Ana içeriğe atla

Halkın maddesi, tecrübenin ışığı


Modern sanat her anlamda bir karşı çıkış olarak belirse ve birçok yerde klasiği yine geleneksel olanla ikame etse de bir tavırda tutarlı bir farklılık göstermiştir. Bu da antik yunandan beri sanatın değeri üzerine edinilmiş bir ölçüyü yani muğlaklık fikrini tersine çevirmesidir. Bu fikre göre bir sanat ne kadar açıklanamaz, formülize edilemez ise o kadar değerlidir. Tiyatronun belirli türleri vardır ve bunların pratik tarifleri vardır. Şiir tiyatroya göre daha ölçüsüzdür, bu yüzden ondan daha değerlidir. Sanatların en değerlisi ise müziktir onlara göre. İyi bir müziğin ancak ruhani bir yüceliğin eseri olabileceği söylenir. Modern dönemde Poe’nun Kuzgun şiirini nasıl yazdığını anlattığı yazısı ise sanat eseri üzerindeki bu efsunlu havayı bozmuştur örneğin. Çünkü basit çağrışımlar ve süfli duygular da bir şiire hayat verebilmiştir. Şiir yazmanın basit bir işçilik meselesi gibi görülebileceği de modern anlayışın bir ürünüdür. Somutluk da muğlaklığın yerini alır, sanatın ölçüsü haline gelmeye başlar.

Madde ve Işık sergisi ışığı yani soyut olduğuna kanaat getirdiğimiz bir somutluğu; madde yani somutluğun kaynağı olduğunu düşündüğümüz bir soyutlama üzerinden göstermeye çalışıyor. Ama bunu basit görsel atraksiyonlar dışında gerçekleştiremiyor. Çünkü somutluktan anladığı şey somut olanın yanında zihinsel yani soyut kalmaktan kurtulamıyor. Şöyle ki; sergi salonu bir ışık gösterisi için dizayn edilmiş ve mesela asansör bile ışık sızmalarını engellemek için karanlık bırakılmış. Ama bütün bu karartmanın içinde her katta enstolasyonları muhafaza ile görevlendirilmiş amcalar karanlıkta kalıyorlar, ve belli ki sıkılıyorlar. Öte yandan insanı sanat tecrübesinin ortasına yerleştirmeyi amaçladığını iddia eden bir eseri incelerken yine amcalar tarafından dokunmamak konusunda uyarılabiliyorsunuz. Oysa sanatçı onlar dokunulsun diye oraya yerleştirmiş. Böylelikle güya sanal dünyanın üç boyutlu yanılsamalarını ters mühendislikle yeniden maddeye çevrilmesi sağlanıyormuş. Ama olan şu; halkın maddi varlığı bu yapıntılık abidelerini bozuyor, işlevsiz kılıyor.

Bir oda büyüklüğündeki hacdan gelen kalaydeskoplara benzeyen şey ise tecrübe fikrinin bir karikatürü gibi. Pratik olarak zaten sadece turistlere hizmet eden bu serginin belki de kendini en çok belli ettiği yer de burası. Türkiye’nin elliye yakın noktasından resimler ve videolar sanki oralarda gerçekten dolaşıyormuşsun hissi verecek şekilde duvarlara yansıtılmış. Üç boyutlu görmeyi sağlayan gözlüklerle ve bir atari marifetiyle Anadoludaki bir pazar yerini bile gezebiliyorsun. Ama gördüğün halk ile temasa geçmen ve gerçek bir tecrübe yaşaman imkansız. Bu imkansızlığı imkan dahiline sokmuş olması serginin garip başarısızlığını oluşturuyor. İstiklal caddesi bize Batının ikinci sınıf ve geç kalmış ürünlerini göstermeye devam ediyor. Takip mesafesi korunarak seyredilebilir.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Akbaba köyü 35 numara

Star tv'de yaklaşık bir ay önce başlayan, projesi Durul Bazan'a ait Gecekondu isimli program seyirciye yeni bir konsept sunuyor. Önceden yazılıp hazırlanmış bir metni olduğundan şüphe duyduğumuz Gecekondu programı güncel olaylara ve konulara eleştirel, saldırgan hatta kimi zaman anarşist bile diyebileceğimiz bir yaklaşım içinde. Zeynep Beşerler gibi süzme elitist, dünyada ne olup bittiğinden habersiz konukların dumura uğratıldığı bu absürd komediyi izlemenizi öneriyoruz. Çevrecilikten, Medyaya "steril" bir takım proje ve yaklaşımların üzerine limon sıkan bu yeni popülist dizi risk alarak ve cesaretle absürdün, politiğin, gündelik hayatın, komedinin ve ironinin sınırlarında dolaşıyor. Cuma gecesi 00.30'da yayınlanan diziyi aynı saatlerde talk show yapan disko krallarının, gece kuşlarının, aştürk baraş'ların izleyip feyz alması hatta belki utanması umulur...

Milli Savaş Hikayeleri

Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Milli Savaş Hikayeleri'nde 1914-1924 yılları arasında yaşanan Milli Mücadele günlerinde gerçekleşen bazı trajedik olayları okuyuculara aktarıyor. Milli Mücadele Dönemi Türk halkı için bir kahramanlık ve ıstırap dönemi olmuştur.  Yazar da bunu eserinde ustaca ele almış olduğu olay ve hikayelerle sade ve açık bir şekilde okuyuculara iletiyor. Yazar genelde  Ege bölgesinde meydana gelen olayları ele alıyor.  Özellikle,  Türk tarihi için büyük bir felaket olan güzel İzmir’in işgali ve düşman kuvvetlerinin buradaki halka yapmış oldukları zulüm ve hakaretler büyük bir yer alıyor yazarın “Milli Savaş Hikayeleri” adlı eserinde. Bu işgaller karşısında çaresiz kalan halıkın aciz durumu da tüm açıklığıyla ortaya konuluyor. Kitapta bulunan    bazı hikayelerde de Yunan kuvvetlerinin Batı Anadolu’yu işgali sırasında yerli halka  yapmış oldukları insanlık dışı işkenceler tanıklarıyla belirtiliyor.

Taraf, Radikal okuyarak zihni bulanmış İslamcı kardeşlerime

Üstelik kalkıp acaba neden Kürtçe konusunda fetvayı cevaz vermiyoruz diye üstümüze geliyorlar. 1. Kürtçenin resmi dil olması teknik olarak imkansıza yakındır. 2. Şart da değildir; bir katkısı olmayacaktır. 3. Kültürle veya sivil alemle hiçbir ilgisi yok, direkt olarak Türkiye-Avrupa gerginliği tarihinde bir momentumdan ibarettir. Tasfiye veya Hece dergilerini çıkaranların bunları anlayacak zihin açıklığı ve dürüstlüğe sahip olmadığı belli, siz dinleyin bari. Söylediklerimin ulusalcılıkla, Türkçe meftunluğuyla bir ilgisi yok. Kürtçe birçok insanı şu veya bu nedenle rahatsız edebilir. Beni etmiyor. Kürtçeye birçok insan şu veya bu nedenle sempati besleyebilir, ben beslemiyorum. Çocukluk atmosferimde işitmeye alışık olduğum dillerden biri olduğu için Kürtçe bana doğal geliyor, hepsi bu. Doğal ve yörel. Dolayısıyla da neden Kürtçe'yi yüzlerce diğer yörel dilden ayırdederek savunmam yahut övmem gerekiyormuş, anlamıyorum. Sivil olarak anlamıyorum yani. Sivil hayatta, Terekemece veya Kar...