Ana içeriğe atla

Bu şiiri kaç senesinde yazdım?

Bin dokuz yüz doksan dokuz -Marmara depremi- geldi aklıma. Bir de İsmet Özel’in şiir okuyuşu. Suratına vuruyor sanki, azarlıyor: Binn! Dokuz yüz altmış yedi! Evet, İsyan. Bir şiiri kaç senesinde yazdığını insan kendisine sormalı. Göründüğü kadar basit bir soru değil çünkü. Tanpınar’ı düşünelim ya da Necip Fazıl’ı. Mesela Takvimdeki Deniz şiirinin kaç senesinde yazıldığının bir önemi var mı? Bilsek ne olur, bilmesek ne olur. Bu konu şiirin siyasetiyle alakalı. Ya da şöyle, bir şiirin siyasi olup olmamasıyla. Yine başka bir örnek, Haydi Abbas vakit tamam şeklinde başlayan şiiri Tarancı’nın kaç senesinde yazdığını lutfedip merak etmiyorsak, bunun sebebi klişedir, retoriktir, soyuttur. Ne derseniz deyin.

İlk önce şunu bilelim: Somut, klişeyi bozar. Hüseyin Cöntürk’ü okurken anlamıştım ilk, adamın kitabının başlığı Çağının Eleştirisi. Mekân olarak da zaman olarak da buradasın işte. İkisini birbirinden ayırmak imkânsız. Ayırınca zaten mekânı, eşyayı, sokağı, insanı soyut algılıyorsun. Bursa’da Zaman şiirine gıcık oluyorum mesela. Böyle birşey. Hiçbir şey yok. Bursa’da Zaman şiiri falanca sene yazılmış desek şiir bize kendini daha çok mu açacak. O dönemin siyasi fotoğrafını çıkarıp önümüze koysak şiirin derinliklerine mi ineceğiz. Hayır. Bunun için birazcık duygulanmak yeterli. Birazcık.
Çağının şairi olmak çağının siyasetini gütmekle mümkün. Çağının siyaseti biraz kaypak karanlık bir ifade oldu. Aslında ezilenler ve ezenler her çağda var. Dün de vardı yarın da olacak. Ezilenlerin görüntüsü her zaman aynıyken ezenler devamlı kılık değiştiriyor ama. Bu da popülist şiirin imkanlarını düşünmeye zorluyor bizi. Çok Üşümek popülist bir şiir mesela. Ama aynı anlayış bakış görüş dairesinde bir şiir yazsak popülist bir şiir yazmış olur muyuz? Olmayız herhalde. Çağının siyasetini gütmek böyle bir şey. Bir zamanlar Halkın Dostları olunuyordu. Şimdiki mesele ise halk olmak. Dost kazığı diye de bir şey var çünkü.
Bu her zaman böyle oldu. Siyasi şiir Türk şiirinin mayası oldu hep. Şu da var, Nef’i, Fikret, Akif, Nazım hepsi sanatlı şiirler yazdılar. Ancak onların sanatı retorik, klişe ve soyuttan arınıktı. Şiir = Siyaset (düşünce) anlayışı, şiiri sembollerden kurtardı. Unutmayalım ki Fikret’in İstanbul gibi mübarek(!) bir şehri düşünerek yazdığı şiirinin ismi Sis. Sembollerle düşünmek İstanbul’u nostalji malzemesine çevirirdi değilse, Fikret siyasi düşünmeseydi. Şiirin ismi de sis olmazdı zaten. Sis çok somut, gözle alakalı bir şey. Siyasi olmayan şiirlerin o sisi görecek gözü yok ama. Yoktu yani.
Somut, klişeyi bozar. Bu, her çağda böyle olmuştur. Her çağın da küfür gibi kendini gizleyen klişeleri vardır. Onu buldun mu “ben ne şairmişim lan” dersin. Bozulmak kaderin ama. Burası Türk şiiri. Yalnızlık, kendinle hesaplaşma, çisenti, arnavut kaldırımlar filan hikâye. Git otuzbir çek. Can sıkıntısı değil mi sonuçta. Kaç defa hesaplaşabileceksin kendinle, bir dene.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Akbaba köyü 35 numara

Star tv'de yaklaşık bir ay önce başlayan, projesi Durul Bazan'a ait Gecekondu isimli program seyirciye yeni bir konsept sunuyor. Önceden yazılıp hazırlanmış bir metni olduğundan şüphe duyduğumuz Gecekondu programı güncel olaylara ve konulara eleştirel, saldırgan hatta kimi zaman anarşist bile diyebileceğimiz bir yaklaşım içinde. Zeynep Beşerler gibi süzme elitist, dünyada ne olup bittiğinden habersiz konukların dumura uğratıldığı bu absürd komediyi izlemenizi öneriyoruz. Çevrecilikten, Medyaya "steril" bir takım proje ve yaklaşımların üzerine limon sıkan bu yeni popülist dizi risk alarak ve cesaretle absürdün, politiğin, gündelik hayatın, komedinin ve ironinin sınırlarında dolaşıyor. Cuma gecesi 00.30'da yayınlanan diziyi aynı saatlerde talk show yapan disko krallarının, gece kuşlarının, aştürk baraş'ların izleyip feyz alması hatta belki utanması umulur...

Milli Savaş Hikayeleri

Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Milli Savaş Hikayeleri'nde 1914-1924 yılları arasında yaşanan Milli Mücadele günlerinde gerçekleşen bazı trajedik olayları okuyuculara aktarıyor. Milli Mücadele Dönemi Türk halkı için bir kahramanlık ve ıstırap dönemi olmuştur.  Yazar da bunu eserinde ustaca ele almış olduğu olay ve hikayelerle sade ve açık bir şekilde okuyuculara iletiyor. Yazar genelde  Ege bölgesinde meydana gelen olayları ele alıyor.  Özellikle,  Türk tarihi için büyük bir felaket olan güzel İzmir’in işgali ve düşman kuvvetlerinin buradaki halka yapmış oldukları zulüm ve hakaretler büyük bir yer alıyor yazarın “Milli Savaş Hikayeleri” adlı eserinde. Bu işgaller karşısında çaresiz kalan halıkın aciz durumu da tüm açıklığıyla ortaya konuluyor. Kitapta bulunan    bazı hikayelerde de Yunan kuvvetlerinin Batı Anadolu’yu işgali sırasında yerli halka  yapmış oldukları insanlık dışı işkenceler tanıklarıyla belirtiliyor.

Taraf, Radikal okuyarak zihni bulanmış İslamcı kardeşlerime

Üstelik kalkıp acaba neden Kürtçe konusunda fetvayı cevaz vermiyoruz diye üstümüze geliyorlar. 1. Kürtçenin resmi dil olması teknik olarak imkansıza yakındır. 2. Şart da değildir; bir katkısı olmayacaktır. 3. Kültürle veya sivil alemle hiçbir ilgisi yok, direkt olarak Türkiye-Avrupa gerginliği tarihinde bir momentumdan ibarettir. Tasfiye veya Hece dergilerini çıkaranların bunları anlayacak zihin açıklığı ve dürüstlüğe sahip olmadığı belli, siz dinleyin bari. Söylediklerimin ulusalcılıkla, Türkçe meftunluğuyla bir ilgisi yok. Kürtçe birçok insanı şu veya bu nedenle rahatsız edebilir. Beni etmiyor. Kürtçeye birçok insan şu veya bu nedenle sempati besleyebilir, ben beslemiyorum. Çocukluk atmosferimde işitmeye alışık olduğum dillerden biri olduğu için Kürtçe bana doğal geliyor, hepsi bu. Doğal ve yörel. Dolayısıyla da neden Kürtçe'yi yüzlerce diğer yörel dilden ayırdederek savunmam yahut övmem gerekiyormuş, anlamıyorum. Sivil olarak anlamıyorum yani. Sivil hayatta, Terekemece veya Kar...