Ana içeriğe atla

AGH mı, ANİH mi?

Avrupa Gönüllü (gavurlaştırma) Hizmeti, Avrupa'nın hoş ve suya sabuna karışmıyormuş gibi gösterilen büyük bir tezgahı, kumpası, tuzağı. Kültürel ve ekonomik anlamda. 20. yüzyıldaki değişimlerle ABD ve Çin'e kaptırdığı kapitalist sistemin hakimiyetinden aldığı pasta payını artırmak için çarka dahil ettiği insanlardan seçtiklerini ekonomik sistemine dahil ediyor Avrupa. AGH değil yani olması gereken adı: ANİH (Avrupa Nitelikli İşçi Hareketi). Her ne kadar bu harekete mensup insanlarda hiçbir üstün şart aranmıyor gibi görünse de, bir defa buna katılmayı göze alanlar ekonomik ve kültürel anlamda burjuvalaşma / tektipleşme / hümanistleşme temayülünde olan dünya vatandaşlarından oluşuyor ağırlıkla. Bir eğitim programı olmaması ise tamamen kültürel dogmalarını daha rahat sindirtebilmeleriyle ilgili. Çünkü Avrupa'ya eğitim için giden insanların gittikleri yerde takındıkları zihnen ve günlük yaşayıştaki liberal tavır; kültürün massedilmesinde engel teşkil ediyor. Bireyin tutum alışı ve geçirgenliğine bağlı yani deformasyona tabi olup olmayacağı. Fakat homofobiklerle mücadele etmek, yaşlılara bakmak, eski binalarda amelelik yapmak gibi numrelerle AGH'ın öne çıkardığı kültürel ve insanî niyeti / hristiyâni masumiyeti sonucunda katılımcılar bir niyet okuması yapmıyor. İnsanlığa faydalı olmak, yeni kültürler öğrenmek / deneyimlemek birinci vazifemiz ne de olsa (!). Deformasyonun etki alanını artıran en büyük somut etken ise katılımcılardan para talep etmemeleri. Böylece yoksulların da Batı, yeni kültürler rüyaları gerçeğe dönüşme imkanı buluyor.

Buraya kadar sözünü ettiklerim daha ziyade, katılanların zihnini sömürgeleştirmek üzerine yapılan hesaplar. Avrupa'nın ekonomik anlamdaki çıkarı ise özellikle uzun dönemli katılımcılardan sağlanıyor. Bir defa bir yıl süreyle insanların bedenini / emeğini sömürüyorlar ücret vermeden. Esas tuzak ise şurada: katılımcılar çok yüksek bir oranda üniversite mezunu / öğrencisi ve yabancı dil bilgisi olan insanlardan oluştuğu için "nitelikli işçi" statüsündeler. Hatta işçi bile değil, yeni uydurdukları kavramla: işgören. (İşçi deyince kaba oluyormuş). Beleşe bir süre çalıştıktan sonra insanların eğitim ve becerileri Batılı adamın dikkatini çekerse derhal -gayri nizami- ikna odaları kuruluyor ve bulundukları yerde sürekli çalışmaları sağlanıyor. Bu sağlanamasa dahi katılımcı ülkesine döndükten sonra aklında hep tekrar gitmek kalıyor yahut ülkesinde Batılı adamın etiğiyle çalışmayı prensip ediniyor. Böylece "Avrupa Nitelikli İşçi Hareketi" gizli amacına ulaşıyor. Yani katılanlar gönüllü gavurları olarak Avrupa'nın, ABD ve Çin'le ekonomik rekabetine omuz veriyor ve hem zihnen hem bedenen sömürülmelerine razı oluyorlar. Gavurluğa lüzum yok. Gitmeyin.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Akbaba köyü 35 numara

Star tv'de yaklaşık bir ay önce başlayan, projesi Durul Bazan'a ait Gecekondu isimli program seyirciye yeni bir konsept sunuyor. Önceden yazılıp hazırlanmış bir metni olduğundan şüphe duyduğumuz Gecekondu programı güncel olaylara ve konulara eleştirel, saldırgan hatta kimi zaman anarşist bile diyebileceğimiz bir yaklaşım içinde. Zeynep Beşerler gibi süzme elitist, dünyada ne olup bittiğinden habersiz konukların dumura uğratıldığı bu absürd komediyi izlemenizi öneriyoruz. Çevrecilikten, Medyaya "steril" bir takım proje ve yaklaşımların üzerine limon sıkan bu yeni popülist dizi risk alarak ve cesaretle absürdün, politiğin, gündelik hayatın, komedinin ve ironinin sınırlarında dolaşıyor. Cuma gecesi 00.30'da yayınlanan diziyi aynı saatlerde talk show yapan disko krallarının, gece kuşlarının, aştürk baraş'ların izleyip feyz alması hatta belki utanması umulur...

Milli Savaş Hikayeleri

Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Milli Savaş Hikayeleri'nde 1914-1924 yılları arasında yaşanan Milli Mücadele günlerinde gerçekleşen bazı trajedik olayları okuyuculara aktarıyor. Milli Mücadele Dönemi Türk halkı için bir kahramanlık ve ıstırap dönemi olmuştur.  Yazar da bunu eserinde ustaca ele almış olduğu olay ve hikayelerle sade ve açık bir şekilde okuyuculara iletiyor. Yazar genelde  Ege bölgesinde meydana gelen olayları ele alıyor.  Özellikle,  Türk tarihi için büyük bir felaket olan güzel İzmir’in işgali ve düşman kuvvetlerinin buradaki halka yapmış oldukları zulüm ve hakaretler büyük bir yer alıyor yazarın “Milli Savaş Hikayeleri” adlı eserinde. Bu işgaller karşısında çaresiz kalan halıkın aciz durumu da tüm açıklığıyla ortaya konuluyor. Kitapta bulunan    bazı hikayelerde de Yunan kuvvetlerinin Batı Anadolu’yu işgali sırasında yerli halka  yapmış oldukları insanlık dışı işkenceler tanıklarıyla belirtiliyor.

Taraf, Radikal okuyarak zihni bulanmış İslamcı kardeşlerime

Üstelik kalkıp acaba neden Kürtçe konusunda fetvayı cevaz vermiyoruz diye üstümüze geliyorlar. 1. Kürtçenin resmi dil olması teknik olarak imkansıza yakındır. 2. Şart da değildir; bir katkısı olmayacaktır. 3. Kültürle veya sivil alemle hiçbir ilgisi yok, direkt olarak Türkiye-Avrupa gerginliği tarihinde bir momentumdan ibarettir. Tasfiye veya Hece dergilerini çıkaranların bunları anlayacak zihin açıklığı ve dürüstlüğe sahip olmadığı belli, siz dinleyin bari. Söylediklerimin ulusalcılıkla, Türkçe meftunluğuyla bir ilgisi yok. Kürtçe birçok insanı şu veya bu nedenle rahatsız edebilir. Beni etmiyor. Kürtçeye birçok insan şu veya bu nedenle sempati besleyebilir, ben beslemiyorum. Çocukluk atmosferimde işitmeye alışık olduğum dillerden biri olduğu için Kürtçe bana doğal geliyor, hepsi bu. Doğal ve yörel. Dolayısıyla da neden Kürtçe'yi yüzlerce diğer yörel dilden ayırdederek savunmam yahut övmem gerekiyormuş, anlamıyorum. Sivil olarak anlamıyorum yani. Sivil hayatta, Terekemece veya Kar...