Ana içeriğe atla

Türk ordusu kağıttan kaplan mı?

Süheyl Batum'un ordu için "Amerika içini oymuş, kağıttan kaplanmış" sözlerinin irapta mahalli yok, çünkü orduyu jandarma zannettiği için öyle diyor. Kağıttan kaplan dediği ordu, tarihimizin en yüksek seviyeli operasyonunu birkaç yıl önce yaptı. Savaş jetleriyle birkaç saat içinde Irak'ın kuzeyinde belli noktaları hatasız vurup döndüler. 90'larda haftalar süren hedefsiz bombalamaların tek hedefi gazete manşetleriydi. Zaten başbakan da Tansu Çiller'di. Şimdi işi sessiz sedasız yapıyorlar. Süheyl Batum öyle diyor, çünkü hem vatandaşa hem siyasi topluma höt! diyecek paşalar olsun istiyor. Bunun dış destek alamadığı malum. Yoksa tek bir işaretle başımızın üstünden çatıyı uçuracak kuvvete ezelden sahip olduğunu biz biliyoruz ordunun. Süheyl Batum iki yönlü konuşuyor. Hem kışkırtıyor, yapın diye. Hem de artık yapılamayacağını bildiği için öyle konuşuyor. En azından bir süre ordumuzun kapımızı çalmayacağını biliyoruz. PKK'nın kapısını daha çok çalıyor mesela.


Eski Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt, iki önemli söz söyledi bence. Birincisi, 2. başkanken ve Türk ordusu işgal altındaki Afganistan'a giderken söylenmiştir: "Afganistan'a savaşmaya gitmiyoruz." Böyle de oldu. Afganistan seferi Afgan halkına yardım dışında bir işlev görmedi. İstihbarat kısmı var ama ben bilmiyorum sonuçta. Deneyim kazanmışlardır. Yaşar paşanın ikinci önemli beyanatı: OYAK, Türk Silahlı Kuvvetlerinin değildir. İlk söz ne kadar açıksa bu da o kadar açılmalı. Afganistan'a gitmemiz ama savaşmamamız, biraz tarih bilenlerin hemen anlayacağı bir sözdür. Batıyla düğüne gitmeye mecburuz, oynamak zorunda değiliz.

İkinci söz, ordu mensuplarının her faaliyeti ordu faaliyeti değildir, anlamına geliyor. Ki tarihsel anlamı, 1960'dan sonra şirketleşme temayülü gösteren ordu mensuplarının arkasından resmi desteğin çekilmesidir. Ordu ihaleleri konusu uzmanlık gerektiriyor, ne söylesem boş. Ama Oyakbank, ING olurken Yaşar Büyükanıt'ın haklı olduğu bir kere daha ortaya çıktı. Biraz karışık görünüyorsa, daha sonra tekrar konuşalım bunları. Ama Türk ordusu, vatandaşını baskı altında tutma görevini bırakma eğilimindedir ve asıl faaliyet alanında yani yabancılar için direkt savaşılmak istenmeyen bir silahlı kuvvet olarak güçlenmektedir. Aynı zamanda sosyolojik olarak da isteyerek ve istemeyerek şeffaflaşmaktadır. Ben bunu istediklerini hissediyorum.

İçinin oyulması meselesi de zayıfladığını değil güçlendiğini gösterir. Birkaç görüşmeyle Batılıların istedikleri paktlara girip çıkan Türkiye artık her 24 saatte bir yeniden güneşin doğup battığı bir ülke olmuştur. İngilizler Türkiye'den Irak'a girmek istediklerinde Genelkurmay "Zaten meseleyi yaratan sizsiniz" diyerek hükümet söz almadan konuşmuştu. Irak'a asker tezkeresini istediler ve aldılar, ama Amerika sen jandarma olacaksın deyince de yapmadılar. Tezkere işi zekice kotarıldı ve CHP dönemleri de dahil ordu-hükümet hiç bu kadar yakınlaşmadı. İç politika bakımından Süheyl Batum ordu aleyhinde beyanat vermiş, Başbakan suçludur demiş... bunlar giderek normalleşen şeyler. Muhalefet orduyu savunur, kışkırtır, iktidar orduyla papaz olur ve darbeden çekinir... haldeyken anormaldik. Muhalefet tabii ki orduyu eleştirecek, iktidar tabii ki ordusunu savunacak. Bu daha tabii değil mi.

Normalleşmenin, siyasileşmemizin, yani sivil idarecilerin bizi idare etmesinin orduya zararı olmaz. Yararı olur. Kendi işiyle meşgul bir ordunun da siyasi ve sivil topluma zararı olmaz, yararı olur. Silahlı kuvvetine güvenen bir hükümet düşünün. Hem fiziksel hem psikolojik güvene ihtiyacımız var. Askeri yönetim, yaşamamak demek. Yaşamak istiyor insanlar. Hata yapmak istiyorlar. Allaha karşı hata işleyebilen Türk vatandaşı bırakın Atatürke karşı da biraz hata işlesin. Böyle yaşanır. Öbür türlüsü hayat değil.

Yorumlar

  1. kuzey ırak'ı vurdu ama nasıl? istihbaratı kimden aldı? operasyonu gerçekleştirirken kullandığı uçaklar, kullandığı teknoloji türk menşeli mi? maalesef öyle değil. istihbarat amerikadan, teknoloji israilden. bu ülkeler türkiye için ne manaya geliyor? stratejik ortak falandır muhtemelen.

    saddam'ın ikinci körfez savaşında öyle kolay kolay pes etmeyeceği, yüz civarında uçağı, bir o kadar da uçaksavarı olduğu konuşulup duruyordu. saddam zalimi, o uçakları ve diğer teçhizatı rumsfeld pezevenginin zamanında almıştı. 2003'te o uçakların biri bile havalanamadı. o uçaksavarlar binlerce sorti yapan uçaklardan kaç tane uçak düşürdü? 2 tane olması lazım hata etmiyorsam. onlar da pilot hatası yüzünden.

    yani bizim saydığımız, gavura karşı işleyemeyecek olan o uçakların gidip bir yerleri vurması, ordunun aslanlığı yahut kaplanlığı için kıstas değil.

    YanıtlaSil
  2. bilgilerin yanlış abdullah. operasyon amerikan istihbaratı ile olmadı. amerika anlık istihbarat vermiyor çünkü. ikincisi uçaklar havadayken amerika fark edebildi havalandıklarını. üçüncüsü silah sistemlerimizi uydudan kontrol edemiyorlar, ırakın aksine. zaten operasyon bunları test etmek içindi ve devletin ağzının kulakların varması bunun içindi. hedeflerin hatasız vurulmasından daha önemli olan amerikanın gerekli sürenin ardından takip edebilmesiydi. yoksa ırakın uçaklarının kaportası bizimkilerden daha şıktı galiba.

    YanıtlaSil
  3. yani hakan usta bu söylediklerini neye dayanarak söylüyorsun bilmiyorum ama TAI diye bir kuruluş var. Orada yıllardır yapmaya çalıştıkları şeyler senin demene göre bitmiş hali hazırda uygulamada bile. Ama maalesef durum öyle değil.
    amerikanın, uçakları havalandıktan sonra farkettiğini nerden öğrendin hakan usta? kaynağın ne? Silah sistemleri sadece uydudan kontol edilebilir birşey değil. Uydu, silah sistemlerini devre dışı bırakmak için bir haberleşme aracı oluyor sadece bu durumda. burada daha önemli olan radarlar. amerikanın ırakta ve balkanlarda kaç tane radarı olduğunu bir allah bilir. hatta rusya ve amerika arasında bu radarlar epey bir mesele olmuştu. israilinki ise bunlardan başka.
    bu operasyonlar nasıl olur da amerikanın bilgisi dahilinde olmaz? bunu, adana'nın yumurtalık ilçesine rağmen söylemek sıkıntılı bir durum değil mi?
    ordumuz modernize edilirken, israil kesinlikle bir yerinde arıza olan teçhizatı gönderiyor. amerika 20 yıl önceki sistemlerini bize satıyor, hem ordumuz modernize oluyoruz, hem amerikanın ekonomisine can veriyoruz.
    aselsanda öldürülen mühendisler uçak yazılımı üzerinde çalışıyorlardı.bu suikastler, bu operasyonlarla ilgisiz değil.

    YanıtlaSil
  4. uydu-radar ayrı şeyler değil. o şekilde havada görebildiler zaten ancak. her iki taraf bunu böyle beyan etti. ordan biliyorum. dediğin mühendisler de amerikaya bilgi satan ajanlardı. devlet öldürdü hepsini. zaten bir adam gölbaşında ölü bulunuyorsa dikkat etmek lazım. 70'lerden beri aynı senaryo.

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Milli Savaş Hikayeleri

Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Milli Savaş Hikayeleri'nde 1914-1924 yılları arasında yaşanan Milli Mücadele günlerinde gerçekleşen bazı trajedik olayları okuyuculara aktarıyor. Milli Mücadele Dönemi Türk halkı için bir kahramanlık ve ıstırap dönemi olmuştur.  Yazar da bunu eserinde ustaca ele almış olduğu olay ve hikayelerle sade ve açık bir şekilde okuyuculara iletiyor. Yazar genelde  Ege bölgesinde meydana gelen olayları ele alıyor.  Özellikle,  Türk tarihi için büyük bir felaket olan güzel İzmir’in işgali ve düşman kuvvetlerinin buradaki halka yapmış oldukları zulüm ve hakaretler büyük bir yer alıyor yazarın “Milli Savaş Hikayeleri” adlı eserinde. Bu işgaller karşısında çaresiz kalan halıkın aciz durumu da tüm açıklığıyla ortaya konuluyor. Kitapta bulunan    bazı hikayelerde de Yunan kuvvetlerinin Batı Anadolu’yu işgali sırasında yerli halka  yapmış oldukları insanlık dışı işkenceler tanıklarıyla belirtiliyor.

Akbaba köyü 35 numara

Star tv'de yaklaşık bir ay önce başlayan, projesi Durul Bazan'a ait Gecekondu isimli program seyirciye yeni bir konsept sunuyor. Önceden yazılıp hazırlanmış bir metni olduğundan şüphe duyduğumuz Gecekondu programı güncel olaylara ve konulara eleştirel, saldırgan hatta kimi zaman anarşist bile diyebileceğimiz bir yaklaşım içinde. Zeynep Beşerler gibi süzme elitist, dünyada ne olup bittiğinden habersiz konukların dumura uğratıldığı bu absürd komediyi izlemenizi öneriyoruz. Çevrecilikten, Medyaya "steril" bir takım proje ve yaklaşımların üzerine limon sıkan bu yeni popülist dizi risk alarak ve cesaretle absürdün, politiğin, gündelik hayatın, komedinin ve ironinin sınırlarında dolaşıyor. Cuma gecesi 00.30'da yayınlanan diziyi aynı saatlerde talk show yapan disko krallarının, gece kuşlarının, aştürk baraş'ların izleyip feyz alması hatta belki utanması umulur...

Müslüman Tanrılar

Birkaç sene önce aile dostumuz olan bir adamın şirketine bir iş yapmıştım. Paramı üç gün içinde almam gerekiyordu. Ama adam paramı vermemek için takla atıp duruyordu. Üç gün, beş gün, on gün derken bir buçuk ay geçti. En az on defa gittim geldim adamın yanına. Ve o sıralar hiç param olmadığı için yürüyerek gidip geliyordum. Ya yerinde olmuyor, ya tatile gitmiş oluyor, ya da paranın bir kısmını verip beni postalıyordu. Sonunda, efendiliğimi bozmadan, bu işin bu şekilde olmayacağını, paramı almam gerektiğini bu işin böyle uzamasının doğru olmadığını söyledim. Aynen böyle, bu şekilde. İşte o an olan oldu, adam köpürdü birden. Nasıl ben böyle bir şey söyleyebilirmişim, zaten bu işi çok daha ucuza yaptırabilirmiş, bana yardım olsun diye bu işi bana vermiş, yeğeni falanca çocuğa baksaymışım ya o terbiyeli çocukmuş hiç böyle şeyler söylemezmiş, ben nasıl terbiye görmüşmüşüm böyle, ne kadar ayıpmış, falan filan. Yüzlerce adamla çalıştım, yol yordam biliyorum ama karşımdakinin bir tanrı olduğun