Ana içeriğe atla

Sadece şikayet mi edeceğiz?

Olumsuz bir tarafı var popülizmin. Düşünce olarak da eylem olarak olumsuz tarafı var. Yüzyıllardır yapıldığı iddia edilen ve hep yalan çıkan bir şeyi, hakikaten halka hizmeti söz konusu ettiğinizde çok fazla olumlu olamıyorsunuz. Üstelik her grup, her parti, her kesim bunu iddia ediyor. Bize gelin biz herkese falan filan. Vaatler. On bin peşin, ev senin diyor reklamdaki müteahhit. Para kazanmak için yaptığı reklamdan bile para kazanan müteahhit. Müteahhit söz veren demek. Ev yapan bir adam, kolay ev sahibi olma vaadinde bulunuyor. Bunda olumsuzluk nerde. Çok basit ki devletin yani halkın arazisinde bu evleri yapıp sadece alım gücü yüksek insanlara satmasında. Çekmece tarafına haritadan bir bakın, Çekmece gölünün çevresinde bir boş arazi ve bir de Şerafettin Yaylası Spor Tesisleri göreceksiniz. Hani Galatasaray futbol takımının önce çöreklendiği, taraftarları evlerine maçtan ancak günler sonra dönebildiği, maç sırasında da rüzgarın topu alıp alıp götürdüğü stat. Bir, o arazi hepimizin. İki, o stad için ödenen her kuruş bizim cebimizden çıktı ve çıkıyor. Üç, Türkiyede hiç olmamış ve olacağı da kuşkulu bir şey için, Olimpiyat için yapılmış bir atletizm stadı orası. Üç yanlış, üç haram üst üste. Boş arazi ne, işte o reklamdaki müteahhitin vadettiği topraklar. Senin benim arazim. Allahın vaadiyle. Birileri çöreklenmeden önce yani. Belediye sınırları içine katılıp asla duyamayacağımız bir sesle satılığa çıkarılmadan önce. Kadıköy belediyesinin sattığı toprakları, Büyükşehirin, Kars belediyesinin... Bunlar bile insanı olumsuzluğa itiyor. Hangi hükümet olursa olsun, hangi belediye olursa olsun, giderek ordu ihalelerine biraz kafa yorunca, mutlak manada Türkiye halkı olarak EVET damgamızı basacağımız ne alınıp ne satılıyor bu memlekette? Neden arazi on bin peşinci müeahhite satılsın mı diye sandık kurulup seçime gidilmiyor. O zaman araziyi mi havayı mı alır müteahhit? Ama lazım, zengine lazım. Şikayet etmemek lazım. İslamcı olup sıraya girmek, solcu olup sıraya kaynak yapmak, ülkücü olup sıradakine çatmak lazım. 
Esnaf halk değil mi? Kiraya vermiyor mu evini, kooperatif kurup arazi satın alıp binaları kondurmuyorlar mı? Eh. Esnafın, daha doğrusu zanaatkarın evinde oturuyorum. 200 kira ödeyerek ancak satın alabileceğim bir fiyatı var evin. 20 sene önce sosyal demokratlar satın alıp 20 binalık bir yer yapmışlar, evleri giderek islamcı denebilecek, ekonomik seviyeleri son on belki yirmi yılda yükselegelen ailelere satıyorlar. Biraz daha parlak bir yermiş eskiden, belli. SOYAK'ın küçüğü, Ankara MESA'nın baya küçüğü ve bir iki kalite düşüğü gibi düşünün. SOYAK ve MESA nasıh hırsızlıksa bu da hırsızlık. Boş araziye ev yapmanın neresi hırsızlık? Diyeceksiniz. Gecekonduya yasadışı muamelesi yapıyor ve bu sitelerin kurulmasına onay veriyorsanız, "Bilinçli kentleşme" (sosyal demokrat hırsızlık) veya "kentsel dönüşüm" (islamcı hırsızlık) adına, hırsızlıktır. Toprak bedavaysa veya kamu adına belli bir bedeli varsa, herkesin (ama gerçekten herkesin) bedava konmaya veya ihaleye girme hakkı vardır. Ki temel yaşam hakkında ihale olmaz. 


Konut sahibi olmak evrensel insan hakları listesinde yok. Evrensel İnsan Hakları soyuttur bu nedenle. Çocuklar çalıştırılmasın, kızlar satılmasın, insan şu kadar saatten fazla çalıştırılmasın, köle edilmesin filan falan diyor. Yavşak Avrupalılar her toprağı hırsızladıktan sonra çıkarıyorlar bunu. Evi olmayan adam ailesine sahip çıkabilmek için iki kat çalışmak zorunda. Ya çalışmaz veya çalışamazsa? İsviçreli bir yahudinin çevirmenliğini yapmıştım. Botsvana'nın bayındırlık işlerini yapıyorlarmış. Madenleri de varmış. Türkiyeden işçi götürüyorlar. Benim tercümanlığımın konusu da bu. Neden Türkiyeden işçi götürüyorsun, Botsvana'da işe ihtiyacı olan yok mu dedim? Botsvana, Güney Afrika'nın üstünde madenleri sömürülmek için kurulmuş bir İsviçre zenginliği, commonwealth yani, herkesin denilen ama karısı ölmüş bir İsviçreli yahudinin alkolik olma yolunda hızla ilerleyen oğluyla (Marcel'di çocuğun adı ve İsviçrede işletme okumuştu ve kapitalistti ama kapitalizmle ilgili hiçbir şey bilmiyordu) sömürdüğü bir ülke yani. Bana Botsvanalılar çok tembel dedi, yavaş yavaş gezerler sokakta bile. Atamayana atarlar diyor adam yani. 1500 işçi götürdüler, taşeron ülkücü bir reisti ve ne Botsvana'nın nerde olduğunu biliyordu ne gönderdiği 1500 işçinin bir tanesini tanıyordu, ne işletmecilik hakkında zerre kadar bilgisi vardı. Yüksek bir ücret aldığı için gayet memnun görünen noter problem çıkarınca 1500 işçiyi gözü önüne getirmesini söyledim, başkatibi de gazeteye vermekle tehdit ettim ve damgayı bastılar, izin alındı. Ülkücü reis de yanında çalışmamı istedi. Ben de canını sıkarım ben senin dedim, sağol. Niye dedi, herkes memnun değil mi. Sen kimsin mesela dedim, niye para kazanıyorsun, işçiler çalışacak, Botsvana kalkınacak, toprak onların, emek bu işçilerin. Ama sen de tercüme ücreti almıyor musun dedi. Ben de onu diyorum dedim. Gel paraları işçilere geri verelim, sen de dükkanı kapat dedim. Ne yapacağız dedi, o zaman. İkimiz de gider Botsvana'da kazma sallarız dedim. Yok ya Afrika çok sıcak dedi reis. Ücretimi de bu deli kabul etmez belki, aman hakkı üzerimde kalır, mutlaka elden verin tapşırmasıyla gönderdi tercüme bürosuna. Hak bilen, hukuk bilmeyen taşeron ülkücü reis. Kapitalist çömezi. 


İnşaat ve tekstil çok büyük iki yolsuzluktur. Daha büyük yolsuzluk, açık hırsızlık finanstır. Ama maalesef Türkiyenin son otuz yıllık makro ekonomik göstergelerinin büyümesinin altındaki faktör de bunlardır. Yayıncılığın kalkınmasında bile inşaat, tekstil ve finansın büyük rolü var. Birçok yayıncı tekstil veya finans şirketlerinin koyduğu sermayeyle dönüyor. Otomotiv reklamıyla yaşayan dergi sayısı ise ancak binlerle ifade edilebilir, yüzlerle bile değil. Korkunç bir düzen. İnsansız. Takım elbiseli. Bunun bir parçasıyız ve bundan kim haz duyabilir.Taraf gastesi okuyup özgürlük yahut Radikal okuyup özgürlük yahut Yeni Şafak okuyup özgürlük insan hakları demokrasi diyen tatlı hayat kurbanı zavallılar dışında.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Milli Savaş Hikayeleri

Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Milli Savaş Hikayeleri'nde 1914-1924 yılları arasında yaşanan Milli Mücadele günlerinde gerçekleşen bazı trajedik olayları okuyuculara aktarıyor. Milli Mücadele Dönemi Türk halkı için bir kahramanlık ve ıstırap dönemi olmuştur.  Yazar da bunu eserinde ustaca ele almış olduğu olay ve hikayelerle sade ve açık bir şekilde okuyuculara iletiyor. Yazar genelde  Ege bölgesinde meydana gelen olayları ele alıyor.  Özellikle,  Türk tarihi için büyük bir felaket olan güzel İzmir’in işgali ve düşman kuvvetlerinin buradaki halka yapmış oldukları zulüm ve hakaretler büyük bir yer alıyor yazarın “Milli Savaş Hikayeleri” adlı eserinde. Bu işgaller karşısında çaresiz kalan halıkın aciz durumu da tüm açıklığıyla ortaya konuluyor. Kitapta bulunan    bazı hikayelerde de Yunan kuvvetlerinin Batı Anadolu’yu işgali sırasında yerli halka  yapmış oldukları insanlık dışı işkenceler tanıklarıyla belirtiliyor.

Akbaba köyü 35 numara

Star tv'de yaklaşık bir ay önce başlayan, projesi Durul Bazan'a ait Gecekondu isimli program seyirciye yeni bir konsept sunuyor. Önceden yazılıp hazırlanmış bir metni olduğundan şüphe duyduğumuz Gecekondu programı güncel olaylara ve konulara eleştirel, saldırgan hatta kimi zaman anarşist bile diyebileceğimiz bir yaklaşım içinde. Zeynep Beşerler gibi süzme elitist, dünyada ne olup bittiğinden habersiz konukların dumura uğratıldığı bu absürd komediyi izlemenizi öneriyoruz. Çevrecilikten, Medyaya "steril" bir takım proje ve yaklaşımların üzerine limon sıkan bu yeni popülist dizi risk alarak ve cesaretle absürdün, politiğin, gündelik hayatın, komedinin ve ironinin sınırlarında dolaşıyor. Cuma gecesi 00.30'da yayınlanan diziyi aynı saatlerde talk show yapan disko krallarının, gece kuşlarının, aştürk baraş'ların izleyip feyz alması hatta belki utanması umulur...

Müslüman Tanrılar

Birkaç sene önce aile dostumuz olan bir adamın şirketine bir iş yapmıştım. Paramı üç gün içinde almam gerekiyordu. Ama adam paramı vermemek için takla atıp duruyordu. Üç gün, beş gün, on gün derken bir buçuk ay geçti. En az on defa gittim geldim adamın yanına. Ve o sıralar hiç param olmadığı için yürüyerek gidip geliyordum. Ya yerinde olmuyor, ya tatile gitmiş oluyor, ya da paranın bir kısmını verip beni postalıyordu. Sonunda, efendiliğimi bozmadan, bu işin bu şekilde olmayacağını, paramı almam gerektiğini bu işin böyle uzamasının doğru olmadığını söyledim. Aynen böyle, bu şekilde. İşte o an olan oldu, adam köpürdü birden. Nasıl ben böyle bir şey söyleyebilirmişim, zaten bu işi çok daha ucuza yaptırabilirmiş, bana yardım olsun diye bu işi bana vermiş, yeğeni falanca çocuğa baksaymışım ya o terbiyeli çocukmuş hiç böyle şeyler söylemezmiş, ben nasıl terbiye görmüşmüşüm böyle, ne kadar ayıpmış, falan filan. Yüzlerce adamla çalıştım, yol yordam biliyorum ama karşımdakinin bir tanrı olduğun