Ana içeriğe atla

Halkın bilgisi

Cahil olmak için yine bir şeyleri bilmek gerekiyor. Yani doğrunun üzerini örtecek kadar bir bilgi. Az bilgi, yarım ya da yanlış bilgi. Hani, bu kadar cehalet ancak tahsille mümkün, diye bir laf var ya. Gerçekten ülkemizde halkın bilinçlenmesi gerektiğinden söz edenlerin bu tarz tahsilli cahiller arasından çıkması tesadüf değil. Halka mesela alkol helal mi, haram mı diye sorsanız, adam haram diyecek. Belki her akşam içiyor, ama bu ayrı mesele. Bilgisinde bir yanlış yok ama. Tam ve eksiksiz. Diğer taraftan haramı helal yapma noktasında bin dereden su getirirseniz, asıl cehalet oradadır. Bu gibi kurnazlıklar her yerde ortaya çıkabilir. Yeri gelir üç kuruşluk hesap için yapılır bu. Fakat bu gibi bir durumun tespiti kolay ve net. Helal lokmayı haramından ayırmanın bir zorluğu yok. Asıl sorun biraz da bilgi dediğimiz zaman artık neyi anladığımızda. Bilgiyi bir alana hapsedip ona ulaşmanın yolunun sadece belli bir eğitim sisteminden geçmek olduğunu düşünüyorsak, burada halkın bilgisini çokça dışlıyoruz demektir. Bilerek ya da bilmeyerek de çoğu zaman böyle hareket ediliyor. Çoğu zaman da zaten bu ülke üzerine üretilen bilginin buranın gerçekleriyle bir ilgisi olmuyor. Televizyonda dinlediğimiz akademisyenler bambaşka bir alemden konuşuyor. Biz de o aleme itiliyoruz yavaş yavaş. Ama en temel bilgimize döndüğümüzde koca bir çelişki görüyoruz ortada. Sonra Türkiye'de demokrasi kültürü vs.

İnsanlar yine yeri geliyor oğlu kızı üniversite okusun diye çırpınıyor. Bunun bir kısmı meslek sahibi olsun diye ise, diğeri de bilgiye verdiği değer ile ilgilidir. Fakat bugün Türkiye'de 100'ün üstünde, İstanbul'da 30'un üzerinde üniversite var. Burada üretilenlerin ne kadarı halka dönüyor dersek fakat bu bambaşka bir mevzu. Zaten buralar ne kadar bu ülke ile ilgili demek bir yana, gerçekten birşeyler üretiliyor mu diye sormak gerekiyor en başta. Fakat eğer sorun burada bilginin yeri ile ilgiliyse, halkın bilgisinin temel olduğunu kabul etmek gerekiyor. Bu yeri gelir tarlanın ekilip biçilmesine dair bir bilgidir, yeri gelir 32 farzdır, dindir, ahlaktır... Nereden bakarsak bakalım bütün bilgilerin dönüp dolaşacağı yer zaten yine bu temel oluyor.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Milli Savaş Hikayeleri

Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Milli Savaş Hikayeleri'nde 1914-1924 yılları arasında yaşanan Milli Mücadele günlerinde gerçekleşen bazı trajedik olayları okuyuculara aktarıyor. Milli Mücadele Dönemi Türk halkı için bir kahramanlık ve ıstırap dönemi olmuştur.  Yazar da bunu eserinde ustaca ele almış olduğu olay ve hikayelerle sade ve açık bir şekilde okuyuculara iletiyor. Yazar genelde  Ege bölgesinde meydana gelen olayları ele alıyor.  Özellikle,  Türk tarihi için büyük bir felaket olan güzel İzmir’in işgali ve düşman kuvvetlerinin buradaki halka yapmış oldukları zulüm ve hakaretler büyük bir yer alıyor yazarın “Milli Savaş Hikayeleri” adlı eserinde. Bu işgaller karşısında çaresiz kalan halıkın aciz durumu da tüm açıklığıyla ortaya konuluyor. Kitapta bulunan    bazı hikayelerde de Yunan kuvvetlerinin Batı Anadolu’yu işgali sırasında yerli halka  yapmış oldukları insanlık dışı işkenceler tanıklarıyla belirtiliyor.

Akbaba köyü 35 numara

Star tv'de yaklaşık bir ay önce başlayan, projesi Durul Bazan'a ait Gecekondu isimli program seyirciye yeni bir konsept sunuyor. Önceden yazılıp hazırlanmış bir metni olduğundan şüphe duyduğumuz Gecekondu programı güncel olaylara ve konulara eleştirel, saldırgan hatta kimi zaman anarşist bile diyebileceğimiz bir yaklaşım içinde. Zeynep Beşerler gibi süzme elitist, dünyada ne olup bittiğinden habersiz konukların dumura uğratıldığı bu absürd komediyi izlemenizi öneriyoruz. Çevrecilikten, Medyaya "steril" bir takım proje ve yaklaşımların üzerine limon sıkan bu yeni popülist dizi risk alarak ve cesaretle absürdün, politiğin, gündelik hayatın, komedinin ve ironinin sınırlarında dolaşıyor. Cuma gecesi 00.30'da yayınlanan diziyi aynı saatlerde talk show yapan disko krallarının, gece kuşlarının, aştürk baraş'ların izleyip feyz alması hatta belki utanması umulur...

Müslüman Tanrılar

Birkaç sene önce aile dostumuz olan bir adamın şirketine bir iş yapmıştım. Paramı üç gün içinde almam gerekiyordu. Ama adam paramı vermemek için takla atıp duruyordu. Üç gün, beş gün, on gün derken bir buçuk ay geçti. En az on defa gittim geldim adamın yanına. Ve o sıralar hiç param olmadığı için yürüyerek gidip geliyordum. Ya yerinde olmuyor, ya tatile gitmiş oluyor, ya da paranın bir kısmını verip beni postalıyordu. Sonunda, efendiliğimi bozmadan, bu işin bu şekilde olmayacağını, paramı almam gerektiğini bu işin böyle uzamasının doğru olmadığını söyledim. Aynen böyle, bu şekilde. İşte o an olan oldu, adam köpürdü birden. Nasıl ben böyle bir şey söyleyebilirmişim, zaten bu işi çok daha ucuza yaptırabilirmiş, bana yardım olsun diye bu işi bana vermiş, yeğeni falanca çocuğa baksaymışım ya o terbiyeli çocukmuş hiç böyle şeyler söylemezmiş, ben nasıl terbiye görmüşmüşüm böyle, ne kadar ayıpmış, falan filan. Yüzlerce adamla çalıştım, yol yordam biliyorum ama karşımdakinin bir tanrı olduğun