Ana içeriğe atla

Burjuva popülizmi, namı diğer milliyetçilik

Sadık Koç'un söyledikleri popülizmin nasıl anlaşılmayacağının iyi bir örneği gibi duruyor. Referandumun, daha doğrusu referandumda halkın neye göre karar vereceğini, yani temel meseleyi bilmediğini, anlamadığını dürüstçe söylemesi erdem midir, ondan da emin değilim. Sadık iyi bir arkadaşımız, o ayrı. Ama politikada arkadaşlık sökmez; inançlar ve çözümlemeler söker. Halka kendini açmamış, kendisi halkın çocuğu olduğu halde, bir öğretmen kardeşimizin, arkadaşımızın analoji yoluyla yani kendisini çevreleyen birkaç kişinin söylediklerine kulak vererek halkı anlamaya çalışmasına sempati duyabiliriz. Ben duymam. Çünkü halkın oyunu tahmin etmeye çalışmak eskiden beri CHP'lilerin ve CHP'lileştirilmişlerin sanatıdır. Yani başkası halk olsun, ben entelektüel olayım, başkasının davranışını önceden kestireyim. Böyle bir şey popülizme olabilecek en ters bakış biçimi. Halk, analojiyle anlaşılamayacak olandır. Halkın imgelemi yahut halk düşüncesi kendisini zaten bu kadar düzgün biçimde ifade edebilseydi, halk olmazdı. Burjuva popülizmi yani milliyetçilik çoğu defa bu boşluğa, yokluğa, yarığa sızarak halkın imgeleminin ve düşüncesinin ne olduğuna kendisi karar verir. Tahmin yürütmeye çalışır, çünkü maniplasyon yapacaktır. Burjuva derken de, arkadaşlar zengin, züppe anlamında almasın. Başkasının davranışını tahmin etme lüksü yeterince zengin ve züppe bir şey, ayrıca. Öğretmen, doktor, mühendis... mesleki deformasyon şartları içinde burjuvalaşmış tiplerdir. Bir öğretmen ne zaman öğretmen olmayı bırakır, burjuva sarmalından da kurtulur. Sınıf anlamında burjuvadan da söz etmiyorum. Burjuva sınıfı, işçi sınıfı gibi sınıflar Türkiye'de yoktur. İktidara ve Batılaşmaya mensup olanlar, aydınlar yahut burjuvalar, devletliler. Bir de halk. İslamcılar da, sosyalistler de, milliyetçiler ve liberaller de birinci topluluğa dahildirler. Bu mensubiyeti red ve inkarla başlıyor halkçılık.

Referanduma gelirsek, halkın oyunun ne yönde olacağı ne halkın ne popülistin konusudur. Popülist halkla beraber doğru kararı verme endişesi taşır. Halkın oyun ne olacak züppeliği değil, ben ne oy kullanmalıyım, biz ne oy kullanmalıyız... popülist safça bunu sorar. Ben şahsen arada kaldığımı daha önce açıklamıştım. Asker vesayetini kısmen ortadan kaldırdığı için Anayasa değişikliğine EVET deme, adliye kurumunu mevcut hükümetin dümen suyuna soktuğu için HAYIR, değilse ÇEKİMSER oyu kullanma eğilimindeyim. Bu da beni kararımı ideolojik entel tayfası gibi çıkarıma ve ait olduğum grubun bilincine göre değil, halka yani vicdanıma göre vermeye sürükleyecek gibi görünüyor. Halk gibi ben de oyumun rengini belli etmek istemiyorum, maddi bedelinden ve manevi vebalinden çekindiğim için. Yine halkın dediği gibi oy namustur, söylenmez. Yaşadığımız tam olarak bu durumdur ve partilerin iktidarda mı muhalefette mi olduklarına, yani çıkarlarına ve bilinçlerine göre hareket etmeyi önermeleri yani AK Partinin EVET, CHP ve MHP'nin HAYIR oyu istemesi boşunadır. Halkın oyunu tahmin edemeyiz, çünkü bir kişi değildir halk. Parçalı, çok ve dağınıktır. Bazı işaretler EVET çıkacağı yönünde. Mesela medyada ve entel alemde HAYIR ağırlığı var, ki bu da halkın EVET diyeceği imasında bulunuyor. Bu zavallılar ne derse halk tersini söyler. Ama önemli olan bu değil. Referandumdan HAYIR oyu çıksa da bir şey olmaz. Halk bu oylama ile statükonun değişmeyeceğini biliyor zaten. Değişebileceğini düşünseydi kolay kolay EVET demez, derken de bir gecede işi bitirirdi.
Özetle, popülistim halkçıyım demekle halkçı olunmuyor. Kitap okuyarak da olunmuyor. Halkçılık bu yönüyle tasavvufa ve anarşizme benziyor. Bilgi birikimiyle halkçı olunmaz. Fedakarlık ve samimiyetle insan halkçı olur. Önce mesleğini, sınıfını, bütün bilgi ve görgünü terk et. Halkçı olabilmek için önce seni halktan ayıran özelliklerden kurtul.

Yorumlar

  1. Hakan Arslanbenzer'e cevaben!
    Ben, halk neye göre karar veriyor, diye sorarken kendimi halkın dışında bir varlık olarak görmüyordum. Referandum sonucunu merak etsem, sonuca yönelik tahminimi belirtmiş olsam bile bu böyledir. Memleketimdeki insanların görüşü A, B, C şeklinde birbirinden kesinlikle çok başka olmakla beraber çoğunluk sonuçta tek kelimelik cevaba varıyordu. Hayır. Aynı insanlar vaktiyle AKP'ye oy verdiklerini söylüyordu. Bunu paylaşmaktı niyetim. Acaba doğru soruyu mu soramadım? Bulunduğum çevre kesinlikle halkın bütününü temsil edemez. (halktan ayrık insanlar olarak düşünülemeyeceği gibi.) Buna rağmen bunu bir işaret olarak anlamak mümkün müdür diye soruyordum. Doğrusu sonucu kestirmeye, tahmine yönelik özel bi çaba içinde olmadım. Yaşadığınız yerden ses verin denilmişti, bu sesi duyurmaktı maksadım, tahminim derken bile burdaki durumu naklediyordum, yoksa insanların ağzını arayarak sonucu kestirmeye çalışmıyor, olmasını istediğim şeyi söylemiyor, bi şeyleri de manipüle etmiyordum. Genellenemez bir durum üzerine konuştuğumu bilerek konuştum. Yukarda belirttiğim sebep dolayısıyla. Yaşadığım yerde referanduma hayır diyeceklerini söyleyen insanların çok farklı sebeplerle "hayır"da birleşmelerini sağlayan şey nedir, bunu anlamaya çalışıyordum.

    YanıtlaSil
  2. blogtaki yazıları ilk günden bu yana sırasıyla okumaya başladım. ilk yazılarda hakan hocanın tarif ettiği popülizme bu yazından habersiz bir şekilde "anarşizme benziyor" demiştim. bu yazıda da anarşizm görünce hafiften bir tebessüm ettim. eeee ne var yani bunda? kızılacak birşey yok. tebessüm ettim sadece. devam edeyim.

    yine bu meyanda hakan hocanın bu yazısını okurken bir anda kafamda bir şimşek çaktı. şimşek şu: halk dediğimiz halk, ne kadar halk? halk gerçekten halk mı? burada sürekli halk üzerinden yürüyen tartışmalarda birşeyler eksik kalıyor gibi. -birşey ayrı mı yazılıyor bitişik mi yazılıyor bilmiyorum bu arada- hareket noktası halk olan bir vaziyetin halk tanımı nedir?

    efradını cami, ağyarını mani bir şekilde tarif edin size zahmet. şu meşhur halk kimdir? nerde başlar nerde biter.

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Milli Savaş Hikayeleri

Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Milli Savaş Hikayeleri'nde 1914-1924 yılları arasında yaşanan Milli Mücadele günlerinde gerçekleşen bazı trajedik olayları okuyuculara aktarıyor. Milli Mücadele Dönemi Türk halkı için bir kahramanlık ve ıstırap dönemi olmuştur.  Yazar da bunu eserinde ustaca ele almış olduğu olay ve hikayelerle sade ve açık bir şekilde okuyuculara iletiyor. Yazar genelde  Ege bölgesinde meydana gelen olayları ele alıyor.  Özellikle,  Türk tarihi için büyük bir felaket olan güzel İzmir’in işgali ve düşman kuvvetlerinin buradaki halka yapmış oldukları zulüm ve hakaretler büyük bir yer alıyor yazarın “Milli Savaş Hikayeleri” adlı eserinde. Bu işgaller karşısında çaresiz kalan halıkın aciz durumu da tüm açıklığıyla ortaya konuluyor. Kitapta bulunan    bazı hikayelerde de Yunan kuvvetlerinin Batı Anadolu’yu işgali sırasında yerli halka  yapmış oldukları insanlık dışı işkenceler tanıklarıyla belirtiliyor.

Akbaba köyü 35 numara

Star tv'de yaklaşık bir ay önce başlayan, projesi Durul Bazan'a ait Gecekondu isimli program seyirciye yeni bir konsept sunuyor. Önceden yazılıp hazırlanmış bir metni olduğundan şüphe duyduğumuz Gecekondu programı güncel olaylara ve konulara eleştirel, saldırgan hatta kimi zaman anarşist bile diyebileceğimiz bir yaklaşım içinde. Zeynep Beşerler gibi süzme elitist, dünyada ne olup bittiğinden habersiz konukların dumura uğratıldığı bu absürd komediyi izlemenizi öneriyoruz. Çevrecilikten, Medyaya "steril" bir takım proje ve yaklaşımların üzerine limon sıkan bu yeni popülist dizi risk alarak ve cesaretle absürdün, politiğin, gündelik hayatın, komedinin ve ironinin sınırlarında dolaşıyor. Cuma gecesi 00.30'da yayınlanan diziyi aynı saatlerde talk show yapan disko krallarının, gece kuşlarının, aştürk baraş'ların izleyip feyz alması hatta belki utanması umulur...

Müslüman Tanrılar

Birkaç sene önce aile dostumuz olan bir adamın şirketine bir iş yapmıştım. Paramı üç gün içinde almam gerekiyordu. Ama adam paramı vermemek için takla atıp duruyordu. Üç gün, beş gün, on gün derken bir buçuk ay geçti. En az on defa gittim geldim adamın yanına. Ve o sıralar hiç param olmadığı için yürüyerek gidip geliyordum. Ya yerinde olmuyor, ya tatile gitmiş oluyor, ya da paranın bir kısmını verip beni postalıyordu. Sonunda, efendiliğimi bozmadan, bu işin bu şekilde olmayacağını, paramı almam gerektiğini bu işin böyle uzamasının doğru olmadığını söyledim. Aynen böyle, bu şekilde. İşte o an olan oldu, adam köpürdü birden. Nasıl ben böyle bir şey söyleyebilirmişim, zaten bu işi çok daha ucuza yaptırabilirmiş, bana yardım olsun diye bu işi bana vermiş, yeğeni falanca çocuğa baksaymışım ya o terbiyeli çocukmuş hiç böyle şeyler söylemezmiş, ben nasıl terbiye görmüşmüşüm böyle, ne kadar ayıpmış, falan filan. Yüzlerce adamla çalıştım, yol yordam biliyorum ama karşımdakinin bir tanrı olduğun