Ana içeriğe atla

Imagined Ermeniler

Benedict Anderson tek kitapla, o da aslında kitabın içeriğinden çok başlığıyla (Hayali Cemaatler, Imagined Communities) Türkiye'de milliyetçiliğin akademik ve entelektüel dünyada tozunu attı. Bunu yapan Anderson değil tabii, azınlıkçı yayınevleri, editörler, çevirmenler, akademisyenler falandı. Yirmi yıldır Türk veya Türkiye demeye kalkınca hemen şamarı yersin: "Hayali cemaatler". Aslında imagine hayal etmek anlamına gelmiyor tam olarak, tasavvur etmek denebilir. Community de sadece cemaat anlamına gelmiyor. Tasavvur ettiğimiz insan topluluğu demek Imagined Communities. Hani Atatürk'ün bir sözü vardı ya, Ne mutlu Türküm diyene. Tam o manada işte. Irkın ne, Türkçe biliyor musun'dan önce kendini orda görüyor musun, Türk olmayı tasavvur edebiliyor musun? Hayal ile tasavvur şöyle farklıdır. Hayalin kafada da bir somutluğu olması gerekmez. Belirsizdir ve öyle kalır. Tasavvur ise kafa gözüyle görmek demek sadece. Düşünebiliyor musun adamlar neler demiş, düşünebilir miydin böyle olacağını, bana bunlarla geleceğini zerre kadar düşünmedim, biraz düşünürsen bulursun bunun arkasında kimin olduğunu, kendimi evli iki çocuklu işinde gücünde bir yetişkin olarak düşünemezdim asla... gibi şeyler söylediğimizde kastettiğimiz tasavvurdur. Düşüncede kurmak yani. Ne mutlu Türküm diyene. O tasavvur bir bağ oluşturuyor ve ne kadar işlerse proje o kadar başarılmış sayılıyor. Ki Türkiyemizde biz uzun süredir bunu yaşıyoruz. Bir şey tasavvur ediyoruz veya biri onu bizim adımıza ve yerimize tasavvur ediyor ve sonunda oluyor yahut olmuyor. Yeni Müslüman aile de bir tasavvurdu mesela. Modernliğe direnen geleneksel aile değildi çünkü bu. Tam aksine modernlikten geçmiş, geçmekte olan bireylerin tasavvurlarını (ki bu tasavvur yine kafada kurulmuş Asrı Saadete dayandığı için iki kere tasavvur ve icat edilmiş bir şeydi) gerçekleştirecekleri bir durum ve ortamdı. Bunun, bu tür tasavvurların birazı gerçekleşir ve birazı çöpe gider, hesapta olmayan başka şeyler de gerçekleşir ve ortaya bir şey çıkar. Peki liberallerin, azınlıkçıların imagine ettikleri Ermeniler nedir bakalım.

Bir kere olgusal olarak, bu imagine Ermenilere ait bir imagine değil. Ermenistan Ermenilerinin muhakkak birçok tasavvurları, hayalleri, arzuları ve planları vardır. Avrupa, Amerika ve Avustralya'da yaşayan Ermenilerin de hem bulundukları ülke ve içinde yaşadıkları imagined community yani millet üzerinden hem Ermenilik üzerinden bazı kafa görümleri söz konusudur. Ama Türkiye'de? Türkiye'de yok denecek seviyede Ermeni var. Ermenistan'dan çalışmak için gelenler de dahil olmak üzere birkaç yüz bin denemeyecek bir Ermeni nüfus var. Ve bunların siyasi temsili yok. Olsa da Türkiye'de işlendiği ölçüde Ermeni meselesinin bile ağır basan tarafı olamayacak durumdadırlar.

Birkaç yüz bin insanın tek tek veya topluca bir değerinin ayrıca olacağı muhakkak. Bu daha çok ahlaki bir konu ama. Liberallerin kan döktükleri bu mevzuda konunun halkı yok, demek istiyorum. Tasavvur var, tasavvur edilen kayıp. Birkaç yüz bin Ermeni üzerine filan asla dönmüyor düşünceler de bu arada. Bunu yapan Hrant Dink vardı, öldürüldü. Onun davası ve tasavvuru Türkiye'de Ermeni olmak üzerineydi. Onu hoşlansak da hoşlanmasak da algılamaktan uzak duramayışımızın altında bu vardı. Söyledikleri çok çok acayip şeyler olmadığı, kendi ölçülerinde aynı anda uzlaşmacı ve talepçi durmaya, yani görüşler demokrasisi içinde tipik bir yer edinmeye gayret ettiği halde konunun beklenmedikliği nedeniyle sözlerini duyuyorduk hepimiz. Bu üzerine tasavvur kurulabilecek bir konuydu. Bitirildi.

Şimdi gerçek Ermeniler hakkında bir tasavvur edilmiş yer ve durum değil konuşulup duran. Ermenilerin yerini liberallerin role playing diyebileceğimiz siyaseti almış durumda. Üzerine tasavvur kurulacak Ermeniler yok, Ermeni'yi oynayan liberaller var. Aborjincilik veya White Whale'cilik oynamak gibi bir şeye dönüşüyor bu gün geçtikçe. Tasavvurun yerini fantezi yani hayal alıyor. Bu hayal de biraz Mehlika Sultana benziyor. Mehlika Sultana aşık yedi liberal var, ama Mehlika Sultanın kendisi yok. Yahya Kemal ne demişti, "İnsan hayal ettiği müddetçe yaşar". Biz tasavvur edeceğiz, hayal kurmayı maaşlı liberal (siz hiç işsiz liberal gördünüz mü) aşıklara bırakalım.

Yorumlar

  1. Hakan Çoban18 Ocak 2011 15:47

    Sana baktığımda şey görüyorum Hakan, hani sevgimi de nefretimi de, övgümü de sövgümü de attığım şu günlerde, kimseyi hatırlamadığım, aklımdan herkesin çıktığı şu günlerde, bir yanıyla şarap gibisin. Kekremsi bir tadın olmakla beraber, sarhoşluk da vermekle beraber, zararın yararından daha çok olduğu için haram gibisin, en azından bana. Kimisi için şıra olmuş olabilirsin, kimisine de sirke. Seni şu açıdan uyarmalıyım: İnsanları derneğine davet et, ayırt etmeden bu doğru bir davranıştır, ama etrafın çok kalabalık da olsa, geçmişin o şaaşalı günlerini yakalasan da, yine de etrafında kimsenin kalmayacağı/kalmadığı günleri aklından çıkarma. Ne doğrulardan taviz ver, ne de insanları yanlışları için hor gör. İşte ince nokta bu.

    YanıtlaSil
  2. çok doğru bir yere koymuşsun tabureyi. güzel. oradan çarşı kabak gibi görünüyor. kim kime ne satıyor, kim eksik tartıyor kim katakulli yapıyor anlıyorsun. yani ermeni dükkanında önlüğü takıp mal satan adam ermeni değil. eyvallah. iyi de azıcık bu tarafa dönersen, camiye doğru, müslümanların (islamcıların yani tabi) mallarını da liberallerin yani münafıkların sattığını görürsün. televizyon fikirlerin, görüşlerin serdedilebileceği bir yer değil muhakkak ama oradaki fotoğraflar bu çerçevede bir fikir verebilir. kimi münafıklar kemalistlerin, kimi münafıklar islamcıların adına çemkiriyorlar, kuduruyorlar kusuyorlar birbirlerinin üstüne. veya amerikalıların, israillilerin ve genel olarak batılıların kuyruğu olan liberallerle öyle değilmiş gibi görünen liberaller kapışıyor. herhangi bir tarafta yer alabilmenin altı şartı var artık
    - demokrasiye iman
    - serbest pazara iman
    - hukuk devletine iman
    - sosyal devlete iman
    - insan haklarına iman
    - hayır ve şerrin bilimden olduğuna iman
    bir de liberalizmin içindeki farzları var. ki o başka bir yorumumuzun konusu

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Milli Savaş Hikayeleri

Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Milli Savaş Hikayeleri'nde 1914-1924 yılları arasında yaşanan Milli Mücadele günlerinde gerçekleşen bazı trajedik olayları okuyuculara aktarıyor. Milli Mücadele Dönemi Türk halkı için bir kahramanlık ve ıstırap dönemi olmuştur.  Yazar da bunu eserinde ustaca ele almış olduğu olay ve hikayelerle sade ve açık bir şekilde okuyuculara iletiyor. Yazar genelde  Ege bölgesinde meydana gelen olayları ele alıyor.  Özellikle,  Türk tarihi için büyük bir felaket olan güzel İzmir’in işgali ve düşman kuvvetlerinin buradaki halka yapmış oldukları zulüm ve hakaretler büyük bir yer alıyor yazarın “Milli Savaş Hikayeleri” adlı eserinde. Bu işgaller karşısında çaresiz kalan halıkın aciz durumu da tüm açıklığıyla ortaya konuluyor. Kitapta bulunan    bazı hikayelerde de Yunan kuvvetlerinin Batı Anadolu’yu işgali sırasında yerli halka  yapmış oldukları insanlık dışı işkenceler tanıklarıyla belirtiliyor.

Akbaba köyü 35 numara

Star tv'de yaklaşık bir ay önce başlayan, projesi Durul Bazan'a ait Gecekondu isimli program seyirciye yeni bir konsept sunuyor. Önceden yazılıp hazırlanmış bir metni olduğundan şüphe duyduğumuz Gecekondu programı güncel olaylara ve konulara eleştirel, saldırgan hatta kimi zaman anarşist bile diyebileceğimiz bir yaklaşım içinde. Zeynep Beşerler gibi süzme elitist, dünyada ne olup bittiğinden habersiz konukların dumura uğratıldığı bu absürd komediyi izlemenizi öneriyoruz. Çevrecilikten, Medyaya "steril" bir takım proje ve yaklaşımların üzerine limon sıkan bu yeni popülist dizi risk alarak ve cesaretle absürdün, politiğin, gündelik hayatın, komedinin ve ironinin sınırlarında dolaşıyor. Cuma gecesi 00.30'da yayınlanan diziyi aynı saatlerde talk show yapan disko krallarının, gece kuşlarının, aştürk baraş'ların izleyip feyz alması hatta belki utanması umulur...

Müslüman Tanrılar

Birkaç sene önce aile dostumuz olan bir adamın şirketine bir iş yapmıştım. Paramı üç gün içinde almam gerekiyordu. Ama adam paramı vermemek için takla atıp duruyordu. Üç gün, beş gün, on gün derken bir buçuk ay geçti. En az on defa gittim geldim adamın yanına. Ve o sıralar hiç param olmadığı için yürüyerek gidip geliyordum. Ya yerinde olmuyor, ya tatile gitmiş oluyor, ya da paranın bir kısmını verip beni postalıyordu. Sonunda, efendiliğimi bozmadan, bu işin bu şekilde olmayacağını, paramı almam gerektiğini bu işin böyle uzamasının doğru olmadığını söyledim. Aynen böyle, bu şekilde. İşte o an olan oldu, adam köpürdü birden. Nasıl ben böyle bir şey söyleyebilirmişim, zaten bu işi çok daha ucuza yaptırabilirmiş, bana yardım olsun diye bu işi bana vermiş, yeğeni falanca çocuğa baksaymışım ya o terbiyeli çocukmuş hiç böyle şeyler söylemezmiş, ben nasıl terbiye görmüşmüşüm böyle, ne kadar ayıpmış, falan filan. Yüzlerce adamla çalıştım, yol yordam biliyorum ama karşımdakinin bir tanrı olduğun