Ana içeriğe atla

Popülist psikoloji-1

Psikolojinin bir araştırma konusu olarak ortaya çıkışını Aristo'ya kadar dayandırabiliriz. Aristo "Peri Psykhe" ( Ruh Üzerine) adlı eserinde bedenle ruh arasındaki ilişkiyi açıklamaya çalışır. Türkiye'de psikolojinin tarihi ise somut anlamda 15.yy da Sultan 2. Mehmed döneminde kurulan akil hastanesiyle başlar. Bu hastenede, akil hastaliginin diger hastaliklardan farklı olmadığndan yola çikarak hastalari müzikle ve sporla tedavi yoluna gidilmistir. Bu hem somut hem de bilimsel anlamda psikolojinin görünür hale gelmesidir. Türkiye'de daha doğrusu genel olarak doğulu toplumlarda ise psikolojinin kökenleri çok daha eskilere dayanır. Adı psikoloji olmasa da, doğuda geliştirilen bütün felsefelerin temelinde psikoloji saklıdır.

Peygamber Efendimizin "Kendini bilen, rabbini bilir" sözü bizatihi psikolojinin kendisidir. İslam'ın içinden doğan tasavvuf geleneği ise yüzyıllardır insanın, batılılar gibi söyleyecek olursak, kendini gerçekleştirmesinin, kendi terminolojisiyle söylersek, maddeden manaya yükselmesinin, yaradana yaklaşmasının, zahirden batına intikalinin bir yolu olmuştur. Doğu felsefelerinden Budizm, Dharma, Karma gibi felsefelerin de kendine has sağaltım yöntemleri vardır. Bunlar başka bir yazının konusu. Burada esas söylemek istediğimiz Batı ve Doğu'nun psikoloji anlayışları arasındaki farktır.
İslam başta olmak üzere doğu felsefelerinin hemen hepsinde insan olmanın yolu feda üzerine kuruluyken, Batıda psikoloji dendiğinde akla gelen ilk şey insanın herşeyden bağımsız bir şekilde değerli bir varlık olduğudur. Bu fark Batıda ve Doğuda psikolojinin farklı kanallar üzerinden ilerlemesini zorunlu kılar. Doğuda insan kendinden verebildiği, kendini feda edebildiği ölçüde değerli sayılırken bugün Batı toplumlarında insanın değeri kendini koruyabilmesi ve kazançlarıyla alakalı kabul edilmektedir. Bugün Türkiye'de piskolojinin seçkin sınıfa hitap ediyor olmasının ve halkın kendi ölçüleri içinde mesafe koyduğu hatta biraz da burun kıvırdığı bir alan olmasının temelinde yatan da budur. Türkiye'de engelli bir çocuğa sahip anneye "kendine de vakit ayırmalısın, senin de ihtiyaçların var, hayatın çocuğundan ibaret değil" gibi cümleler kurmak ve bu minvalde öğütler vermek hakarete eşdeğer kabul edilir. Onun kalbini tatmin edecek şey zaten tam olarak kendini çocuğuna feda etmektir. Ya da Türkiye'de insanların eşlerini hasta oldukları için terketmeleri ayıp kabul edilir. Bu da yine aynı anlayışın ürünüdür.
Mecid Mecidi'nin Cennetin Çocukları filminde işlenen konu anlattığım şeyin açık bir örneği. Ayakkabıya ihtiyacı olan kız kardeşine ayakkabı kazanabilmek için, üçüncüye ayakkabı verilen bir yarışa katılan çocuk çok iyi koşmasına rağmen üçüncü olmayı ister ve bu yüzden sürekli arkasına bakarak koşar; kendisini üçüncü olmaya ayarlayabilmek için. Yarışın sonunda birinci olur ve üzüntüsünden kahrolur. Birinci olmak mı mesele kız kardeşine bir çift ayakkabı götürebilmek mi? Bu sorunun cevabı neye değer verdiğine bağlı ya da yoksul olup olmadığına. Sonuç olarak popülist bir psikoloji anlayışı geliştirebilmek ancak halkın değerlerini tanımak ve bu değerleri temel almakla mümkün olacaktır. Bunun adının psikoloji olması bile gerekmez, sadece anlamak yeter.

Yorumlar

  1. Bu tip konularda şöyle bir durum var: Psikiyatriye mesela bir alternatif olarak, çeşitli görüşler ortaya atılmış. Bunlar kabaca antipsikiyatri adı altında toplanıyor. Mevzu şu ki antipsikiyatri de psikiyatrinin bir dalı. Dolayısıyla popülist psikoloji de psikolojinin bir dalı olacaktır. Popülist matematik mümkünse mesela, bakkala verdiğin paranın üstünü almak gibi bir şey olabilir ancak. Zaten şu ifade bunu yeterince karşılıyor: "Bunun adının psikoloji olması bile gerekmez, sadece anlamak yeter."

    Tipik bir popülizm psikoloji karşılaşması esnaflarda mümkün. "İnsan sarrafı" olmak denen şey. Yani altın mı gümüş mü, daha bir deyimle, kalp parayla, düzgünü ayırt etmek.

    Bir örnek: Dükkana gelen komşu esnaftan biri, anlatır anlatır gider. Bizim patrona sorarız, anlattığı kadar var mı hakkaten. Çünkü neredeyse bütün slav milletiyle antalya'da, sonra delikanlılık falan o biçim. Patron o unutulmaz cevabı verir: Napıcaksın işte, he he de geç.

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Milli Savaş Hikayeleri

Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Milli Savaş Hikayeleri'nde 1914-1924 yılları arasında yaşanan Milli Mücadele günlerinde gerçekleşen bazı trajedik olayları okuyuculara aktarıyor. Milli Mücadele Dönemi Türk halkı için bir kahramanlık ve ıstırap dönemi olmuştur.  Yazar da bunu eserinde ustaca ele almış olduğu olay ve hikayelerle sade ve açık bir şekilde okuyuculara iletiyor. Yazar genelde  Ege bölgesinde meydana gelen olayları ele alıyor.  Özellikle,  Türk tarihi için büyük bir felaket olan güzel İzmir’in işgali ve düşman kuvvetlerinin buradaki halka yapmış oldukları zulüm ve hakaretler büyük bir yer alıyor yazarın “Milli Savaş Hikayeleri” adlı eserinde. Bu işgaller karşısında çaresiz kalan halıkın aciz durumu da tüm açıklığıyla ortaya konuluyor. Kitapta bulunan    bazı hikayelerde de Yunan kuvvetlerinin Batı Anadolu’yu işgali sırasında yerli halka  yapmış oldukları insanlık dışı işkenceler tanıklarıyla belirtiliyor.

Akbaba köyü 35 numara

Star tv'de yaklaşık bir ay önce başlayan, projesi Durul Bazan'a ait Gecekondu isimli program seyirciye yeni bir konsept sunuyor. Önceden yazılıp hazırlanmış bir metni olduğundan şüphe duyduğumuz Gecekondu programı güncel olaylara ve konulara eleştirel, saldırgan hatta kimi zaman anarşist bile diyebileceğimiz bir yaklaşım içinde. Zeynep Beşerler gibi süzme elitist, dünyada ne olup bittiğinden habersiz konukların dumura uğratıldığı bu absürd komediyi izlemenizi öneriyoruz. Çevrecilikten, Medyaya "steril" bir takım proje ve yaklaşımların üzerine limon sıkan bu yeni popülist dizi risk alarak ve cesaretle absürdün, politiğin, gündelik hayatın, komedinin ve ironinin sınırlarında dolaşıyor. Cuma gecesi 00.30'da yayınlanan diziyi aynı saatlerde talk show yapan disko krallarının, gece kuşlarının, aştürk baraş'ların izleyip feyz alması hatta belki utanması umulur...

Müslüman Tanrılar

Birkaç sene önce aile dostumuz olan bir adamın şirketine bir iş yapmıştım. Paramı üç gün içinde almam gerekiyordu. Ama adam paramı vermemek için takla atıp duruyordu. Üç gün, beş gün, on gün derken bir buçuk ay geçti. En az on defa gittim geldim adamın yanına. Ve o sıralar hiç param olmadığı için yürüyerek gidip geliyordum. Ya yerinde olmuyor, ya tatile gitmiş oluyor, ya da paranın bir kısmını verip beni postalıyordu. Sonunda, efendiliğimi bozmadan, bu işin bu şekilde olmayacağını, paramı almam gerektiğini bu işin böyle uzamasının doğru olmadığını söyledim. Aynen böyle, bu şekilde. İşte o an olan oldu, adam köpürdü birden. Nasıl ben böyle bir şey söyleyebilirmişim, zaten bu işi çok daha ucuza yaptırabilirmiş, bana yardım olsun diye bu işi bana vermiş, yeğeni falanca çocuğa baksaymışım ya o terbiyeli çocukmuş hiç böyle şeyler söylemezmiş, ben nasıl terbiye görmüşmüşüm böyle, ne kadar ayıpmış, falan filan. Yüzlerce adamla çalıştım, yol yordam biliyorum ama karşımdakinin bir tanrı olduğun