Ana içeriğe atla

Yorum yorgunluğu

Gelen yorumların adrenalininin yüksekliği dikkatimi çekiyor. 1990'larda, Berlin Duvarı yıkıldı, ideoloji bitti derlerdi. Geçen yirmi yıl boyunca da bunu tekrar edip durdular. En sonunda 2010 Aralık'ının 19'unda radikal gazetesi manşet attı: Halk açılımı! Bir de resim yapmışlar, sola koydum, CHP'nin temsili 6 okunun Halkçılık oku öne fırlamış, bir de spot var yanında: Bir ok öne fırladı!. CHP kurultayında Genel Başkan Kemal Kılıçdaroğlu'nun programı 1970'lerin Ecevit popülizminin bir tekrarı görünümünde. Bu kadarı geçen 20 yılda asla tam olarak söylenemezdi. Bu derece popülizm hiçbir sol parti tarafından ifade edilmemişti. Gerçektir değildir, geçerlidir imkansızdır, bunu tartışırız. Ama CHP böylece adrenalini 77-78'deki kadar olmasa bile onu hatırlatacak şekilde yükseltiyor. 
Kılıçdaroğlu "Ayağa kalkın, özgürlük isteyin, isyan edin" demiş, "Yoldaşlarım" diye hitap etmiş. Bundan birçok şey çıkacaktır. Milliyetçilik işe yaramadı, Cumhuriyetçilik. O da sökmedi, Halkçılık. Deniz Baykal ve Tuncay Özkan'dan sonra Kemal Kılıçdaroğlu'na kulak veriyoruz. Halkçılık sola da lazım diyorduk, ilginç oldu bu yüzden de. Bakalım nolacak. Adrenalinin yükseleceği ise Kemal Kılıçdaroğlu, Onur Kuzgun, göbeğe piercing solcuları ve anonim küfür-yorumcuları gibi birbirleriyle çok tutarlı olmayan insanların söylediğim her söze karşılık yüksek volümlü başka bir söz söylemelerinden bile belli. Benim söylediklerimle onların söylediği arasında analitik bir alaka yok. Benim söylediklerimi örneklendiren şeyler söylüyorlar. Fantezilerini konuşuyorlar çünkü. Ve bu yorucu olmaya da başladı. 

İslamcılar saflıklarından sözlerimi kavrayamazlar ve ben başka bir şey söylüyorum sanırlar genellikle. Mesela Mavi Marmara olayı yanlış dediğimde cihada yani İslama karşı çıkıyorum sanırlar. Çünkü hala bu fani dünyada kendilerinin de var olduklarını hissetme arzuları her türlü akletme becerisini bastırır. Ben onlardan daha akıllıyım diye söylemiyorum bunu. Kardeşçe, arkadaşça bir gözlem. Bir kendi kendini yakalama, kendi kusurunu fark etme olarak söylüyorum. Bir olay vuku bulduğunda ben de onlardan farklı şeyler hissetmiyorum. Müslümanlar, İslamcılar hissi insanlar. Ben de hissi bir insanım. Ama bu düşünmeden, olayları oldukları gibi görme gayretinden bizi alıkoymamalı. Belki daha sabırlı, daha sakin bir konuşma ile bu söylediğimi bir öneri, bir öğüt şekline sokmalıyım. Bilmiyorum, zihinsel ve duygusal baskı altındayız, Müslüman olmak konforlu bir şey değil. Oturup entel entel konuşamayız. Hissiliği eleştirirken bile hissi tarafım sırıtıyor ve tabii hissi cevaplar alıyorum. İlgisi yokken bana karşı, bana taraf insanlar çıkıyor. Yüz yüze konuştuğumuzda ve hele birlikte namaz kılma şansı yakalarsak hava çok değişiyor. O zaman en şiddetli eleştirilerimi İslamcı arkadaşlar çok daha severek hazmediyorlar. Bu adam bizim adamımız diye düşünüyorlar çünkü. Bu hissilik de çok yorucu onu da söyleyeyim. 

Solculara gelince onlar taktik becerilerini konuşturuyor. Vicdan veya kalple değil, ideolojik davranış kalıplarıyla hareket ediyorlar. Histen özge adrenalini yükselten bir şey de bu kalıplardır. Onur Kuzgun'un Alevilikle ilgili bilgi değil kırıntısını bile içermeyen fantezilerini okuyunca hayret ettim. Çok yorucu şeyler bunlar. Amatörce tarih okurum yirmi yıldır. Kendimin ve etrafımın geçmişiyle de ta çocukluğumdan beri çok ilgiliyim. Alevilik hakkında da bir tarih konusu olarak okuyorum. Kayda değer hiçbir metinde (ister Alman ve Amerikan istihbarat servislerinin yazdırdığı tezler olsun, ister daha serbest kafalı oryantalistlerin iddiaları olsun, ister bizim milliyetçi veya sosyalist, islamcı yazarlarımızın veya kuru akademisyenlerimizin yazdıkları) Onur'un kurgularını destekleyecek bir ipucu görmüş değilim. Onur'un önce Köprülü'yü analiz etmesi gerekiyor, kafasındaki Laik-Halk-Edebiyat klişesinin kökenine inebilmek için. Köprülü'den önce esamisi okunmayan tuhaf tuhaf fanteziler bunlar. Neredeyse işte tüm Anadolu halkı özgür ilkel komünal Alevilerdi, devlet gelip hepsini sünnileştirdi denecek. Böyle bir şey hangi tarih kesitinde, hangi toprak üzerinde mümkün olmuş ki? Onur sadece şunun üzerine düşünse gözenekleri açılacak ve ideolojik klişeleri yaralanacak: Neden Selçuklular Eşari-Şafii yolunu benimsedikleri halde Osmanlılar Maturidi-Hanefi yolunu benimsemişlerdir? Ama bundan önce bunların ne olduğunu bilmek gerekiyor değil mi?

Yorumlar

  1. nejat birdoğan, faik bulut, burhan oğuz, esat korkmaz, reha çamuroğlu gibi yazarların metinlerinde benim bu söylediklerimi destekleyen pek çok ipucu bulunmakta. ama bu konuya bir ara tekrar eğilmek ve söz ettiğiniz konuları araştırmak isterim tabii. dediğim gibi, benim esas kaynağım kaygusuz abdal, nesimi, yunus emre gibi halk şairleri. bir de tarihe bir yöntemle yaklaşıyoruz. marksizm bir felsefe değilse, tarih bilimidir.
    "neredeyse alevi özgür ilkel komünal bir halk vardı, devlet gelip hepsini sünnileştirdi diyeceksiniz” ifadeniz beni yanlış anladığınızı gösteriyor, benim söylediklerimle bunun arasında temel bir ayrılık söz konusu çünkü. türklerin bütün bir toplum olarak islamiyeti kabul etmesinin egemen sınıftan halka doğru aşama aşama, dirençlerle karşılaşılan ve yüzyıllar alan bir süreç sonunda gerçekleştiğini; alevi inancının da bu dirençlerin, ilkel komünal toplum özlemciliğinin ve toplumsal farklılaşmanın görece daha erken evrelerinden kalma inanışların izlerini taşıdığını söylüyorum. ayrıca uygarlığın ileri bir aşamasına ait kurumların dışarıdan alındığı her durumda olduğu gibi –örneğin çağdaşlaşma da böyle bir süreçtir- bazı türk topluluklarının üretim ilişkilerinin gelişimi itibariyle islamiyeti benimsemeye hazır halde olduklarını, hatta belki de kendi iç dinamikleri ile böyle bir dini inanışa ulaşmanın eşiğine gelmiş bulunduklarını düşünüyorum. İbn fadlan müslüman olmayan türk topluluklarının “tengri bir” diye dua ettiklerini aktarıyor örneğin. yani bu konuda sıkça dile getirilen müslümanlığı benimseyerek kendi benliğimizi yitirdiğimiz, araplaşarak geri kaldığımız ya da zorla müslümanlaştırıldığımız benzeri kaba yorumları da paylaşmıyorum. nasıl araplar türklere islamiyeti zorla benimsetmedi ise, egemen sınıflar da sünni müslümanlığı halka zorla benimsetmedi tabii ki. böyle durumlarda rıza, baskıdan her zaman önce gelir. dağlarca’nın şiiri ile demek istediğimi aktarabilirim sanırım:

    Müslüman

    Yeşil tarlalarda buğday yükseliyordu
    Ayak bileklerine kadar.
    İştirak ediyordu hale kendiliğinden
    Tespihimde yeşil taşlar.

    Uzandık koyu gölgelerle kenarına
    Saadet ve şükürle parlayan anın
    Büyük ve mavi bir su gibi
    Karşımızda genişleyen havanın.

    Vardı ki memnun oluyorduk,
    Kalbe âşina bir şekil.
    Daha derinden ve uzak,
    Vakit ve sevda değil.

    YanıtlaSil
  2. ipucu var dediğin adamlar tamamen fantezi içindeler. reha bey zaten romancı, burhan oğuz'un yazdığı bin sayfada tek bir nesnel bilgi yok. faik bulut zaten bırak bilgiyi bilimi, türkçe bile konuşamayan, yönlendirildiği gibi, sağdan soldan kendisine kaptırılan konuları yazan biri. ahmet yaşar ocak desen konuşmaya başlayabiliriz. ama faik bulut dersen bu konuşma olmaz.

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Milli Savaş Hikayeleri

Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Milli Savaş Hikayeleri'nde 1914-1924 yılları arasında yaşanan Milli Mücadele günlerinde gerçekleşen bazı trajedik olayları okuyuculara aktarıyor. Milli Mücadele Dönemi Türk halkı için bir kahramanlık ve ıstırap dönemi olmuştur.  Yazar da bunu eserinde ustaca ele almış olduğu olay ve hikayelerle sade ve açık bir şekilde okuyuculara iletiyor. Yazar genelde  Ege bölgesinde meydana gelen olayları ele alıyor.  Özellikle,  Türk tarihi için büyük bir felaket olan güzel İzmir’in işgali ve düşman kuvvetlerinin buradaki halka yapmış oldukları zulüm ve hakaretler büyük bir yer alıyor yazarın “Milli Savaş Hikayeleri” adlı eserinde. Bu işgaller karşısında çaresiz kalan halıkın aciz durumu da tüm açıklığıyla ortaya konuluyor. Kitapta bulunan    bazı hikayelerde de Yunan kuvvetlerinin Batı Anadolu’yu işgali sırasında yerli halka  yapmış oldukları insanlık dışı işkenceler tanıklarıyla belirtiliyor.

Akbaba köyü 35 numara

Star tv'de yaklaşık bir ay önce başlayan, projesi Durul Bazan'a ait Gecekondu isimli program seyirciye yeni bir konsept sunuyor. Önceden yazılıp hazırlanmış bir metni olduğundan şüphe duyduğumuz Gecekondu programı güncel olaylara ve konulara eleştirel, saldırgan hatta kimi zaman anarşist bile diyebileceğimiz bir yaklaşım içinde. Zeynep Beşerler gibi süzme elitist, dünyada ne olup bittiğinden habersiz konukların dumura uğratıldığı bu absürd komediyi izlemenizi öneriyoruz. Çevrecilikten, Medyaya "steril" bir takım proje ve yaklaşımların üzerine limon sıkan bu yeni popülist dizi risk alarak ve cesaretle absürdün, politiğin, gündelik hayatın, komedinin ve ironinin sınırlarında dolaşıyor. Cuma gecesi 00.30'da yayınlanan diziyi aynı saatlerde talk show yapan disko krallarının, gece kuşlarının, aştürk baraş'ların izleyip feyz alması hatta belki utanması umulur...

Müslüman Tanrılar

Birkaç sene önce aile dostumuz olan bir adamın şirketine bir iş yapmıştım. Paramı üç gün içinde almam gerekiyordu. Ama adam paramı vermemek için takla atıp duruyordu. Üç gün, beş gün, on gün derken bir buçuk ay geçti. En az on defa gittim geldim adamın yanına. Ve o sıralar hiç param olmadığı için yürüyerek gidip geliyordum. Ya yerinde olmuyor, ya tatile gitmiş oluyor, ya da paranın bir kısmını verip beni postalıyordu. Sonunda, efendiliğimi bozmadan, bu işin bu şekilde olmayacağını, paramı almam gerektiğini bu işin böyle uzamasının doğru olmadığını söyledim. Aynen böyle, bu şekilde. İşte o an olan oldu, adam köpürdü birden. Nasıl ben böyle bir şey söyleyebilirmişim, zaten bu işi çok daha ucuza yaptırabilirmiş, bana yardım olsun diye bu işi bana vermiş, yeğeni falanca çocuğa baksaymışım ya o terbiyeli çocukmuş hiç böyle şeyler söylemezmiş, ben nasıl terbiye görmüşmüşüm böyle, ne kadar ayıpmış, falan filan. Yüzlerce adamla çalıştım, yol yordam biliyorum ama karşımdakinin bir tanrı olduğun