Burayı ve genel olarak popülist kültür, popülist edebiyat yolunu felsefi ıvır zıvırı konuşun, tartışın, kukumav kuşları gibi, diye açmadık. Cahit Zarifoğlu bu lafı, yani kukumav kuşlarını "Türkiye darül harp midir, darül İslam mıdır?" tartışması için söylemiş. Siz gidin kukumav kuşları gibi tartışın bunu demiş. Bunun anlamı bir şey yaptan ibarettir. Bir şey yap iyi bir şey olsun. Yok kesin doğru nedir, ondan emin olabilir miyiz, Taraf gazetesinden kuşku duymama şansımız yok mu, Pınar Selek hayırhah biri olamaz mı, ruh ve nefs nedir, ne değildir, halk depresyona girer mi? Bunları ömür boyu kukumav kuşları gibi tartışabilirsiniz. Tartışmayın veya tartışamazsınız demem. Umrumda bile olmaz. Ben ordan geçmiş biriyim (sadece) ve bunun için umrumda değil bilhassa. Nasıl bilebiliriz, insan bir şeyi nasıl biliyor; bilmekle yapmak ilişkisi nedir... ben yıllarımı bu soruya verdim. Felsefe sıfır Fener iki diyorum şimdi. Bundan nasıl emin olabiliriz diyene de girişmem sonuçta. Ama gitsin fildişi kulesinde takılsın bu soruya lütfen, ben ordan ineli çok zaman geçiyor. Benim de sorularım var, ama bunlar hep hayatta kalmakla ilgili. Günlük ekmek, bir isim ve şeref sahibi olmak ve bizimkilerin ötekileri yenmesiyle ilgili hususlar.
İsmail Pelit ve Hakan Çoban'ı özellikle uyarıyorum. Burada ezoterizme yerimiz yok maalesef. İnatları basiretleriyle örtüşmüyor ayrıca. Mesela ruh meselesinde doğru ve yanlıştan öte ruh ve nefs meselesi olmaz. Sana ruhtan soruyorlar ayetinin yorumu uzun ve dolaşık hikayedir ve bununla zevk etmek, orta sınıf eğlencesi yapmak isteyeni o çok sevdiği kitap kokusuyla rahat bırakıyoruz biz. Ben böyle durumlarda Akif veya Kemal'e bakarım. Akif "Ruhumun vahyini duysam da geçirsem taşına" demiş. Ruh ayetinin popülist bir yorumu diyebiliriz buna kısaca. Ya da Cahit Zarifoğlu "İçimize koyduğun sesle" demiş. Aynı şey. İçimize konan bir ses var. Bunu duyuyoruz. Ama analizini tam yapamıyoruz. Şimdi, o sese kulak mı vereceğiz, sesin frekans ölçümünü mü yapacağız? Bu aslında bize Batılığın reddini de mümkün kılan bir meseledir, felsefesizlik imkanıdır. Popülizm felsefesizlik demektir ve o anlamda düşüncenin de reddidir. Bunu hazmedemeyenler olabilir.
Felsefenin nefse ait bir uğraş olduğunu düşünüyorum şahsen. Felsefeyle çok az, şiirle çok uğraşmış biri olarak da şiirin nefse ait bir uğraş olmasına rağmen nefsten kaçmaya da yeri olan bir uğraş olduğunu bilirim. Şiir en azından Türkçede dille dolayımsız bir ilişki demektir ve Namık Kemal bize dilin zihinle, zihnin de insanla özdeş olduğunu söyler. Dervişin fikri neyse zikri odur. Benim kafam açlığa ve şerefe çalışıyor. Bunun için şair olmamı sağlayan kitabın adı Namus'tur mesela. Bir namus olmalı diye düşündüm, daha çok da istedim. Namus nedir, antik Yunandan beri incele... gibi bir şeyle de hiç alakası yoktur. Namus kaybedildiği zaman duyulan bir şey. Nasıl ki gönlümüzü dertlenince hissediyorsak, namusu da namussuzluk karşısında veya namusumuz lekelenince hissediyoruz.
Halkın felsefesi ne? Ben harman yerinde anneme sormuştum bunu 1993te. Çok yokluk gördük oğlum, artık karnımız doysun istiyorum dedi. O sıra ben bunun dışında sanıyordum kendimi. Aç değildim, annemler sayesinde. Ama sonra sınıra geldim. Tek amacım iyi şiir yazmaktı. Namus kitabımdaki şiirleri yazdığım kritik dönemde iyi şiir yazmanın benim gibi çapulcu, baldırı çıplak, yani kara halktan biri için mümkün olmadığını; ancak bana yakışan, namuslu bir şiir yazabileceğimi, bunu da namusun peşinde koşarsam yakalayabileceğimi gördüm. Namus da öyle ezoterik orta sınıf eğlenceleri gibi imge kovalamaya benzemiyor açıkçası. Bir adam zengin diye bağırıp çağırıyor, diğer adam fakir diye gözlerini kırpıştırarak, başını önüne eğerek, kollarını içe bükerek dinliyor. O anda, orada meleklerin kanat çırpışlarını filan duymuyorum ben. Hissiz ve kabayım böyle şeyler karşısında. Kimsin lan sen deme ihtiyacım daha fazla. O zengin adamın kanına susuyorum ben. Zengin adam, büyük takım, güçlü ülke, sistemli çalışma, başarı hikayesi... bir büyük bok var, bir de küçük bok.
Büyük boklarla uğraşmak isteyen ezoterik arkadaşları kafa patlatamayacağımız (2010 bunun için çok geç bir tarih, kıyamet kopmaya yakın yahut biz öleceğiz, ki aynı şey, annemin tabiriyle küçük kıyamet) sorularla, yorumlarla takoz olmamaya davet ediyorum. Bu meselelerle uğraşınız, ama burada değil. Ayrıca deneyim felsefeyi pataklar. Bir Atlılar toplantısında Emine Edibe'nin ezoterik itirazlarına artık tahammülüm kalmadığı için "Evet, uzun şiir kısa şiiri döver, napalım" demiştim. Yeterince kaba olabildiğim için şiirde bir şey yapabildiğimi, bir şiirim olduğu için de şairliği terk edip işçiliğe sığınabildiğimi; tam aksine, o kabalığı gösteremeyenlerin hala şairlik peşinde olduklarını ve şiir falan yapamadıklarını görüyorum. Sempatik değil ama doğruydu yaptığım şey. Nedir doğru, diye başlamayın lütfen. Yaşanabilir olan doğrudur. Bazen kusurludur bazen bizzat haramdır yaşanabilir olan. Sizin gibi ezoterik kalasın tekiyken iyi bir şey kötü başlamaz, yanlış doğru olmaz diye düşünüyordum. Maide suresi bize bunun böyle olmadığını, kötüden iyiye dönme olduğunu söylüyor; ama ben yaşayınca gördüm, ayeti de ondan sonra anladım. Ruhmuş nefsmiş, beden yahu. Önce bedene bir dokunalım, ruhuna nefsine gelir sıra gelecekse. Şimdilik, kimin umrunda.
Buraya anarşizm tasavvuf halkçılık yazdım. 9-10. yüzyılların popülizmi tasavvuftu İslam toprağında. Çünkü kargaşa vardı ve sıradan adamın bir melceye ihtiyacı oldu. O zaman Hasanı Basri hazretleri gibi şahsiyetler çıkıp halkı kargaşadan çektiler. Abdülkadir Geylani'nin iki milyon müridi olduğu söylenir. Mısrilik, Mevlevilik, Cerrahilik gibi trişkadan nağmelerle bir alakası yoktu tasavvufun. Bir edebiyat değildi tasavvuf denilen şey. Sof giymekti nerdeyse işin özü. Kaba kalın bir kumaş. Atlas giymiyor yani. Fakir. Kemik tasavvuf böyledir. Geçti o devirler. Padişahlara layık bir sanat oldu tasavvuf. Güzel, doğrusu, Uyan ey gözlerim gafletten uyan, Azrailin kastı canadır inan.. ilahisi. Anarşizm ise 19. yüzyıl Avrupasının isyancı düşünceleri arasında önceliklidir, iktidara çevirebildiği dolaplar sayesinde. Ama artık onun da geçerliği yok. Ne tasavvuf gibi geri çekilmek zorundayız ne anarşizm gibi en ileri hatlarda vuruşmamız gerekir. Toparlamak lazım direksiyonu. Bu da büyük parçayla önce kafalarımızda bütünleşmekle olur. Popülist kültür bu amaçla çıkılan bir yoldur. Bizler halkın yazarları filan değiliz. Henüz değiliz ya da. Halkı unutmuş, kendi bacak arasına bakıp kukumav kuşları gibi düşünen, hayalat ve musavverat eflakinde tayyar kullar arasında bizi var eden, yaşatan büyük organizmayla bağ kurmaya çalışıyoruz. Halkın niteliğini tartışmanın faydası yok. Pratik çünkü. Hep söylüyorum, halkı analiz etme ukalalığı sizi ele veriyor. Halkı niye analiz edesiniz. O sizi bir görüşte tanıyor. Onun musunuz, kendinizin misiniz, buna karar vermek hakkınız. Ama bana lolo yapmayın. Ben halkın adamıyım. Benim gibilerle devam edeceğim. Böyle.
İsmail Pelit ve Hakan Çoban'ı özellikle uyarıyorum. Burada ezoterizme yerimiz yok maalesef. İnatları basiretleriyle örtüşmüyor ayrıca. Mesela ruh meselesinde doğru ve yanlıştan öte ruh ve nefs meselesi olmaz. Sana ruhtan soruyorlar ayetinin yorumu uzun ve dolaşık hikayedir ve bununla zevk etmek, orta sınıf eğlencesi yapmak isteyeni o çok sevdiği kitap kokusuyla rahat bırakıyoruz biz. Ben böyle durumlarda Akif veya Kemal'e bakarım. Akif "Ruhumun vahyini duysam da geçirsem taşına" demiş. Ruh ayetinin popülist bir yorumu diyebiliriz buna kısaca. Ya da Cahit Zarifoğlu "İçimize koyduğun sesle" demiş. Aynı şey. İçimize konan bir ses var. Bunu duyuyoruz. Ama analizini tam yapamıyoruz. Şimdi, o sese kulak mı vereceğiz, sesin frekans ölçümünü mü yapacağız? Bu aslında bize Batılığın reddini de mümkün kılan bir meseledir, felsefesizlik imkanıdır. Popülizm felsefesizlik demektir ve o anlamda düşüncenin de reddidir. Bunu hazmedemeyenler olabilir.
Felsefenin nefse ait bir uğraş olduğunu düşünüyorum şahsen. Felsefeyle çok az, şiirle çok uğraşmış biri olarak da şiirin nefse ait bir uğraş olmasına rağmen nefsten kaçmaya da yeri olan bir uğraş olduğunu bilirim. Şiir en azından Türkçede dille dolayımsız bir ilişki demektir ve Namık Kemal bize dilin zihinle, zihnin de insanla özdeş olduğunu söyler. Dervişin fikri neyse zikri odur. Benim kafam açlığa ve şerefe çalışıyor. Bunun için şair olmamı sağlayan kitabın adı Namus'tur mesela. Bir namus olmalı diye düşündüm, daha çok da istedim. Namus nedir, antik Yunandan beri incele... gibi bir şeyle de hiç alakası yoktur. Namus kaybedildiği zaman duyulan bir şey. Nasıl ki gönlümüzü dertlenince hissediyorsak, namusu da namussuzluk karşısında veya namusumuz lekelenince hissediyoruz.
Halkın felsefesi ne? Ben harman yerinde anneme sormuştum bunu 1993te. Çok yokluk gördük oğlum, artık karnımız doysun istiyorum dedi. O sıra ben bunun dışında sanıyordum kendimi. Aç değildim, annemler sayesinde. Ama sonra sınıra geldim. Tek amacım iyi şiir yazmaktı. Namus kitabımdaki şiirleri yazdığım kritik dönemde iyi şiir yazmanın benim gibi çapulcu, baldırı çıplak, yani kara halktan biri için mümkün olmadığını; ancak bana yakışan, namuslu bir şiir yazabileceğimi, bunu da namusun peşinde koşarsam yakalayabileceğimi gördüm. Namus da öyle ezoterik orta sınıf eğlenceleri gibi imge kovalamaya benzemiyor açıkçası. Bir adam zengin diye bağırıp çağırıyor, diğer adam fakir diye gözlerini kırpıştırarak, başını önüne eğerek, kollarını içe bükerek dinliyor. O anda, orada meleklerin kanat çırpışlarını filan duymuyorum ben. Hissiz ve kabayım böyle şeyler karşısında. Kimsin lan sen deme ihtiyacım daha fazla. O zengin adamın kanına susuyorum ben. Zengin adam, büyük takım, güçlü ülke, sistemli çalışma, başarı hikayesi... bir büyük bok var, bir de küçük bok.
Büyük boklarla uğraşmak isteyen ezoterik arkadaşları kafa patlatamayacağımız (2010 bunun için çok geç bir tarih, kıyamet kopmaya yakın yahut biz öleceğiz, ki aynı şey, annemin tabiriyle küçük kıyamet) sorularla, yorumlarla takoz olmamaya davet ediyorum. Bu meselelerle uğraşınız, ama burada değil. Ayrıca deneyim felsefeyi pataklar. Bir Atlılar toplantısında Emine Edibe'nin ezoterik itirazlarına artık tahammülüm kalmadığı için "Evet, uzun şiir kısa şiiri döver, napalım" demiştim. Yeterince kaba olabildiğim için şiirde bir şey yapabildiğimi, bir şiirim olduğu için de şairliği terk edip işçiliğe sığınabildiğimi; tam aksine, o kabalığı gösteremeyenlerin hala şairlik peşinde olduklarını ve şiir falan yapamadıklarını görüyorum. Sempatik değil ama doğruydu yaptığım şey. Nedir doğru, diye başlamayın lütfen. Yaşanabilir olan doğrudur. Bazen kusurludur bazen bizzat haramdır yaşanabilir olan. Sizin gibi ezoterik kalasın tekiyken iyi bir şey kötü başlamaz, yanlış doğru olmaz diye düşünüyordum. Maide suresi bize bunun böyle olmadığını, kötüden iyiye dönme olduğunu söylüyor; ama ben yaşayınca gördüm, ayeti de ondan sonra anladım. Ruhmuş nefsmiş, beden yahu. Önce bedene bir dokunalım, ruhuna nefsine gelir sıra gelecekse. Şimdilik, kimin umrunda.
Buraya anarşizm tasavvuf halkçılık yazdım. 9-10. yüzyılların popülizmi tasavvuftu İslam toprağında. Çünkü kargaşa vardı ve sıradan adamın bir melceye ihtiyacı oldu. O zaman Hasanı Basri hazretleri gibi şahsiyetler çıkıp halkı kargaşadan çektiler. Abdülkadir Geylani'nin iki milyon müridi olduğu söylenir. Mısrilik, Mevlevilik, Cerrahilik gibi trişkadan nağmelerle bir alakası yoktu tasavvufun. Bir edebiyat değildi tasavvuf denilen şey. Sof giymekti nerdeyse işin özü. Kaba kalın bir kumaş. Atlas giymiyor yani. Fakir. Kemik tasavvuf böyledir. Geçti o devirler. Padişahlara layık bir sanat oldu tasavvuf. Güzel, doğrusu, Uyan ey gözlerim gafletten uyan, Azrailin kastı canadır inan.. ilahisi. Anarşizm ise 19. yüzyıl Avrupasının isyancı düşünceleri arasında önceliklidir, iktidara çevirebildiği dolaplar sayesinde. Ama artık onun da geçerliği yok. Ne tasavvuf gibi geri çekilmek zorundayız ne anarşizm gibi en ileri hatlarda vuruşmamız gerekir. Toparlamak lazım direksiyonu. Bu da büyük parçayla önce kafalarımızda bütünleşmekle olur. Popülist kültür bu amaçla çıkılan bir yoldur. Bizler halkın yazarları filan değiliz. Henüz değiliz ya da. Halkı unutmuş, kendi bacak arasına bakıp kukumav kuşları gibi düşünen, hayalat ve musavverat eflakinde tayyar kullar arasında bizi var eden, yaşatan büyük organizmayla bağ kurmaya çalışıyoruz. Halkın niteliğini tartışmanın faydası yok. Pratik çünkü. Hep söylüyorum, halkı analiz etme ukalalığı sizi ele veriyor. Halkı niye analiz edesiniz. O sizi bir görüşte tanıyor. Onun musunuz, kendinizin misiniz, buna karar vermek hakkınız. Ama bana lolo yapmayın. Ben halkın adamıyım. Benim gibilerle devam edeceğim. Böyle.
Yorumlar
Yorum Gönder