Ana içeriğe atla

Kütüphaneci Notları 1

Kim demiş en çok okunan yazarların Orhan Pamuk, Elif Şafak veya Ahmet Ümit olduğunu? Tabii ki satış miktarları. Güya onların kitapları çok satıyormuş ve çok okunuyormuş. Geleceğin zihniyetini bu isimler kuruyormuş. Televizyonlara, gazetelere ve baskı sayılarına bakarsak, bu söylenenlere inanmamak elde değil. Gerçekten de çok satıyorlar ve çok okunuyorlar. Gazetelerde, televizyonlarda ve bazı sermaye dergilerinde bu isimlerden geçilmiyor. Her halükarda isimlerinden söz ettirmeyi başarıyorlar. En büyük yetenekleri bu zaten: kendilerinden söz ettirmek. Destekçileri şakşakçıları da çok. Zaten sürekli yapmaya çalıştıkları da saf insanları, az okumuş ama çok bilmiş cahilleri kitaplarının çok satıldığına, çok okunduğuna inandırmak. Ah buna insanlar bir inandığında onların kitapları daha da çok satacak.
Kahramanmaraş’ta ve Konya’da, o da değişik kitapçılarda, üç yıla yakın tezgahtarlık yaptım. Gelen kitaplar, kitapların raflara dizilmesi, satılması, yeni çıkan kitapların takibi, siparişi hep benim elimden geçerdi. Hangi kitap ne kadar sipariş edildi ve satıldı, bilirdim. Bu bilgilerime dayanarak beni sürekli şaşırtan bir durumla karşı karşıya kalırdım. O da popüler kitapların, taşradaki satışı, okunması ve popüler romancıların taşrada sevilip sevilmemesi konusu. Açık söylemek gerekirse ben Orhan Pamuk’un taşrada sevildiğine hiç şahit olmadım. Aynı şekilde Elif Şafak’a veya Ahmet Ümit’e hayran olanları da görmedim. İzlediğim televizyon, gazete veya dergilerde okunup yazılanlara bu yüzden hep şaşırdım. 300. baskısından söz edilen kitaplardan ben niyeyse hep az satardım. Satılmazdı ki. İsteyen olmazdı. Soranlar, isteyenler de çokça entelektüel geçinen veya olmak isteyen ve aynen benim gibi kitapları gazetelerin verdiği haftalık kitap eklerinden veya sermaye dergilerinden (Kitap-lık, Milliyet Sanat, Hürriyet Gösteri) takip edenlerdi.
Kütüphaneciliğe başladığım şu bir buçuk ay içinde yine aynı şaşkınlığı yaşıyorum. Taşrada, hadi taşrada demeyelim, genel alalım, halkın içinde bu popüler isimlerin hiçbir kıymeti yok. Ahmet Ümit’le Elif Şafak Mevlana-Şems konusuna girmeselerdi, bunlardan da halkın haberdar olacağı yoktu. Haberdar olmamasını olumlayarak söylüyorum. Haberdar olmasının zararlı bir tarafını da görmüyorum. Çünkü halkımız yalanı, dolanı, fanteziyi, hayali bilir, okur ve onların etkisinden kolayca sıyrılıp çıkar. Şafak’ın Aşk romanını okuyup dalga geçenlerle çok karşılaştım. Yani halkımız için Mevlana neyse, halen odur. Şafak’ın bu anlayışa ne eklediği bir şey var ne de çıkardığı. Çünkü halkımızın asıl besin kaynakları başka. İnsanın içini acıtan nokta da biraz bu.
İçimiz acıyor, neden? Çok okunan yazarlar yüzünden. Kimler bunlar? Tabii ki Ahmet Günbay Yıldız, Vehbi Vakkasoğlu, Halit Ertuğrul, Yavuz Bahadıroğlu ve Hekimoğlu İsmail (bizim gençliğimizde Emine Şenlikoğlu, Şule Yüksel Şenler, Necip Fazıl, Mevdudi, Seyit Kutup da çok okunurdu, onları şimdilerde soran yok). Konya’da bu isimlerin kitaplarından çok sayıda satış yapardım. Van’daki öğrencilerimin elinde de aynı isimlerin kitaplarına rastlardım. [1] Kahramanmaraş’ta da olay aynı. Halkımız önce anne-babasından dinliyor dünyayı, önce onlara inanıyor. Sonra da sevdiği öğretmenleri dinliyor. Öğretmenlerden de yalnızca anne-babasının onaylayacağı öğretmenleri seviyor. Nasıl yani? Ve bunu nereden çıkarıyorum?
Şu bir gerçek: Kaç kişi Mevlana’yı, Yunus Emre’yi, İmam-ı Rabbani’yi veya İbn Arabi’yi okuyarak benimsemiş ve sevmiştir? Bu isimleri az sayıdaki kişi okur ve onlar çevresine anlatır. Şimdilerde bu isimler cemaatlerin süzgecinden geçirilerek okutuluyor, anlatılıyor, anlaşılıyor. Onlar bu isimlere hürmet eder, inanır, güvenir. Halkımız da bu isimlere hürmet eden, az sayıdaki kişiye hürmet ettiği için, Yunus’u, Mevlana’yı veya İbn Arabi’yi sever, onlara hürmet eder. Sevdiğinin sevdiğini seversin misali. Televizyondan Mevlana’yı duyduğu için değil, bu az sayıdaki kişi nedeniyle Mevlana’nın büyüklüğüne hükmeder.
Taşrada halen bu az sayıdaki kişinin etkinliği/etkisi sürmektedir. Gerçi büyük şehirleri de gördük, oralarda da sürmekte. Çok okunan, çok satan yazarların kitaplarına duyulan ilgiyi de ben bu isimlerin dışa açılamamalarıyla açıklayabiliyorum. Yani Hekimoğlu İsmail ve Vehbi Vakkasoğlu Mehmet Akif’ten, Mevlana’dan, Sait Nursi’den, Necip Fazıl’dan söz ettikleri, onların hayatlarını iyi kötü yazdıkları için, bu az sayıdaki kişilerce onay görüp, okunuyor, tavsiye ediliyor. Yavuz Bahadıroğlu Osmanlı padişahlarının hepsini masal havası içinde birer evliya ve kahraman olarak sunduğu için onaylanıp, okuyucunun/genç neslin önüne getiriliyor. Rasim Özdenören, Mustafa Kutlu, Cihan Aktaş, Cahit Zarifoğlu, Sezai Karakoç, hatta Nazan Bekiroğlu çok sade ve anlaşılır bir dille yazmalarına rağmen bu az sayıdaki kişiye halen modern kaçıyor; anlaşılmaz, anlaşılmazlığın ötesinde karışık, kafa bulandırıcı, tabiri caizse elit geliyor. Öyle olunca bunlar gönül rahatlığıyla tavsiye edilecek yazarlar listesine alınamıyor. Kaldı ki bu listeye Elif Şafak, Orhan Pamuk veya Ahmet Ümit girebilsin.

[1] Van’ın kitapçılarında bütün okunmazlığına rağmen, inanılmaz sayıda Lenin, Stalin, Marks veya Hasan Hüseyin külliyatlarıyla karşılaşmıştım. Toz içinde. Durum şu: Van’da bir genç, komünist olmuş ama Nazım Hikmet’i sevmezdi, Hikmet Kıvılcımlı’yı bilmezdi.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Akbaba köyü 35 numara

Star tv'de yaklaşık bir ay önce başlayan, projesi Durul Bazan'a ait Gecekondu isimli program seyirciye yeni bir konsept sunuyor. Önceden yazılıp hazırlanmış bir metni olduğundan şüphe duyduğumuz Gecekondu programı güncel olaylara ve konulara eleştirel, saldırgan hatta kimi zaman anarşist bile diyebileceğimiz bir yaklaşım içinde. Zeynep Beşerler gibi süzme elitist, dünyada ne olup bittiğinden habersiz konukların dumura uğratıldığı bu absürd komediyi izlemenizi öneriyoruz. Çevrecilikten, Medyaya "steril" bir takım proje ve yaklaşımların üzerine limon sıkan bu yeni popülist dizi risk alarak ve cesaretle absürdün, politiğin, gündelik hayatın, komedinin ve ironinin sınırlarında dolaşıyor. Cuma gecesi 00.30'da yayınlanan diziyi aynı saatlerde talk show yapan disko krallarının, gece kuşlarının, aştürk baraş'ların izleyip feyz alması hatta belki utanması umulur...

Milli Savaş Hikayeleri

Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Milli Savaş Hikayeleri'nde 1914-1924 yılları arasında yaşanan Milli Mücadele günlerinde gerçekleşen bazı trajedik olayları okuyuculara aktarıyor. Milli Mücadele Dönemi Türk halkı için bir kahramanlık ve ıstırap dönemi olmuştur.  Yazar da bunu eserinde ustaca ele almış olduğu olay ve hikayelerle sade ve açık bir şekilde okuyuculara iletiyor. Yazar genelde  Ege bölgesinde meydana gelen olayları ele alıyor.  Özellikle,  Türk tarihi için büyük bir felaket olan güzel İzmir’in işgali ve düşman kuvvetlerinin buradaki halka yapmış oldukları zulüm ve hakaretler büyük bir yer alıyor yazarın “Milli Savaş Hikayeleri” adlı eserinde. Bu işgaller karşısında çaresiz kalan halıkın aciz durumu da tüm açıklığıyla ortaya konuluyor. Kitapta bulunan    bazı hikayelerde de Yunan kuvvetlerinin Batı Anadolu’yu işgali sırasında yerli halka  yapmış oldukları insanlık dışı işkenceler tanıklarıyla belirtiliyor.

Taraf, Radikal okuyarak zihni bulanmış İslamcı kardeşlerime

Üstelik kalkıp acaba neden Kürtçe konusunda fetvayı cevaz vermiyoruz diye üstümüze geliyorlar. 1. Kürtçenin resmi dil olması teknik olarak imkansıza yakındır. 2. Şart da değildir; bir katkısı olmayacaktır. 3. Kültürle veya sivil alemle hiçbir ilgisi yok, direkt olarak Türkiye-Avrupa gerginliği tarihinde bir momentumdan ibarettir. Tasfiye veya Hece dergilerini çıkaranların bunları anlayacak zihin açıklığı ve dürüstlüğe sahip olmadığı belli, siz dinleyin bari. Söylediklerimin ulusalcılıkla, Türkçe meftunluğuyla bir ilgisi yok. Kürtçe birçok insanı şu veya bu nedenle rahatsız edebilir. Beni etmiyor. Kürtçeye birçok insan şu veya bu nedenle sempati besleyebilir, ben beslemiyorum. Çocukluk atmosferimde işitmeye alışık olduğum dillerden biri olduğu için Kürtçe bana doğal geliyor, hepsi bu. Doğal ve yörel. Dolayısıyla da neden Kürtçe'yi yüzlerce diğer yörel dilden ayırdederek savunmam yahut övmem gerekiyormuş, anlamıyorum. Sivil olarak anlamıyorum yani. Sivil hayatta, Terekemece veya Kar...