Ana içeriğe atla

Karadeniz’in ekmeği: fındık işçiliği

Ağustosun başlarında günler sıcak ve bilindiği üzre uzundu. Fındık mevsimi önceki iki senedir olduğu gibi bu sene de Ramazan’a tesadüf edecekti. Bazımız, uzun, sıcak günler Ramazan’la birleşeceği için işimizin zor olacağını düşünüyorduk. Allah bir kolaylık verecekti elbet. Fındık toplamaya başladığımız günlerde serinleyen hava iş bitinceye kadar aynı şekilde seyretti. Oruçlu olmadığımız zamanların aksine sanki daha iyi çalışıyorduk ya da bana öyle geliyordu. Normalde zordur fındık işçiliği. Sabahın altısında, yedisinde girilir bahçeye, iftara yakın saatlere kadar çalışılır. Günler uzun, havalar sıcaksa en büyük derdiniz susuzluktur. Sıcak günlerin ikinci büyük sorunu fındık bahçesinin kendine mahsus tozudur. İllet eder adamı. Yağışlı bir günde ya da günü takiben topluyorsanız sırtınızdan aşağı akan damlalar, elinize yapışan sülükler uyuz eder sizi. Hepsinden önce on saatten fazla bir zamanı ayakta geçirmeyi söylemeliydim.
Katlanılır, geçilir bunlar. Geçelim. Öyle bir zamandır ki fındık mevsimi, anam avarelik edecek olsak “enük cücük ekmek peşinde oğul” der bu zaman için. Öyledir gerçekten. Okul çağına girmiş çocuklar çok da şikayet etmeden fındık toplar. Okul önlüğünü, ayakkabısını alacaktır. Ya da ne bileyim, babasından sözünü aldığı ancak öncelikli ihtiyaçlar dolayısıyla bir türlü sıra gelmeyen bisikleti alacaktır kendi kazandığı parayla. Okul yaşına girmiş hemen her çocuk kıvırır bu işi. Erkeği, dişisi.
Nasip zamanıdır, fındıkla doğrudan ilgisi olmayanlar bile kazanır bu zamanda. Şoföründen aşçısına, işçisinden esnafına rızık peşinde olan herkesin nasibi açıktır bu mevsimde. Ramazanla birleştiği içindir ki şenliktir aynı zamanda. Şöyle: Sahurdan sonra bir iki saat uyunur. Gün bahçede geçer. Evine yorgun dönen işçiler iftarı bekler bir taraftan. İftar sonu bayram vaktidir. Yeme içme bayramı değil kastettiğim. Teravihi beklerken eşin dostun, komşunun akrabanın muhabbetinin yerini ne tutabilir?
İstanbullarda, vatanın başka yerlerinde mekan tutanların doğdukları yerde oldukları bir zamandır bu. Yerli fındık sahibi ve işçileri için durum az çok budur. Doğudan, Güneydoğu’dan nasip aramaya gelenler de var. Kimi ya nasip deyip rasgele çıkmıştır yola, kimi anlaşmıştır iş vereniyle. Ya nasip diye çıktıysanız boşta kalma ihtimaliniz de var demektir, cami yanında açıkta sabahlamak pahasına. Boşta kaldıysanız o gün, ertesi gün biri çağırır belki sizi. Neylersin, ümit fakirin ekmeği.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Akbaba köyü 35 numara

Star tv'de yaklaşık bir ay önce başlayan, projesi Durul Bazan'a ait Gecekondu isimli program seyirciye yeni bir konsept sunuyor. Önceden yazılıp hazırlanmış bir metni olduğundan şüphe duyduğumuz Gecekondu programı güncel olaylara ve konulara eleştirel, saldırgan hatta kimi zaman anarşist bile diyebileceğimiz bir yaklaşım içinde. Zeynep Beşerler gibi süzme elitist, dünyada ne olup bittiğinden habersiz konukların dumura uğratıldığı bu absürd komediyi izlemenizi öneriyoruz. Çevrecilikten, Medyaya "steril" bir takım proje ve yaklaşımların üzerine limon sıkan bu yeni popülist dizi risk alarak ve cesaretle absürdün, politiğin, gündelik hayatın, komedinin ve ironinin sınırlarında dolaşıyor. Cuma gecesi 00.30'da yayınlanan diziyi aynı saatlerde talk show yapan disko krallarının, gece kuşlarının, aştürk baraş'ların izleyip feyz alması hatta belki utanması umulur...

Milli Savaş Hikayeleri

Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Milli Savaş Hikayeleri'nde 1914-1924 yılları arasında yaşanan Milli Mücadele günlerinde gerçekleşen bazı trajedik olayları okuyuculara aktarıyor. Milli Mücadele Dönemi Türk halkı için bir kahramanlık ve ıstırap dönemi olmuştur.  Yazar da bunu eserinde ustaca ele almış olduğu olay ve hikayelerle sade ve açık bir şekilde okuyuculara iletiyor. Yazar genelde  Ege bölgesinde meydana gelen olayları ele alıyor.  Özellikle,  Türk tarihi için büyük bir felaket olan güzel İzmir’in işgali ve düşman kuvvetlerinin buradaki halka yapmış oldukları zulüm ve hakaretler büyük bir yer alıyor yazarın “Milli Savaş Hikayeleri” adlı eserinde. Bu işgaller karşısında çaresiz kalan halıkın aciz durumu da tüm açıklığıyla ortaya konuluyor. Kitapta bulunan    bazı hikayelerde de Yunan kuvvetlerinin Batı Anadolu’yu işgali sırasında yerli halka  yapmış oldukları insanlık dışı işkenceler tanıklarıyla belirtiliyor.

Taraf, Radikal okuyarak zihni bulanmış İslamcı kardeşlerime

Üstelik kalkıp acaba neden Kürtçe konusunda fetvayı cevaz vermiyoruz diye üstümüze geliyorlar. 1. Kürtçenin resmi dil olması teknik olarak imkansıza yakındır. 2. Şart da değildir; bir katkısı olmayacaktır. 3. Kültürle veya sivil alemle hiçbir ilgisi yok, direkt olarak Türkiye-Avrupa gerginliği tarihinde bir momentumdan ibarettir. Tasfiye veya Hece dergilerini çıkaranların bunları anlayacak zihin açıklığı ve dürüstlüğe sahip olmadığı belli, siz dinleyin bari. Söylediklerimin ulusalcılıkla, Türkçe meftunluğuyla bir ilgisi yok. Kürtçe birçok insanı şu veya bu nedenle rahatsız edebilir. Beni etmiyor. Kürtçeye birçok insan şu veya bu nedenle sempati besleyebilir, ben beslemiyorum. Çocukluk atmosferimde işitmeye alışık olduğum dillerden biri olduğu için Kürtçe bana doğal geliyor, hepsi bu. Doğal ve yörel. Dolayısıyla da neden Kürtçe'yi yüzlerce diğer yörel dilden ayırdederek savunmam yahut övmem gerekiyormuş, anlamıyorum. Sivil olarak anlamıyorum yani. Sivil hayatta, Terekemece veya Kar...