden ablalar görürsünüz. Bilindik manzaralar yani. Ama mesele öyle değil. Taşlar yerinden oynamaya başladığı zaman, ellerinde evraklarla ortaya çıkan kodamanlar olacak. Balat sahilinin işkembecileri meşhurdur. Ehli keyf adamlar işkembe için (işkembe öyle her yerde içilmez mirim) buralara gelirler. Eğer siz de bir gün kro bir mafya olursanız, işkembe içmek için Balat’a gelmeniz gerektiğini unutmayın. Sıradan bir yere gitmek olmaz. Evet, mafyalar ve mafya çakmaları buraları severler…
Balat’a kısmen benzeyen Kadırga vardır bir de. Ama Kadırga çözemediğim bir yerdir. Anlayamadığım. Kadırga’da yaşayanlar kimlerdir? Ne yaparlar? Balat’takileri gibi hayatlarını sokakta yaşamadıkları için anlamak zor. Bilen varsa anlatsın lütfen. Sultanahmet’in ihtişamının ardında, o kalabalığın curcunanın ötesinde, yüzünüzü sahile, kadırgaya dönüp sokaklara dalarsanız butik otelleri, şirin hotelleri görürsünüz. Sirkeci ile Gülhane arasındaki onlarca otelleri tercih eden turistlerle buraları tercih eden turistlerin arasındaki farka ikna olabilirsiniz. Daha ekonomik bir yer arayan, saçıp savuracak kadar parası olmayan turistler geliyor sanırım buradaki otellere. İnternetten ucuz otel ararken buradaki şirin butik otelleri buluyorlar. Küçük işletmeler zaten işlerini genelde internetten alıyorlar. Fakir turistler ise, ki onlar aslında turist değil gezgindir, çok daha farklı çareler buluyorlar. Bu otellere hayatta para ödemiyorlar. Ev gibi döşenmiş butik otellerin girişinde bir ya da iki bilgisayar bulunur. Konaklayanlar isterlerse buradan nete girebilirler. (yanlarında pek laptop taşımazlar.)
Beykoz’da dindar ailelerin ve içkicilerin aynı apartmanda problemsizce yaşadığını, Paşabahçe’yi, Anadolu Hisarını’nın sessiz sakin hayatını, Küçük Su’daki sabaha kadar açık olan dürümcülerin müşterilerini anlatmak gerekiyor. Karagümrük’ü, İkitelliyi, Güneşli’yi, Haznedar’ın bilişimci çocuklarını, Merter’in giyim ve tekstil piyasasınından bahsetmek gerekiyor. Gayrettepe ile Galata Deresi arasındaki tezada dikkat çekmek gerekiyor. Bahçelievler’i, Beşyüzevler’i… Menekşe sahilleri neden terk edilmiştir, Büyükçekmece sahillerinde yaşayanlar kimlerdir, sormak gerekiyor. Eminönü’nün Fatih’e katılması kimin işine yaradı, kimler bir şeyler cukkaladı, asıl amaç neydi bunları araştırmak gerekiyor. Daha Koşuyolu’na Acıbadem’e hiç değinmedik, Erenköy camisinin bir düzine kalmış yaşlı amcalarını yâd edemedik. Kağıthane’nin bitip tükenmeyen merdivenleri… Eskiden Hadımköy diye bir yer vardı… İstanbul’un görünmeyen yüzünü de aralamak gerekiyor, Kumburgaz, Selimpaşa, Silivri… Pendik’in köyleri var daha, Şile’nin dağ köyleri, bir yanda gerçek köylüler bir yanda köy havasına koşup gelmiş villalar. Bunların hepsini anlatmak çok uzun sürer. En iyisi gezmek. Gezip görmek…
Beylikdüzü… Beylikdüzü de Başakşehir gibi bir zihniyet projesiydi. Ama burada fazla kalamadığım için pek eşip dökmem mümkün olmayacak. Bir dalış yapıp çıkalım, Başakşehir’de dindarların yaptığının bin katını buradaki sünepelerin nasıl yaptığını anlatalım. Halam çarşaflıdır. Ekonomik sebeplerden dolayı, kaynanasına yakın olmak için Beylikdüzü’ne taşındı. Orada öyle bir insan profili hayat sürmekte ki, öyle medeniler ki bunlar, apartmanlarına taşınan bir çarşaflı bayan yüzünden paniğe kapılıyorlar. Çıldırıp kafayı yiyorlar. Apartman yönetimi, apartman sakinleri (sanırım kırk daire) toplanıp bu çarşaflı pisliği korunmuş (vadedilmiş) topraklarından atmak için ortak karar alıyorlar. Bu kara çarşaflı pislik her kimse, onunla karşılaşmamak için yollarını değiştiriyorlar. Sonra halamın Çerkez (ve oldukça zeki) kaynanası -bu övgüler bana içli köfte yaptığı için- apartman sakinlerine çarşaflı bayanın Çeçenistan’dan, savaştan kaçıp gelen mülteci olduğu yalanını uyduruyor. Ve böylelikle apartman sakinleri böğürmelerine bir son veriyorlar. Nasıl bir vahşettir bu anlayabilmiş değilim. Beylikdüzü beton şehridir. Sovyetlerden hemen sonra, deli gibi, sapık gibi, kullanışsız, şekilsiz, insanı korkutan yapılar inşa edilmiş ya hani Rusya’da, sırf gövde gösterisi için. Burası da aynen öyle. Gri, soluk, donuk, beton… Şekilsiz yapılar, yüksek yapılar, her şey köşeli, her şey sert. Bir görmemişlik söz konusu, bir salaklık…
Gelelim Fatih’e. Fatih marka yaratan bir yerdir. Ticari hayatı saymazsak Eyüp’le birbirine benzerler. Fatih’in iki büyük markası, biri Çarşamba, diğeri Balat. Çarşamba’yı kıyas yapacak bir yer yok. Terziler yoğunluktadır. Çünkü oradaki giyimi, talebi karşılayacak başka bir mekân yok. En iyi para kazananlar terziler ve pastaneler. Bir yerde tatlı çok tüketiliyorsa (tulumbadan bahsetmediğimi anlamışsınızdır) orada hayat rahattır. (buranın fakirleri de rahattır) Herhangi bir pastanenin önünde birkaç saat takılmak hayret verici verilere ulaştırabilir. Çengelköy’de bir markadır. Üsküdar’ın onlarca markasından biri. Ümraniye’nin kalabalığından geçip Çengelköy’e ayak basarsanız, yani yukarından aşağı doğru bir güzergah çizerseniz, o sınır çizgisinden sonra bir rahatlama hissedersiniz. Bu, beylerbeyi tarafından gelince anlaşılamaz. Çünkü Beylerbeyi’de rahat bir yerdir. Çengelköy’ün güzel yerleri vardır, kötü yerleri vardır. Tepede garip evler vardır mesela, bunların yolu yoktur. Çimenlerin arasından taş dökerek yol yapılmıştır. İlginçtir. (Öğretmenlere tüyolar: Sonra Üsküdar İmam Hatip lisesi vardır. İmamhatipli çocukların kalem almak bahanesiyle sigara içebildikleri kırtasiye vardır.) Çengelköy’deki sahili saymazsak, zaten biliyorsunuz, Üsküdar iskeleden ta Beykoz Paşabahçe’ye kadar kıyı şeridi villalarla doludur. Beykoz’a geçmeden Balat’tan da bahsedelim. Unutmayalım. Balat, bizim camianın yakışıklı fotoğrafçıları sayesinde aşina olduğumuz bir yer. Fotoğraf çekmek için güzel bir yer olduğu doğru, ama sadece Balat fotoğrafı görerek yaşayıp ölmemizi istemezsiniz değil mi? Size de bir tüyo vereyim, Bican Efendi Sokağı vardır, İcadiye’de. Ekşi Sözlük çocukları buraları iyi bilirler ama İhl Sözlük çocukları bilmezler. Niye olum, gidin gezin. Buraları görmezseniz olmaz, ibareyi çözemezsiniz. İbare demişken, Çarşamba’nın çay ocaklarında okey oynayan bir yandan da Mülteka ibaresi çözen çocuklar vardır… Balat diyorduk… Burası çok önemli! Büyük firmalar tarihi yapıları, eski evleri almak için atağa geçeli çok oldu. Rantçılar tarafından Balat’ın sahilleri kapışıldı çoktan, acele etmenize gerek yok. Burada büyük değişimler olacak muhtemelen. Balat’ın insanları oradan siktir edildiğinde buralar salt zengin İslamcılara kalacak. Ve hükümete yalakalık yapan liberallere... Şuan hiçbir şey görünmüyor. Gidip gezerseniz, çingeneler, keşler, camdan cama küfür eden ablalar görürsünüz. Bilindik manzaralar yani. Ama mesele öyle değil. Taşlar yerinden oynamaya başladığı zaman, ellerinde evraklarla ortaya çıkan kodamanlar olacak. Balat sahilinin işkembecileri meşhurdur. Ehli keyf adamlar işkembe için (işkembe öyle her yerde içilmez mirim) buralara gelirler. Eğer siz de bir gün kro bir mafya olursanız, işkembe içmek için Balat’a gelmeniz gerektiğini unutmayın. Sıradan bir yere gitmek olmaz. Evet, mafyalar ve mafya çakmaları buraları severler…
Balat’a kısmen benzeyen Kadırga vardır bir de. Ama Kadırga çözemediğim bir yerdir. Anlayamadığım. Kadırga’da yaşayanlar kimlerdir? Ne yaparlar? Balat’takileri gibi hayatlarını sokakta yaşamadıkları için anlamak zor. Bilen varsa anlatsın lütfen. Sultanahmet’in ihtişamının ardında, o kalabalığın curcunanın ötesinde, yüzünüzü sahile, kadırgaya dönüp sokaklara dalarsanız butik otelleri, şirin hotelleri görürsünüz. Sirkeci ile Gülhane arasındaki onlarca otelleri tercih eden turistlerle buraları tercih eden turistlerin arasındaki farka ikna olabilirsiniz. Daha ekonomik bir yer arayan, saçıp savuracak kadar parası olmayan turistler geliyor sanırım buradaki otellere. İnternetten ucuz otel ararken buradaki şirin butik otelleri buluyorlar. Küçük işletmeler zaten işlerini genelde internetten alıyorlar. Fakir turistler ise, ki onlar aslında turist değil gezgindir, çok daha farklı çareler buluyorlar. Bu otellere hayatta para ödemiyorlar. Ev gibi döşenmiş butik otellerin girişinde bir ya da iki bilgisayar bulunur. Konaklayanlar isterlerse buradan nete girebilirler. (yanlarında pek laptop taşımazlar.)
Beykoz’da dindar ailelerin ve içkicilerin aynı apartmanda problemsizce yaşadığını, Paşabahçe’yi, Anadolu Hisarını’nın sessiz sakin hayatını, Küçük Su’daki sabaha kadar açık olan dürümcülerin müşterilerini anlatmak gerekiyor. Karagümrük’ü, İkitelliyi, Güneşli’yi, Haznedar’ın bilişimci çocuklarını, Merter’in giyim ve tekstil piyasasınından bahsetmek gerekiyor. Gayrettepe ile Galata Deresi arasındaki tezada dikkat çekmek gerekiyor. Bahçelievler’i, Beşyüzevler’i… Menekşe sahilleri neden terk edilmiştir, Büyükçekmece sahillerinde yaşayanlar kimlerdir, sormak gerekiyor. Eminönü’nün Fatih’e katılması kimin işine yaradı, kimler bir şeyler cukkaladı, asıl amaç neydi bunları araştırmak gerekiyor. Daha Koşuyolu’na Acıbadem’e hiç değinmedik, Erenköy camisinin bir düzine kalmış yaşlı amcalarını yâd edemedik. Kağıthane’nin bitip tükenmeyen merdivenleri… Eskiden Hadımköy diye bir yer vardı… İstanbul’un görünmeyen yüzünü de aralamak gerekiyor, Kumburgaz, Selimpaşa, Silivri… Pendik’in köyleri var daha, Şile’nin dağ köyleri, bir yanda gerçek köylüler bir yanda köy havasına koşup gelmiş villalar. Bunların hepsini anlatmak çok uzun sürer. En iyisi gezmek. Gezip görmek…
Yalapşap değerlendirmeler olmuş kusura bakmayın,
YanıtlaSil"ya" nida edatı, "lapşap" münada, ömer tosun münadi. münadanın irabı mensup. :)
YanıtlaSilteşekkür ederiz, ne kusura bakması. yalapşap değerlendirmekten başka çaremiz yok şimdilik.