Ana içeriğe atla

Ek: Bayrampaşa


Abdullah Kibritçi’nin yazısına yorum diye yazmıştım bunları. Uzayınca müstakil bir yazı olarak buraya aldım. Eskiden nerde oturuyorsun diye sorduklarında Bağcılar ya da Avcılar der gibi Varoşlar'da oturuyorum derdim. Öyle deyince zaten anlaşılıyor sanıyordum. Çünkü Bayrampaşa deyince kimse bilmiyordu, biraz da evimden uzak yerlerde okula gittiğimden. Tam nerde kalıyor filan diye soruyorlardı. Cezaevi var orda ama diyorlardı, tam koordinatlarını bilemiyoruz. Ben de varoşlar cevabını vererek, nerde değilse de nasıl bir yerde oturduğumu yani sorunun asıl cevabını vermiş oluyordum. Sonra sonra tuvaleti dışarıda evlerle dolu semtler olduğunu fark edince bu cevaptan vazgeçtim. Şimdi yani 5 yıl sonra ise Bayrampaşa'dan varoşlar diye söz ederseniz bu bir şaka gibi algılanıyor. Zaten semt sakinleri de buna çok alınır. Aaa derler. O eskidendi. Halbuki burada kim biraz zenginleşse hemen taşınıyor. Demek ki hala o kadar nezih bir yer değil. Burada ne çok zenginler var ne de çok fakirler. Yoksul var tabii ama çoğunlukta değil. Market var çok fazla. Market zenginleri var. Bu kadar çok marketi ben bir de Okmeydanı, Kulaksız taraflarında gördüm. Oraları da bilen birinin ayrıca yazması lazım. Gayrimüslim sermaye sahiplerinin insanları parayla evlerinden çıkardığı, arsalarını satmaya zorladığı, üzerinde bin türlü dolap dönen acayip bir yer. Neyse.

Son 5 yılda Bayrampaşa çok değişti. Önce cezaevi kapandı. Tam sıralama böyle mi bilmiyorum. Ama biz önce onu hissettik. Kameralar olurdu cezaevinin önünde sürekli. Ünlü mafya babaları ve çocukları, suçlu sanatçılar olurdu içeride. Karşısındaki kahvehanede kadınlar ve erkekler birlikte otururdu. Çok acayip birşeydi kahvede kadın görmek. Bunun cezaevi ile ilişkisini bile çok sonra kurabildim. Girişinde sıra olurdu, uzun upuzun. Yan taraftaki devlet hastanesinin kapısına kadar uzardı sıra. Hastalar ve mahkum yakınlarını bir arada görürdünüz böylece. Banka veznesine benzer bir yer vardı. Mahkum yakınları oraya para bırakırdı içeride kimi varsa onun için. Bir gün büyük bir kavga çıktığını gördüm. Parayı eksiksiz vermiyorlarmış mahkumlara, komisyon alıyorlarmış. Günahları boynuna ama çok büyük bir kavgaydı. Yani içeri biri daha girmiş olmalı ondan sonra.

Cezaevini yakın zamanda boşalttılar ve bir süre halka açık kaldı. İçeriyi gezebiliyordunuz, müze! gibi. Ranzaların arasına tahtalar koymuşlar. Yani iki katlı iki ranzada altı kişi yatabiliyormuş böylece. İçeride günler sonra bile çıkmamış ceset kokusu gibi bir koku vardı. Ben o kadar da eski Türk filmlerindeki gibi düşünmemiştim cezaevini. Yani eski Türk filmlerinden Prison Break’e doğru evrilmiştir bunca yıldan sonra, ikisi arası birşeydir diye düşünüyordum, cezaevinin iç dizayn ve dekorasyonunu. Alakası bile yokmuş. Türk filmleri çok naifmiş bu gerçek görüntünün yanında. Cezaevi deyince yine aklıma geldi, bir gün minibüste, cezaevine doğru çıkan yokuştayız. Önümüzde saçları kınalı, başı yarı örtülü, yaşlı bir kadın vardı. Bir telaş içindeydi ve ne dediğini de tam anlayamıyorduk. Annem dedi ki bak bu kadın Kürt ve cezaevinde inecek, bekle göreceksin. Gerçekten de öyle oldu. Kadın cezaevini dolayısıyla tam nerede inmesi gerektiğini bilmiyordu fakat şoför anlamıştı. Cezaevini gösterdi, kadın başını salladı, indi. O zaman Kürtlük ve cezaevi arasında kurulan bu ilişkiden hoşlanmamıştım. Hala hoşlanmıyorum ama artık kimse kim kimdir onu bile fark etmiyor. Cezaevi arazisi de ihaleyle kime kalacak henüz bilmiyoruz. Muhtemelen Bayrampaşa'ya yeni bir alışveriş merkezi ya da ona benzer birşeyle bizi bir adım ileriye taşıyacak halksever bir işadamına kalacak. Hayırlısı.

Göçmen var çok sayıda burada, macır. Bulgar göçmeni, Arnavut, Boşnak. Onun dışında Karadenizlilerin çok olduğu bir yer Bayrampaşa. Üçüncü sırada ise Kürtler geliyor ama ayrı bir unsur gibi algılanmayı gerektirecek bir eğretilik yok üçümüzde de. Nüfus yoğunluğundan ileri gelen ufak tefek eğilimler dışında. Bazen doğuda asker şehit oldukça kürt bulup dövmeye çıkıyor ülkücüler Gaziosmanpaşa’dan Bayrampaşa’ya doğru. Gaziosmanpaşa gibi Esenler de Bayrampaşa’yı etkiliyor ama Bayrampaşa onların yanında biraz daha seçkin! duruyor.

Evet son 5 yılda çok şey değişti. Ama bir şeyin içi dışı kadar çabuk değişmiyor, yani insanlar binalar kadar çabuk değişmiyor. İstanbul’un en büyük parkı diye Bayrampaşa Kocatepe’ye park yaptılar. Hani şu başbakanın attan düştüğü yer var ya. Orası işte. Başta sevgililer için bulunmaz bir nimetti bu. Ama sonra okulu yarıda bırakmak zorunda kalan, ya da okumasından ümit olmayan işçi çocukların toplanma mekanı oldu. İçi onlarla dolu, bir de içki içen büyük adamlar var. Kimse gitmiyor onlardan başka çünkü korkuyorlar. İçeride havuzda ördekler vardı. Onların da artık yaşadığını zannetmiyorum. Cezaevi, Adapark ardından da şimdi İstanbul’un, muhtemelen Türkiye’nin en büyük alışveriş merkezi Forum İstanbul var. Şu inşaatında işçilerin öldüğü yer. İçeride ice land diye bir yer var, buz pateni var, sinema var, sergi salonu var, devasa bir akvaryumu var, yanında da ikea evinizin her şeyi. Kiralar da arttı Forum İstanbul sayesinde. Ev sahipleri memnun yani. İkea’ya ve ordan Forum İstanbul’a ulaşmaktan çoğunluk memnun görünüyor. Ama binalar dışında pek birşey de değişmiyor. Memnun olanlar daha önce de çok şikayeti olmayanlar oluyor. Yine de insanlar kapısının önündeki kaldırımın düzeltilmesinden memnuniyet duyuyor ve bunu bir gelişme olarak yorumluyorlar. Çamurdan yürümek zorunda kalmıyor çünkü artık. Bunun bu kadar pratik bir nedeni var.

Hasılıkelam durumları hiç değişmemiş olanlar var, zengin zengin fakir fakir. Küçük, büyük şeylerin inşasından imarından memnuniyet duyanlar var. Bir de hiçbir zaman hiçbir şeyden memnun olmayanlar var. Bunlar Bayrampaşa’dan zenginleşip taşındı zaten. Daha zenginleşince başka yere taşınacaklar. Ülke dışına kadar yolları var gibi görünüyor. Bayrampaşa bu kadar değil tabii. Bir kısmını ben bilmem, bir kısmına da nüfuz etmem şartlarım gereği zaten mümkün değil. Kapatırken Abdullah Kibritçi’nin yazısını ve bu tür yazıları insanların etrafına bir kere daha bakmalarını sağlaması açısından önemsediğimi yazayım. İnsanları görmek lazım. Yalnız yaşamıyoruz.

Yorumlar

  1. cezaevinin karşısında babamın matbaası vardı. bir yanda devlet hastanesi, devlet hastanesine ve onlarca eczaneye gelen ilaç firmasının parlak pazarlamacıları; bir yanda kocalarını, abilerini, çocuklarını ziyarete gelenler.

    babamın dükkanı herkesin çay içmek için uğradığı bir yerdi. bazı adamların özel bardakları olurdu hatta. gelir kendi bardaklarıyla içerlerdi. ilaç firmalarının pazarlama elemanları, doktorlar, hemşireler, gardiyanlar, eczacılar. 10 yaşında girdim içeri... gezmek için :) kaşesini götürdüğüm şef gel seni gezdireyim dedi. çok fena korktum. hiç çaktırmadım.

    forum istanbul ayrı mesele... yeni yapılar da yapılıyor şuanda hemen yanına. kemer mahallesine albayraklar konut yaptılar. görünmeyen şeyler var. ayrı bir yazı yazmak lazım. forum istanbul'un orayı değerlendirmesi meselesi biraz göreceli. bizim evden gözüküyor mesela, ama gidecek yol yapmamışlar. avcılardan gelen daha kolay ulaşıyor :) görüp de gidemeyenler, sanırım pek yakında artık hiç göremeyecekler. postalanacaklar...

    YanıtlaSil
  2. bayrampaşaya yani hapishaneye sadece bir kere daha gittim. hayatımın en üzgün günlerinden biri sayılır. tek tesellim, görüşüne gittiğimiz siyasilerin sevinçli, çünkü insan görmüş halleri. hepsi o güne has kılık kıyafet, tıraş hazırlığı yapmıştı ve sesleri gür, sevinçli çıkıyordu. görüş düzeni çok ilginçti. 100 kişi 10 kabinde görüşmek zorunda olduğu için tanımadığım bir sürü abiyle ablayla görüşmüştüm. saatler süren bekleme aşamasında da görüşe gidenlerle tanışmış, kiminin böreğinden yemiş, kimine çay ısmarlamıştım. görüşe gidenler ya ürkek, meraklı yahut çökmüş vaziyetteydi. mapuslar neşeliydi ve kilo almıştı hepsi. ama saçlarına ak düşmüştü. aynı şeyi ulucanlarda, zile'de de gördüm. görüş günü mapusun bayramı.

    YanıtlaSil
  3. hapis cezaları 10 günden fazla olmamalı. daha ağır cezalar fiziksel (mesela idam) veya parasal olmalı. hapis 10 güne kadar tefekkür olabilir belki. sonrası işkencedir.

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Milli Savaş Hikayeleri

Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Milli Savaş Hikayeleri'nde 1914-1924 yılları arasında yaşanan Milli Mücadele günlerinde gerçekleşen bazı trajedik olayları okuyuculara aktarıyor. Milli Mücadele Dönemi Türk halkı için bir kahramanlık ve ıstırap dönemi olmuştur.  Yazar da bunu eserinde ustaca ele almış olduğu olay ve hikayelerle sade ve açık bir şekilde okuyuculara iletiyor. Yazar genelde  Ege bölgesinde meydana gelen olayları ele alıyor.  Özellikle,  Türk tarihi için büyük bir felaket olan güzel İzmir’in işgali ve düşman kuvvetlerinin buradaki halka yapmış oldukları zulüm ve hakaretler büyük bir yer alıyor yazarın “Milli Savaş Hikayeleri” adlı eserinde. Bu işgaller karşısında çaresiz kalan halıkın aciz durumu da tüm açıklığıyla ortaya konuluyor. Kitapta bulunan    bazı hikayelerde de Yunan kuvvetlerinin Batı Anadolu’yu işgali sırasında yerli halka  yapmış oldukları insanlık dışı işkenceler tanıklarıyla belirtiliyor.

Akbaba köyü 35 numara

Star tv'de yaklaşık bir ay önce başlayan, projesi Durul Bazan'a ait Gecekondu isimli program seyirciye yeni bir konsept sunuyor. Önceden yazılıp hazırlanmış bir metni olduğundan şüphe duyduğumuz Gecekondu programı güncel olaylara ve konulara eleştirel, saldırgan hatta kimi zaman anarşist bile diyebileceğimiz bir yaklaşım içinde. Zeynep Beşerler gibi süzme elitist, dünyada ne olup bittiğinden habersiz konukların dumura uğratıldığı bu absürd komediyi izlemenizi öneriyoruz. Çevrecilikten, Medyaya "steril" bir takım proje ve yaklaşımların üzerine limon sıkan bu yeni popülist dizi risk alarak ve cesaretle absürdün, politiğin, gündelik hayatın, komedinin ve ironinin sınırlarında dolaşıyor. Cuma gecesi 00.30'da yayınlanan diziyi aynı saatlerde talk show yapan disko krallarının, gece kuşlarının, aştürk baraş'ların izleyip feyz alması hatta belki utanması umulur...

Müslüman Tanrılar

Birkaç sene önce aile dostumuz olan bir adamın şirketine bir iş yapmıştım. Paramı üç gün içinde almam gerekiyordu. Ama adam paramı vermemek için takla atıp duruyordu. Üç gün, beş gün, on gün derken bir buçuk ay geçti. En az on defa gittim geldim adamın yanına. Ve o sıralar hiç param olmadığı için yürüyerek gidip geliyordum. Ya yerinde olmuyor, ya tatile gitmiş oluyor, ya da paranın bir kısmını verip beni postalıyordu. Sonunda, efendiliğimi bozmadan, bu işin bu şekilde olmayacağını, paramı almam gerektiğini bu işin böyle uzamasının doğru olmadığını söyledim. Aynen böyle, bu şekilde. İşte o an olan oldu, adam köpürdü birden. Nasıl ben böyle bir şey söyleyebilirmişim, zaten bu işi çok daha ucuza yaptırabilirmiş, bana yardım olsun diye bu işi bana vermiş, yeğeni falanca çocuğa baksaymışım ya o terbiyeli çocukmuş hiç böyle şeyler söylemezmiş, ben nasıl terbiye görmüşmüşüm böyle, ne kadar ayıpmış, falan filan. Yüzlerce adamla çalıştım, yol yordam biliyorum ama karşımdakinin bir tanrı olduğun