Ana içeriğe atla

Bakış makinesi

Güncel ve süreçsel politika hakkında sık sık konuşuyoruz. İdeolojileri (iktidardaki İslamcılık da olsa, muhalefetteki solculuk da olsa) yerdiğimiz de sıklıkla vaki. İslamcılığa geçirince İslamcılardan "Yapmayın etmeyin, hem siz kim oluyorsunuz, yok o öyle değil" filan gibi, sola geçirince de solculardan "Oraya geliriz, siz zaten gericisiniz, benim bir kedim var adı mahir" gibi jestler, mimikler, sözler geliyor. Bizim tutarlılığımızı, siyasi etkililiğimizi sorgulayanlar çok. Bir kere şunu söyleyeyim: Üç genci bir araya getirip bir pankart hazırlayıp sokağa çıkıp işte çok güzel devrimci siyaset yapıyoruz, demek de mümkündü. Fakat bunun nasıl bir dallamalık olduğunu ben çocukluğumdan beri biliyorum. Kars'ta komünistlerin kucağına doğmuş, solun 1980'lerdeki nekahet ve yeniden güç kazanma dönemini de yaşamış biriyim. Çocukluğum, ergenliğim solcu olduğum, hepimizin, bildiğimiz sevdiğimiz herkesin solcu olduğu gibi bir tecrübe ve düşünceyle geçti. Zaten aile CHP'li, benim büyüklerim komünist. Benden beklenen şey de seçim yapmam, ama ancak ve ancak sol içinde seçim yapmam yolundaydı. Ben de seçimimi "müslüman" dışındaki bütün isimleri kuşkuyla karşılayarak (Türk dahil) yaptım. Solcuyum müslümanım demeyi mümkün olsaydı tercih ederdim; ama 1980'lerde ve 1990'larda buna izin verilmiyordu. Bana bu konularda maval okuyanlar bana bu konularda maval okumasınlar. I know what it is to be young, but you don't know what it is to be old, demek suretiyle bu konuyu geçiyorum. Gelelim Popülist Kültür makinesine.
Popülist Kültür Derneğini veya hareketini bir siyasi parti gibi düşünmek terbiyesizlik olur. Siyasi parti olmanın üç yolu var. Ana akım resmi partiler, devrimci resmi veya gayri resmi partiler, bir de popülist parti yahut kültürel blok, yeni hegemonya. Lenin ve Gramsci'nin geliştirdiği hegemonya kavramı salt egemenlik olarak anlaşılıyor ki, o zaman salt egemenlik olurdu. Hegemonya daha soyut bir egemenliği, kişilere pek bağlı olmayan bir sımsıkılığı ifade eder. Türkiye'de İslam düşüncesi ve halkın Müslümanlığı yaşama biçimi (Sünneti Seniyeyi, su küçüğündür demek ve kılıbıklığı övmek de var bunun içinde, namus için can vermek veya açıktan küfür etmeyen hiç kimseyi kafir saymamak, sayamamak da, ot gibi koyun gibi olmak da) hegemoniktir. Bunu partileştirecek bir siyaset tarzı elbette olabilir. Olmalıdır da, bana sorarsanız. Erbakan siyaseti bunu ima etmiş, fakat resmi, iktidara aday, dünya sistemi içinde olmayı kabul eden bir siyaset olduğu için demokrasi hukukuyla İslamın Türkiye'deki hegemonyası arasında kalmıştır çok yerde. Onu aşan bir siyaset olmalıdır. Fakat Popülist Kültür Derneği'nin konusu elbette bu değildir. Siz napıyorsunuz peki, sizi de görelim sokaklarda, gibi tavırlar yersiz bu yüzden. Sokağa inmek, kütleyi peşine takmaya çalışmak vs. işleri hiç amaçlamadım hayatımda. İslam'ın hegemonik etkisini ele geçirmek gibi bir planım da olmadı. Bu, benim tarihsel süreci okuyuş biçimime göre zaten olacak olan şeydir. İsmet Özel'in çok özel olmayan bir takipçisiyim bu konuda. Ayrıca bir tarih tezi filan ileri sürmüyorum. "Deniz dalgalanır, Türkiye İslamlaşır". 


Bu hegemonya sorunsuz olmaktan birçok bakımdan uzaktır ama. Ben bunun içinde çalışmayı kafaya koymuş biriyim. Hepimiz bir şekilde müslümanız gözüyle hadiselere ve insanlara bakıyorum. Dolayısıyla bir İslami hareket, bir İslamlaşma hareketi olması gerektiğini düşünmüyorum. İslami hareket bir siyasi harekettir ve diğer siyasi hareketler içinde kendiliğinden öncelikli değildir. İslamcılık siyaseti ile solculuk siyaseti benim gözümde eşittir. İktidarda jop gösterir, muhalefete joptan şikayet eder. İktidarda yolsuzluk yapar, muhalefette yolsuzluğu telin eder. İkiz kardeşler bunlar. Doğuculuk-Batıcılık, dincilik-laikçilik, İslamcılık-solculuk, sağ-sol bunlar arasında tercih yapmama tercihini yapıyorum. Şahsi tercihlerim ayrı. Baklavalardan fıstıklı baklavayı, siyasi liderlerden Necmettin Erbakan'ı çok seviyorum. Ama Erbakan'ın partisinden değilim. Allah sağlık, kuvvet, afiyet versin. Necmettin Erbakan'ın bir kardeşi olmakla yetiniyorum. Bu konuda partililerin eleştirilerine her zaman göğüs gerdik. Vazifeden kaçtığımızı söylerlerdi hep. Bir şeyden kaçmadığımız şimdi açıktır. Ama bizi vazifeden kaçmakla itham edenlerin önemli kısmı iktidar partisinin nimetlerini istimal etmekle meşgul oldukları için bizi unutmuş bulunuyorlar. Kalanlarla ise kardeşliğimiz devam ediyor. Artık biraz da birbirimizin yadigarı gibi olduk. Ama bu kadar. Siyaset batıl olduğu için değil, o günkü ve bugünkü şartlarda resmi siyasetle, parlamento siyasetiyle İslam'ın Türkiye'deki imkanları büyük halk çoğunluğu (buna bütün farklı unsurlar dahildir, anlayış budur) lehine kullanılamaz, geliştirilemez. İslam hegemonyası kavramımı, İslamcılığın da bütün siyasetlere farklı nispetlerde içkin olduğu fikrim izaha, teşrihe muhtaçtır, biliyorum. Sonuçta anamızdan ansiklopedi olarak doğmadık. Bazı şeyleri zaman içinde öğreniyor ve yazıyoruz. Yanlıştan münezzeh ise çok şükür değiliz. Ama fikrim bu benim. 

Mesela, en sonki vıdı vıdılarda solcu çocuklar beni hem alnımı secdeye koyup hem gençlere küfür etmekle suçladılar. Demek ki müslüman beklentisi var imgelemlerinde. Müslüman küfür etmez. Ki doğrudur da. Kuran-ı Kerimde Allah'ın zulme uğrayanlar dışında kimsenin kötü sözü açıktan söylemesini hoş görmediği söylenir. Bu ayet millet sinesine düşmüş ayetlerdendir. Herkes bilir ki alnı secdeye değen adam paktır, pak olmalıdır ve küfür de necistir. Böyle bir içkinlikten çok büyük anlamlar çıkarmıyorum tek başına. Ama bu da var diye söylüyorum. 


Müslümanlık çok büyük iddia olurdu. Yani siyasette işte ben Müslümanım, siz de bana uyun demek. Bunun belli bir kişi için hak olduğu bir zamanda bile yapılabileceği bence su götürür. 20 yaşında temiz bir genç olarak ODTÜ'nün imamlığını bana bırakmak istediler. O gün hissettiklerimi bugün de hissediyorum. Müslümanlık adına liderlik imkansızdır. İki nedeni var bunun. Birincisi, vahiy gelmiyor sana, bilemezsin ve yaptıklarınla İslamın, Müslümanlığın özdeş olmadığını her saniye hatırlayıp hatırlatmaktan zaten iş yapamazsın. İkincisi, sen İslama göre hüküm vererek insanları yola çağırsan gelemezler de zaten. Mavi Marmara gemisi gitti, şehitler oldu, ağlaya güle geldiler ve herkes bir İslam, müslümanlık laflarına girişti. İslama göre hükmü nedir hadisenin? Bunu farzı muhal söylüyorum, çünkü tam olarak orada değiliz biz, Müslümanlığımız eksik. Cihat farz olmuştur. Farzı kifaye olduğu ve o an cihat eden kimse olmadığı için de her tek Müslümana farzdır, mücahitler çıkana kadar. Oldu mu şimdi? Bana Mavi Marmara konusunda cart curt edenler sonuç olarak ne yaptılar? Hiçbir şey yapmadılar. O zaman orada ölen insanlara yazık değil mi? İsrail ne tazminat ödemeyi ne özür dilemeyi kabul etti. Hükümet bütün bu olaylara yol açmış olmakla kaldı. Amerikalılar gibi sevindik üzüldük o kadar. Ama Amerikalıların dünyanın dört etrafında orduları var. Bizim evdeki ordumuz bile şaibe altında bugün. Dolayısıyla da bakışta bir yanlışlık, bir eğiklik var. 


Popülist Kültür bakış makinesidir. Şudur deyip geçmeden önce bir kişi olarak ve bir grup olarak ve toplum olarak anlama gayretidir. Bu konuda temel kaziye halkın toptan yanılmayacağıdır. Yanıltılabilir ama tarihsel süreklilik içinde yanılmaz. Bunun İslami temelleri var, son iki yüzyılın düşüncelerinden esinlenmiş tarafı da var. Ben zaten İslam temel düşüncesinin, İslam hegemonyasının Türkiyede insanları sağdan soldan ortadan tercihler yaparken belli şeyleri seçip belli şeyleri terk etmeye yönelttiğini düşünüyorum. Benim özelliğim bundan ibarettir, ki özgün olmama özgünlüğü gibi bir şey bu da. Ben tarihsel sürekliliği, meşruluğu, popülizmi, hayatiyeti savunan biriyim. Anarşizmi tümüyle terk etmiş biriyim. Terörizm solipsizmle aynı şey benim gözümde, ya da neredeyse aynı şey. Terörist kafasında dünyayı kurar ve tek eylemle, ki bu da şiddet eylemidir tüm dünyayı değiştirir. Bu ilk yapıldığında ne kadar imgesel idiyse bugün de o kadar imgeseldir. Teröristler başarı getirir, ama sadece terör sürecini yönetmesini bilenlere. Terör Türk halkının ardından gittiği bir şey değil. Biz sokak kavgası görünce Amerikalılar gibi çekip gitmiyoruz, ayırmaya çalışıyoruz ve bu yüzden dayak yediğimizi de sonra mutlulukla anlatıyoruz. Şiilik oysa mesela, terörle çok içli dışlıdır ve bugün dünyanın birçok yerinde Müslümanlar bu şekilde şiileşiyorlar. Aslında o şiileşme dediğim şey de şiilik diye bir düşünce ve yaşam biçimine girmek anlamında değil. Şiiliği İngilizce anlamıyla, kasıtlı sapma olarak görüyorum. Caferilik mesela tam anlamıyla şiilik olmuyor bu yüzden. Caferiliğin Hanefilikten farklı tarafları olsa da, çok yakın tarafları da var. Aleviler de biraz sünnidir yani. Hatta Türkiye'de yaşayan Hıristiyanlar bile bunun içindedir. Kilise düğünü yapmıyorlar diye kardeşini ve eniştesini öldüren Hıristiyan çocuk (üzüntü verecek bir hadise olsa da) yaptığı yanlış içinde yanlış bir şeyi, bir başka tür şiddeti, toplumu hiçe saymayı düzeltmeye çalışıyordu. Namus zaten budur aslında. Birlikte yaşamak ve birlikte yaşamak için düsturlara sahip olmak. Ben olsam Kilisede evlenmeyi kabul ederdim. Şöyle diyeyim, enişte yeterince sünni düşünseydi cinayet hiç olmayabilirdi. Bir uygun yol aranır bulunabilirdi. Meşruluk hayat verir, sapmalar ölüm ve korku getirir. 


Burada mükemmel bir bakış makinesinden de elbette söz etmiyoruz. Kimsenin halk üzerinden ukalalık yapma hakkı yok. Şeffaflaşmazsanız, kendinizi görecek kadar toplumun aynasına bakmazsanız bu makine de diğer siyasi ve ideolojik makineler gibi bir tehdit, bir bölücülük haline gelir. Bizden eylem, etki, baskı, atış tutuş beklemek bu yüzden uygunsuz bir şey. Biz yazıyoruz ve konuşuyoruz. Gürültümüz yok. Önemli olan bakmayı ve görmeyi kendine öğretmek. Hiçbir ideoloji adına diğer ideolojiyi aşağılamıyoruz. Olanda yanlış olanı söyledik biraz şimdiye kadar. İslamcıların nasıl bir konformizm yani uysallık ve uysallaştırma içinde dünya nimetine boğulup kaldığını anlattık, laga luga edenler oldu. Solun nasıl basit şiddeti övdüğünü ve yaşamak dediğimiz temel barışa nasıl düşmanlaştığını gösterdik, şiddetli mesajlar aldık. Bu bir bakış makinesidir. Buradan bakarak gördükleriniz hoşunuza gitmiyor olabilir. O zaman hiç değilse bizim kadar şeffaf olarak siz bakış ayarı yapınız. Sol çok iyidir, İslamcılık süperdir tavırlarıyla ancak Fener-Galata taraftarları kadar fikir geliştirebiliriz. Ki halk Fenerli veya Galatalı olarak bile bundan daha fazla fikir geliştirebiliyor. Bursa taraftarı veya Trabzon taraftarı daha zeki ve esprili, İslamcılardan da solculardan da. Halbuki tek konu 22 adamın bir topu kovalamasından ibaret. Bir oyun, bir eğlence. Ben zaten İslamcıların da solcuların da eğlenmeyi bilmediklerine şahidim.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Milli Savaş Hikayeleri

Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Milli Savaş Hikayeleri'nde 1914-1924 yılları arasında yaşanan Milli Mücadele günlerinde gerçekleşen bazı trajedik olayları okuyuculara aktarıyor. Milli Mücadele Dönemi Türk halkı için bir kahramanlık ve ıstırap dönemi olmuştur.  Yazar da bunu eserinde ustaca ele almış olduğu olay ve hikayelerle sade ve açık bir şekilde okuyuculara iletiyor. Yazar genelde  Ege bölgesinde meydana gelen olayları ele alıyor.  Özellikle,  Türk tarihi için büyük bir felaket olan güzel İzmir’in işgali ve düşman kuvvetlerinin buradaki halka yapmış oldukları zulüm ve hakaretler büyük bir yer alıyor yazarın “Milli Savaş Hikayeleri” adlı eserinde. Bu işgaller karşısında çaresiz kalan halıkın aciz durumu da tüm açıklığıyla ortaya konuluyor. Kitapta bulunan    bazı hikayelerde de Yunan kuvvetlerinin Batı Anadolu’yu işgali sırasında yerli halka  yapmış oldukları insanlık dışı işkenceler tanıklarıyla belirtiliyor.

Akbaba köyü 35 numara

Star tv'de yaklaşık bir ay önce başlayan, projesi Durul Bazan'a ait Gecekondu isimli program seyirciye yeni bir konsept sunuyor. Önceden yazılıp hazırlanmış bir metni olduğundan şüphe duyduğumuz Gecekondu programı güncel olaylara ve konulara eleştirel, saldırgan hatta kimi zaman anarşist bile diyebileceğimiz bir yaklaşım içinde. Zeynep Beşerler gibi süzme elitist, dünyada ne olup bittiğinden habersiz konukların dumura uğratıldığı bu absürd komediyi izlemenizi öneriyoruz. Çevrecilikten, Medyaya "steril" bir takım proje ve yaklaşımların üzerine limon sıkan bu yeni popülist dizi risk alarak ve cesaretle absürdün, politiğin, gündelik hayatın, komedinin ve ironinin sınırlarında dolaşıyor. Cuma gecesi 00.30'da yayınlanan diziyi aynı saatlerde talk show yapan disko krallarının, gece kuşlarının, aştürk baraş'ların izleyip feyz alması hatta belki utanması umulur...

Müslüman Tanrılar

Birkaç sene önce aile dostumuz olan bir adamın şirketine bir iş yapmıştım. Paramı üç gün içinde almam gerekiyordu. Ama adam paramı vermemek için takla atıp duruyordu. Üç gün, beş gün, on gün derken bir buçuk ay geçti. En az on defa gittim geldim adamın yanına. Ve o sıralar hiç param olmadığı için yürüyerek gidip geliyordum. Ya yerinde olmuyor, ya tatile gitmiş oluyor, ya da paranın bir kısmını verip beni postalıyordu. Sonunda, efendiliğimi bozmadan, bu işin bu şekilde olmayacağını, paramı almam gerektiğini bu işin böyle uzamasının doğru olmadığını söyledim. Aynen böyle, bu şekilde. İşte o an olan oldu, adam köpürdü birden. Nasıl ben böyle bir şey söyleyebilirmişim, zaten bu işi çok daha ucuza yaptırabilirmiş, bana yardım olsun diye bu işi bana vermiş, yeğeni falanca çocuğa baksaymışım ya o terbiyeli çocukmuş hiç böyle şeyler söylemezmiş, ben nasıl terbiye görmüşmüşüm böyle, ne kadar ayıpmış, falan filan. Yüzlerce adamla çalıştım, yol yordam biliyorum ama karşımdakinin bir tanrı olduğun