Ana içeriğe atla

Sanat mı insan mı?

Guernica Kasabası, Bask Bölgesi, İspanya. İspanyol milliyetçilerinin isteğiyle Alman ve İtalyan savaş uçaklarınca bombalandıktan sonraki gerçek haliyle. Picasso tablosu haliyle değil yani.
Yaşayan insanları dışarıda bıraktığı zaman sanat korkutucu bir şeye dönüşüyor. Türkler tiyatroya, orkestra konserlerine, resim heykel sergilerine bir de bu yüzden gitmezler. Derin bir resim muhabbetim var ve Türk resmini de çok uzaktan da olsa (dergilerden, sergi kitapçıklarından, toplu değerlendirme kitaplarından) takip ederim. Gözüme çarpar demek daha doğru. Ama 39 yaşındayım ve okur yazarım, ama hayatım boyu resim veya heykel sergisine gitmedim. Estelasyonla konstelasyonu birbirinden ayıramam. Zevkim, inceliğim yahut anlayışım olmadığından değil, tam aksine gayet incelmiş bir resim algım var; muhtemelen ortamına yabancılığımdan. Resim heykel, klasik müzik caz cuz dendiği zaman halkı ve halkın okumuş çocuklarını oldukları hal içinde kabul etmeyen bir sosyal ortam var. Mustafa Kutlu'nun ressam değil yazar olmasında, Konservatuar yerine Edebiyat Fakültesi okumasında; İsmet Özel'in caz vokalisti değil şair olmasında bu, yaşayan çoğunluğu ve çoğunluğun taraftarı okumuşları dışarıda bırakma kastıyla suni bir şekilde yaratılmış sosyal ortamın rolü büyük. Bize hitap etmediğinden değil yoksa. Vangohun Patates Yiyenlerini köylülere değil belki ama ilçeli zanaatkarlara yutturabilirsiniz. Çünkü bu adamlar yüzyıllardır Vangohun eseri kadar çok düşünce içermese de pratik halk ressamlığının eseri olan kahvehane resimleriyle geldiler bugüne. Beytofını dinlettiğimde annem üzülmüştü, ama şunu da unutmayalım ki Breht Benyamin'e "Bu Chopin adamı hasta eder, zaten kendi de hasta bir adam" demiştir. Kaba düşünceyi savunuyordu Breht. Ki sanat denen hadise de dönüp dolaşıp kabalığa varmış durumda. Ama bu Türkiye'de yaratıcı kabalık, yani yaşayan insanların yaşama veya var olma kastıyla ileri atılarak ortaya koyduğu kabalık değil. Yırtarak değil yani. Tam aksine taklit bir kabalık hakim Türkiye'de sanata. Postmodern sanat metropollerinin satışçı galerilerinin rafine ettiği kabalığın taklidinden ibaret eser diye sergiledikleri. Tamamı değil belki ama çok büyük çoğunluğu. Liseden "feminist" arkadaşımı Tophane hadisesinde mağdurlar adına konuşurken (boynunda iğreti fularıyla, daha iğreti ses tonuyla ve boktan konuşma tarzıyla, o boktanlık ona yakışıyor o ayrı) gördüğümde uçsuz bucaksız nezaketinin altında yatan derin anlayışsızlık geldi aklıma. Buna sebep dışarı çıkma ve elde etmek istediği hayatı elde etme korkusudur. Feminist olmasını, sanat merakına rağmen Uluslararası İlişkiler mezunu olmasını hep buna borçludur. Sevdiği oğlanı sözde onun kadar iyi ve akıllı olmayan zıpır bir kıza kaptırmasını da. Orospuluk mu püritenlik mi? Orospuluk tabii ki. Çünkü orospu hata yapmıştır. Ve bunu herkes bilir. Kendisi başta. Tophane'nin para peşindeki sanat gülleri kendilerini bilmiyor. Onlara saldıran berduşlar kadar bile. Berduş ne bilir diyeceksiniz. Berduş olduğunu ve bunun yanlış bir şey olduğunu. Zaten bizde berduşların, daha doğrusu kabadayıların mahallelerine sahip çıkmasının nedeni budur. Ben düştüm dostum düşmesin. İçinde insan olmayınca sanat nedir? Zulümden başka.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Milli Savaş Hikayeleri

Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Milli Savaş Hikayeleri'nde 1914-1924 yılları arasında yaşanan Milli Mücadele günlerinde gerçekleşen bazı trajedik olayları okuyuculara aktarıyor. Milli Mücadele Dönemi Türk halkı için bir kahramanlık ve ıstırap dönemi olmuştur.  Yazar da bunu eserinde ustaca ele almış olduğu olay ve hikayelerle sade ve açık bir şekilde okuyuculara iletiyor. Yazar genelde  Ege bölgesinde meydana gelen olayları ele alıyor.  Özellikle,  Türk tarihi için büyük bir felaket olan güzel İzmir’in işgali ve düşman kuvvetlerinin buradaki halka yapmış oldukları zulüm ve hakaretler büyük bir yer alıyor yazarın “Milli Savaş Hikayeleri” adlı eserinde. Bu işgaller karşısında çaresiz kalan halıkın aciz durumu da tüm açıklığıyla ortaya konuluyor. Kitapta bulunan    bazı hikayelerde de Yunan kuvvetlerinin Batı Anadolu’yu işgali sırasında yerli halka  yapmış oldukları insanlık dışı işkenceler tanıklarıyla belirtiliyor.

Akbaba köyü 35 numara

Star tv'de yaklaşık bir ay önce başlayan, projesi Durul Bazan'a ait Gecekondu isimli program seyirciye yeni bir konsept sunuyor. Önceden yazılıp hazırlanmış bir metni olduğundan şüphe duyduğumuz Gecekondu programı güncel olaylara ve konulara eleştirel, saldırgan hatta kimi zaman anarşist bile diyebileceğimiz bir yaklaşım içinde. Zeynep Beşerler gibi süzme elitist, dünyada ne olup bittiğinden habersiz konukların dumura uğratıldığı bu absürd komediyi izlemenizi öneriyoruz. Çevrecilikten, Medyaya "steril" bir takım proje ve yaklaşımların üzerine limon sıkan bu yeni popülist dizi risk alarak ve cesaretle absürdün, politiğin, gündelik hayatın, komedinin ve ironinin sınırlarında dolaşıyor. Cuma gecesi 00.30'da yayınlanan diziyi aynı saatlerde talk show yapan disko krallarının, gece kuşlarının, aştürk baraş'ların izleyip feyz alması hatta belki utanması umulur...

Müslüman Tanrılar

Birkaç sene önce aile dostumuz olan bir adamın şirketine bir iş yapmıştım. Paramı üç gün içinde almam gerekiyordu. Ama adam paramı vermemek için takla atıp duruyordu. Üç gün, beş gün, on gün derken bir buçuk ay geçti. En az on defa gittim geldim adamın yanına. Ve o sıralar hiç param olmadığı için yürüyerek gidip geliyordum. Ya yerinde olmuyor, ya tatile gitmiş oluyor, ya da paranın bir kısmını verip beni postalıyordu. Sonunda, efendiliğimi bozmadan, bu işin bu şekilde olmayacağını, paramı almam gerektiğini bu işin böyle uzamasının doğru olmadığını söyledim. Aynen böyle, bu şekilde. İşte o an olan oldu, adam köpürdü birden. Nasıl ben böyle bir şey söyleyebilirmişim, zaten bu işi çok daha ucuza yaptırabilirmiş, bana yardım olsun diye bu işi bana vermiş, yeğeni falanca çocuğa baksaymışım ya o terbiyeli çocukmuş hiç böyle şeyler söylemezmiş, ben nasıl terbiye görmüşmüşüm böyle, ne kadar ayıpmış, falan filan. Yüzlerce adamla çalıştım, yol yordam biliyorum ama karşımdakinin bir tanrı olduğun