Ana içeriğe atla

Eski Uygarlıkların İnsanları
























Pasolini'nin Pound'la buluştuğu bir nokta var: kapitalist sömürünün karşısına eski uygarlıkların çiğ âdetlerini koymak ve mazlumla bizi en temel zeminde, yani insan unsurunda buluşturmak. Bu anlamda Pasolini'nin, Rumen kaluşarilerinden [Medea] Nijerya yerlilerine [Bir Afrika Orestes'i İçin Notlar] ya da Sana ahalisine [Sana'nın Duvarları] kadar çeşitli antik kültürleri taraması, sömürüye dayalı yeni düzenin iktidarlaşma önceliğini alaşağı etmeye çalışmasından başka bir şey de değil. Sessiz çoğunluğu anlamak, en üste konumlanmış hegemonik gücü kabullenmek değildir; bu iktidarlaşma isteğini sömürülenin âdetleri ve alışkanlıklarıyla insanileştirmek, adeta yeniden kurmaktır. Pasolini, hızla sanayileşen İtalya'nın kültürünü müzelerde ya da tarih kitaplarında aramıyor. Roma İmparatorluğundan bu yana süregelen âdetlerin, tabirlerin ya da yaşayışların ancak fakirin, toplumun kıyısına itilmişin çehresinden okunabileceği düşüncesinde, çünkü her zaman geleceğe doğru uzanan bir gelişme hırsının ötesinde, insanı kendi âdetlerine çeken masumane bir geçmiş hissinin bulunduğuna da inanıyor. Pasolini'nin sosyalist okuması, bizi modern uygarlığın tarihin dışına ittiği bütün toplulukların mirasının, sokaktaki fakirde yer aldığı düşüncesine götürüyor diyebiliriz: bu nedenle, Pasolini'nin, burjuvanın tüm seçiciliğine karşı cehaleti, pahalı zevklerin yerine de hayvani iç güdüyü, yani en temel ihtiyaçları dahilinde insanı konumlandırdığını görüyoruz. Ahlâk ya da sosyal statü ardına gizlenmeden, insanın kendi ihtiyaçlarını (cinselliğini, hayat gayesini vb.) en cesur ve hayvani haliyle ifadesi ve bu duyguları hissetmekten hiçbir zaman gocunmaması.


Kalbur üstünün incelikli duygularının kültürel referansları üzerine koca bir felsefe tarihinin oturtulduğunu çok rahatlıkla savunabiliriz. İnsanın bu asrileşme projesinde kendine tarihin en rafine düşüncelerini yakıştırması rastlantı değil. Ama bunu bir de farklı taraftan okumak lâzım. Bugün burada mazlumun, kalabalıkların yaşamında kalbur üstünün yüzeysel gizemciliğinden daha derin bir şey görüyoruz: insanın kibirli bir seçiciliğe dayandırmadan kendini en doğal haliyle ifadesi. Bu, adını felsefe kitaplarında bile bulamayacağımız milyonlarca kültürel tavrın, en masum haliyle bir insanı ifadeye kalkışmasıdır. İnsanın kurallarla kısıtladığı ve sözde rafinerileştirmeye çalıştığı öz-ifadenin, en duygulu anlamıyla halkta yaşaması ve bunu da aslen bilmeden, insani bir itkiyle gerçekleştirmesi… Pasolini, eski uygarlıkların rasyonelleşmemiş inançlarının insanı ifadeye kalkıştığı düşüncesinde. Ama unutmayalım ki bunu da mazlumun inayetini yücelterek yapıyor, çünkü dışarıda yaşanacak bir hayat var ve bunu da insan, tarih soylularının benbuldumculuğuyla değil, ancak tutkularının salt ifadesiyle gerçekleştirebilir. Halkın sözünü, gene tarihteki unutulmuşun sözüyle anlatmak ve bunu da iktidar-sevicilere karşı bir iştirak olarak yapmak.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Akbaba köyü 35 numara

Star tv'de yaklaşık bir ay önce başlayan, projesi Durul Bazan'a ait Gecekondu isimli program seyirciye yeni bir konsept sunuyor. Önceden yazılıp hazırlanmış bir metni olduğundan şüphe duyduğumuz Gecekondu programı güncel olaylara ve konulara eleştirel, saldırgan hatta kimi zaman anarşist bile diyebileceğimiz bir yaklaşım içinde. Zeynep Beşerler gibi süzme elitist, dünyada ne olup bittiğinden habersiz konukların dumura uğratıldığı bu absürd komediyi izlemenizi öneriyoruz. Çevrecilikten, Medyaya "steril" bir takım proje ve yaklaşımların üzerine limon sıkan bu yeni popülist dizi risk alarak ve cesaretle absürdün, politiğin, gündelik hayatın, komedinin ve ironinin sınırlarında dolaşıyor. Cuma gecesi 00.30'da yayınlanan diziyi aynı saatlerde talk show yapan disko krallarının, gece kuşlarının, aştürk baraş'ların izleyip feyz alması hatta belki utanması umulur...

Milli Savaş Hikayeleri

Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Milli Savaş Hikayeleri'nde 1914-1924 yılları arasında yaşanan Milli Mücadele günlerinde gerçekleşen bazı trajedik olayları okuyuculara aktarıyor. Milli Mücadele Dönemi Türk halkı için bir kahramanlık ve ıstırap dönemi olmuştur.  Yazar da bunu eserinde ustaca ele almış olduğu olay ve hikayelerle sade ve açık bir şekilde okuyuculara iletiyor. Yazar genelde  Ege bölgesinde meydana gelen olayları ele alıyor.  Özellikle,  Türk tarihi için büyük bir felaket olan güzel İzmir’in işgali ve düşman kuvvetlerinin buradaki halka yapmış oldukları zulüm ve hakaretler büyük bir yer alıyor yazarın “Milli Savaş Hikayeleri” adlı eserinde. Bu işgaller karşısında çaresiz kalan halıkın aciz durumu da tüm açıklığıyla ortaya konuluyor. Kitapta bulunan    bazı hikayelerde de Yunan kuvvetlerinin Batı Anadolu’yu işgali sırasında yerli halka  yapmış oldukları insanlık dışı işkenceler tanıklarıyla belirtiliyor.

Taraf, Radikal okuyarak zihni bulanmış İslamcı kardeşlerime

Üstelik kalkıp acaba neden Kürtçe konusunda fetvayı cevaz vermiyoruz diye üstümüze geliyorlar. 1. Kürtçenin resmi dil olması teknik olarak imkansıza yakındır. 2. Şart da değildir; bir katkısı olmayacaktır. 3. Kültürle veya sivil alemle hiçbir ilgisi yok, direkt olarak Türkiye-Avrupa gerginliği tarihinde bir momentumdan ibarettir. Tasfiye veya Hece dergilerini çıkaranların bunları anlayacak zihin açıklığı ve dürüstlüğe sahip olmadığı belli, siz dinleyin bari. Söylediklerimin ulusalcılıkla, Türkçe meftunluğuyla bir ilgisi yok. Kürtçe birçok insanı şu veya bu nedenle rahatsız edebilir. Beni etmiyor. Kürtçeye birçok insan şu veya bu nedenle sempati besleyebilir, ben beslemiyorum. Çocukluk atmosferimde işitmeye alışık olduğum dillerden biri olduğu için Kürtçe bana doğal geliyor, hepsi bu. Doğal ve yörel. Dolayısıyla da neden Kürtçe'yi yüzlerce diğer yörel dilden ayırdederek savunmam yahut övmem gerekiyormuş, anlamıyorum. Sivil olarak anlamıyorum yani. Sivil hayatta, Terekemece veya Kar...