Ana içeriğe atla

Popülist sinema, bugün.

İki hafta önce yani "Popülist Sinema" programının ilkinde Lütfi Akad'ın yazıp yönettiği Gelin filmini izledik. Bu hafta yine Akad'ın Düğün filmini izleyeceğiz. Ondan sonraki programda da Diyet'i izleyerek, Akad'ın Gelin-Düğün-Diyet şeklindeki tematik üçlemesini tamamlayacağız. Peki neden bu filmleri izliyoruz. Bunlar herşeyden önce iyi filmler. Hem hikaye olarak hem de teknik olarak iyi. Bunun ötesinde ise halkın yaşayışını dolaysız, gerçekçi bir biçimde ele alan popülist filmler bunlar.

Biraz da ortamdan haber verelim. Mehmet Ali geçen hafta film bittikten sonra Melek'in pek katılmadığı bir yorum yaptı. Lütfi Akad'ın halka, "tüccar olmayın, işçi olun" mesajı verdiğini söyledi. Filmin sonundaki sahne daha derin anlamlar aramaz, sadece diyalogla yetinirsek tam da bunu söylüyordu. Melek ise Lütfi Akad'ın hiçbir zaman filmlerinde solculuk yapmadığı, reçeteci olmadığı yorumuyla karşı çıktı buna. Mehmet Ali bu yorumu yapmadan önce ben de Melek'in argümanıyla meseleye yaklaşıyordum ama o zaman uyandım. Melek'in yorumu hala doğru. Ama bu Mehmet Ali'nin söylediğini geçersizleştirmiyor. Mehmet Ali'nin yorumu önemli ve iyi ki hep birlikte izlemişiz. Çünkü film hakkında yapılabilecek, izleyenler bilir, aklımıza ilk seferde gelmeyen ama aslında en basit ve doğru yorum o. Ama geri kalanımızın aklına gelmedi. Çünkü iki tür filme alışığız. Film ya mesajını bağıra bağıra verir ve bu filmler genelde kötüdür, didaktiktir, reçetecidir. Ya da mesajını sanat dolayımıyla verir ve onu anlamak için biraz ince izlemek gerekir, biraz da sinema sanatından ve başka şeylerden anlamak. Ama Akad'ın filmi ikisi de değil. Yani hem iyi hem de mesajı çok açık. Evet solculuk yapmıyor ama işçi olmayı övüyor.

Her programı bir filmin baştan sona izlenmesi şeklinde düşünmüyoruz. Filmin sadece pasif birer izleyicisi olmayacağız yani. Film aralarında konuşuyoruz mesela. Ama zenci sineması gibi düşünmeyin. Yani oyuncularla konuşup, soundtrackte dans etmiyoruz elbette. Amerika'da siyahlar kendi sinema salonlarında öyle film izliyorlarmış. Yani biraz karnaval havasında. Kültürel, sosyolojik birşey. Aidiyet duygusunu pekiştiriyorlar böylece. Birbirlerine şşştt demeyip, nasıl film izleniri öğretmiyorlar. Mesele de tam olarak film izlemek değil orda zaten. Neyse hasılı öyle yapmayacağız biz. Filmin anlaşılmasını güçleştiren birşey olarak yapmıyoruz bunları. Daha ziyade filme, gelip yerleşebileceği daha genel, hayata topluma sanata bakışın bir parçası olarak yaklaşıyoruz. Bu bağlamda ileriki programlarda filmlerden belli sahneleri seçerek, ya da iki filmi karşılaştırarak birşeyler de izleyebiliriz. Bunu biraz da katılanların motivasyonu ve fikirleri belirleyecek. Ama Akad'ın filmleri parçalayarak izlemeye pek uygun değil. O yüzden baştan sona izliyoruz. Maksimum 90 dk. sürüyor film. Tartışma, ön konuşma derken 2 saati bulabiliyor bazen. Ücretsiz. Giriş serbest. 10 Ocak Perşembe (yani bugün) saat 18.30'da dernekte.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Akbaba köyü 35 numara

Star tv'de yaklaşık bir ay önce başlayan, projesi Durul Bazan'a ait Gecekondu isimli program seyirciye yeni bir konsept sunuyor. Önceden yazılıp hazırlanmış bir metni olduğundan şüphe duyduğumuz Gecekondu programı güncel olaylara ve konulara eleştirel, saldırgan hatta kimi zaman anarşist bile diyebileceğimiz bir yaklaşım içinde. Zeynep Beşerler gibi süzme elitist, dünyada ne olup bittiğinden habersiz konukların dumura uğratıldığı bu absürd komediyi izlemenizi öneriyoruz. Çevrecilikten, Medyaya "steril" bir takım proje ve yaklaşımların üzerine limon sıkan bu yeni popülist dizi risk alarak ve cesaretle absürdün, politiğin, gündelik hayatın, komedinin ve ironinin sınırlarında dolaşıyor. Cuma gecesi 00.30'da yayınlanan diziyi aynı saatlerde talk show yapan disko krallarının, gece kuşlarının, aştürk baraş'ların izleyip feyz alması hatta belki utanması umulur...

Milli Savaş Hikayeleri

Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Milli Savaş Hikayeleri'nde 1914-1924 yılları arasında yaşanan Milli Mücadele günlerinde gerçekleşen bazı trajedik olayları okuyuculara aktarıyor. Milli Mücadele Dönemi Türk halkı için bir kahramanlık ve ıstırap dönemi olmuştur.  Yazar da bunu eserinde ustaca ele almış olduğu olay ve hikayelerle sade ve açık bir şekilde okuyuculara iletiyor. Yazar genelde  Ege bölgesinde meydana gelen olayları ele alıyor.  Özellikle,  Türk tarihi için büyük bir felaket olan güzel İzmir’in işgali ve düşman kuvvetlerinin buradaki halka yapmış oldukları zulüm ve hakaretler büyük bir yer alıyor yazarın “Milli Savaş Hikayeleri” adlı eserinde. Bu işgaller karşısında çaresiz kalan halıkın aciz durumu da tüm açıklığıyla ortaya konuluyor. Kitapta bulunan    bazı hikayelerde de Yunan kuvvetlerinin Batı Anadolu’yu işgali sırasında yerli halka  yapmış oldukları insanlık dışı işkenceler tanıklarıyla belirtiliyor.

Taraf, Radikal okuyarak zihni bulanmış İslamcı kardeşlerime

Üstelik kalkıp acaba neden Kürtçe konusunda fetvayı cevaz vermiyoruz diye üstümüze geliyorlar. 1. Kürtçenin resmi dil olması teknik olarak imkansıza yakındır. 2. Şart da değildir; bir katkısı olmayacaktır. 3. Kültürle veya sivil alemle hiçbir ilgisi yok, direkt olarak Türkiye-Avrupa gerginliği tarihinde bir momentumdan ibarettir. Tasfiye veya Hece dergilerini çıkaranların bunları anlayacak zihin açıklığı ve dürüstlüğe sahip olmadığı belli, siz dinleyin bari. Söylediklerimin ulusalcılıkla, Türkçe meftunluğuyla bir ilgisi yok. Kürtçe birçok insanı şu veya bu nedenle rahatsız edebilir. Beni etmiyor. Kürtçeye birçok insan şu veya bu nedenle sempati besleyebilir, ben beslemiyorum. Çocukluk atmosferimde işitmeye alışık olduğum dillerden biri olduğu için Kürtçe bana doğal geliyor, hepsi bu. Doğal ve yörel. Dolayısıyla da neden Kürtçe'yi yüzlerce diğer yörel dilden ayırdederek savunmam yahut övmem gerekiyormuş, anlamıyorum. Sivil olarak anlamıyorum yani. Sivil hayatta, Terekemece veya Kar...