Ana içeriğe atla

Popülist kültür ve postmodernizm

Postmodernizmin ne olduğunu, daha doğrusu tabii itibarla postmodern olduğumuzu, hele Türkiye'nin postmodernizminin İslamcılıkta yeşerdiğini kavradığımdan beri postmodernizm düşmanlığını bir tarafa bırakmış bulunuyorum. 1998'e kadar kendimi gelenekçi bir Müslüman sanıyordum. Radikal modernist olduğumu yer yer fark eder gibi olsam da üzerimde etkili olan ortam ve düşünceler beni geri itiyordu. Radikal modernist tutumun çekici yanları çoktur. Her şeyden önce bir ahlakilik efsanesi var derin modernistlikte. Yerel, kültürel, dinsel kisvelere de çok kolay bürünüyor. Dibine kadar modernistsin, sanayi toplumunun gereklerini günlük evrad gibi yerine getiriyorsun; ama bütün bunları İslami bir şemsiyenin altında yaptığın için de sana yağmur değmiyor. Bu yalanı uzun uzadıya sürdürmeme engel olan iki şey vardı. 
Birincisi, büyükşehir çocuğu olmadığım için tam modern olma şansım hiç olmadı. Radikal modernizmim annemin kıyılarında bitiyordu mesela. Annem, hatta babam, yer yer kardeşlerim, çocukluğumla ilgili her şey beni modern düşünme, konuşma, davranma alışkanlıklarının ötesine hemen geçiriyordu. Benden iki tane var gibiydi. Göte göt diyen yerel ve doğal, doğrudan Hakan. Bir de kıç, popo, kalça, alt, kabaet, kenar diyen dolaylı, dolaşık, suni modern Hakan. Doğallık modernizme manidir, diyebiliriz özetle. 


İkincisi, ahlaka ait gözlemlerimdir. Çevremde hep kondurma ahlak hakimdi. Burjuva diyebileceğim lise ve ilk üniversite çevremin etik kuralları inanılmaz şeylerdi. Mesela sahiplenici davranmamalısın. Bir şeyi iyilik olsun diye değil, ancak istiyorsan yapmalısın. Kontrolünü asla kaybetmemelisin. Sonra komünistleri tanıdım biraz. Onlarda da şöyle kondurmalar vardı. Denemeden iyi mi kötü mü bilemezsin. Erkek gibi değil insan gibi düşünmen gerekir. En tuhafı İslamcılardı galiba. Kötü şeyleri bile kendi aramızda yaşamalıyız. İslamı temsil ediyoruz, ona göre hareket etmeliyiz. Burjuvalar hep dediklerinin tersini yaptılar. Komünistler kondurma ahlaki söylemlerini devam ettirdiler ama burjuvalaştılar. İslamcılar İslam'ı temsil etmeyi bıraktı. 

Bu kondurma ahlak tasavvur ve söylemleri hayatımın aşağı yukarı yirmi yılına mal olmuştur. 30 yaşında her şeyimi kaybettiğimde şöyle bir kendime bakma şansım oldu benim. Hayatım benim istediğim değil benim için istenmiş olan bir hayattı. Hakan Arslanbenzer şöyle olmalıdır. Hakan değil yani. Şaka yapardım ve tuhaf karşılanırdı. Yanımda titreyerek yürüyen insanlar oldu. Putperestlik çünkü modernizm. Adam zannediyor ki benimle muhatap olduğunda bir yüce meclise kabul edilmiş olacak. Şair olduğumuz için bu toplumun en seçkin üyeleri biziz. Sanıyorduk. 


Radikal modernizmden kopuşum birçok insan için şiirden, düşünceden, estetikten, hatta İslamdan kopuşum anlamı taşıyor. İslam kimsenin malı değil çok şükür, Allahın Peygamberin dini. Mensubu olmak kolay, icaplarını yerine getirmek bazen zor. Hayatımızdaki tek gerçek amaç da zaten adam gibi Müslüman olmak. Biz onu unutursak ve yanılırsak bile. Bunun dışında yok sanatmış, şiirmiş filan. Bunlar güzel şeyler ama çoğu çapulculuk. Aptallık da var epey. Bundan niye kopmayayım? Asıl canlılık, hayat, neşe, insanlık, oh be dedirtecek hiçbir şey yok ki bu tür saçmalıkların içinde. İnsan topluluklarına düşman olup ne olacak? Geçenlerde dikkat ettim, kitabı çıkan minik bir hikayeci bağyan Facebook hesabını kapatmış saniyesinde. Ben halkın arasından sıyrıldım demektir. Güle güle gidersin.


Postmodernizmin tabii iki görünümü ve yaşanışı var. Paralı terbiyesizlik. Ülkem için içiyorum diye Taksimde eylem yapan dangalaklar da postmodern, kombiyi tamir ettirirken nasılsın dediğimde "Mücadeleye devam!" diyen torna ustası ev sahibim de. Yahut Taksim, Beşiktaş, Cihangir ve Tophanedeki sanat galerilerinde sergilenen ve mümkünse satılan ıvır zıvır da bizim marketin çöpü de postmodern. Postmodern şiir veya sanatın en büyük talihsizliği bu zaten. İnsanın da. Nefes kesen bir aşk yaşıyorsun ve filmini seyrediyorsun sonra. Sandra Bullock ve Keanu Reeves oynuyor olabilir mesela. Halbuki radikal modernist dönemde Sinan'la Nalan Kızılay durağında sağanak altında kalıp ıslanmışlardı da, orda olmadığım halde oranın o anın atmosferi hala bir tat bırakır hafızamda. Acı bir tat tabii. Tabii tarif edilmesi zor şeyler bizim hayatımızda da vardır. Yazmıyoruz da zaten. Radikal modernist olsaydık yazardık. Ben üç gün gördüğüm Şehidet Erken adına şiir kitabı yazmışım. Ne alaka kel alaka. Bugün görsem tanımam. Dante başlatmış, hem yaşa hem yaz. Aslında avucunu yala ve yaz desek daha doğru. Beatrice miydi? Leyla mıydı? Bugün seks var. Sokakta yürürken yapılan, dedikodusu yapılan bir şey olarak var çoğunlukla ama var. Bu yüzden bitti radikal modernizm. İlerici bir kitap Huzur. Ben okuduğumda gericiydi. Sandalda sanat edebiyat muhabbeti filan ne öyle ya. 


Bir yazar (ki pek yazmaz) bana eskiden zarafet vardı, şimdi çocuklara uyuyorsunuz, kaba sabasınız demiş. Yürürlüğe bakıyorum ben. Mısırda devrim, Kadıköyde bayram diye yazıyorum Facebooka. Ömer Faruk Yasin beğendi ibaresini görüyorum sonra. Bu arkadaşlığımızın bir nişanesi, bir latife. Anlayana. Mecidiyeköye bi gidiyorum, Moğol sürüsü gibi saldırıyor insanlar. Ne güzel ama, herkes yürüyecek yol buluyor bir şekilde. Allah bu kadar çok insanı yarattıysa, hep başkalarını aşağılayarak ve hep yaptığımız her şeyi pekala başkalarından ödünç alarak mı yaşamamız gerekir. 


Radikal modernizm tüm methiyelere rağmen çöktü. Postmodernizmin hiç süksesi yok. Çünkü kaba saba ve zarafetsiz, ama gerçek. Bekaret bozuldu. Buna hayıflanmaya vaktim yok. Kapatıyorum. Öptüm.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Milli Savaş Hikayeleri

Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Milli Savaş Hikayeleri'nde 1914-1924 yılları arasında yaşanan Milli Mücadele günlerinde gerçekleşen bazı trajedik olayları okuyuculara aktarıyor. Milli Mücadele Dönemi Türk halkı için bir kahramanlık ve ıstırap dönemi olmuştur.  Yazar da bunu eserinde ustaca ele almış olduğu olay ve hikayelerle sade ve açık bir şekilde okuyuculara iletiyor. Yazar genelde  Ege bölgesinde meydana gelen olayları ele alıyor.  Özellikle,  Türk tarihi için büyük bir felaket olan güzel İzmir’in işgali ve düşman kuvvetlerinin buradaki halka yapmış oldukları zulüm ve hakaretler büyük bir yer alıyor yazarın “Milli Savaş Hikayeleri” adlı eserinde. Bu işgaller karşısında çaresiz kalan halıkın aciz durumu da tüm açıklığıyla ortaya konuluyor. Kitapta bulunan    bazı hikayelerde de Yunan kuvvetlerinin Batı Anadolu’yu işgali sırasında yerli halka  yapmış oldukları insanlık dışı işkenceler tanıklarıyla belirtiliyor.

Akbaba köyü 35 numara

Star tv'de yaklaşık bir ay önce başlayan, projesi Durul Bazan'a ait Gecekondu isimli program seyirciye yeni bir konsept sunuyor. Önceden yazılıp hazırlanmış bir metni olduğundan şüphe duyduğumuz Gecekondu programı güncel olaylara ve konulara eleştirel, saldırgan hatta kimi zaman anarşist bile diyebileceğimiz bir yaklaşım içinde. Zeynep Beşerler gibi süzme elitist, dünyada ne olup bittiğinden habersiz konukların dumura uğratıldığı bu absürd komediyi izlemenizi öneriyoruz. Çevrecilikten, Medyaya "steril" bir takım proje ve yaklaşımların üzerine limon sıkan bu yeni popülist dizi risk alarak ve cesaretle absürdün, politiğin, gündelik hayatın, komedinin ve ironinin sınırlarında dolaşıyor. Cuma gecesi 00.30'da yayınlanan diziyi aynı saatlerde talk show yapan disko krallarının, gece kuşlarının, aştürk baraş'ların izleyip feyz alması hatta belki utanması umulur...

Müslüman Tanrılar

Birkaç sene önce aile dostumuz olan bir adamın şirketine bir iş yapmıştım. Paramı üç gün içinde almam gerekiyordu. Ama adam paramı vermemek için takla atıp duruyordu. Üç gün, beş gün, on gün derken bir buçuk ay geçti. En az on defa gittim geldim adamın yanına. Ve o sıralar hiç param olmadığı için yürüyerek gidip geliyordum. Ya yerinde olmuyor, ya tatile gitmiş oluyor, ya da paranın bir kısmını verip beni postalıyordu. Sonunda, efendiliğimi bozmadan, bu işin bu şekilde olmayacağını, paramı almam gerektiğini bu işin böyle uzamasının doğru olmadığını söyledim. Aynen böyle, bu şekilde. İşte o an olan oldu, adam köpürdü birden. Nasıl ben böyle bir şey söyleyebilirmişim, zaten bu işi çok daha ucuza yaptırabilirmiş, bana yardım olsun diye bu işi bana vermiş, yeğeni falanca çocuğa baksaymışım ya o terbiyeli çocukmuş hiç böyle şeyler söylemezmiş, ben nasıl terbiye görmüşmüşüm böyle, ne kadar ayıpmış, falan filan. Yüzlerce adamla çalıştım, yol yordam biliyorum ama karşımdakinin bir tanrı olduğun