Ana içeriğe atla

Halk futbolun neresinde?

Futbol halk için değildir halkın ta kendisidir, demiş Honduraslılar. Türkiye için şunu da ekleriz: Futbolun manzarası Türkiye’nin manzarasıdır. Evet, tribünlerde kafanızı bir tarafa çevirin, maçtan 3 dk önce gelip i-poduyla koltuğuna kurulan pijamalı taraftarları göreceksiniz, bakmaya devam ederseniz stat inlerken onların sessizliğine şahit olursunuz. 90+ dakikalara kalmadan, o dakikaların inancını, coşkusunu ve kederini yaşamadan da siktirip giderler. Onlara yakın bir mevkide localarında oturup puro tüketen yöneticileri ve yakınlarını görebilirsiniz, bunlar maç esnasında veya sonrasında ciddi bir olay çıkmadıkça diğer tribünlere uğramazlar, taraftarın yanından pek geçmezler. Başka bir tarafta kendini gösterme çabasındaki lümpen lavuklar vardır. Enteresanlık yaratmaya çalışan posterlerle 90 dakka kameraya oynarlar. Başka bir tribünde takımına kızması yahut sahip çıkması gereken yerde hakemin anasına küfreden kızlı erkekleri üniversiteli züppeler ve varoş pesimistleri. Bunlar futboldan anlamadıkları için mesela 2 maçta göğe çıkarttıkları adamı bir maçta yerin dibine sokarlar. Ama sinek vızıltılarının bir hükmü yok. İşte Avrupalı meşhur sinek, şu Fenerbahçe’nin 100. yılında binlerce dolar karşılığında senfoni yazan Fazıl Say, “37 yıldır Fenerbahçeliyim. Fenerbahçe’nin 3 bin nüfuslu İsviçre köy takımına elenme yavşaklığından utanıyorum” demiş.


Halkın nabzı ise, daha çok açık tribünlerde ve kale arkalarında atar. Stadın sesini, ritmini bu tribünler belirler zaten. Futbolun gerçek sevgisi öfkesi ve sesi buradadır. Sadece başarı zamanlarında ve sadece zevk için tribünde olmayan insanların yeri burası. Ve halkın oyunudur dediğimiz futbola anlamını veren karakter, sadakat, azim bu mekandadır. Adamın hayatında, karısı çoluk çocuğu, çalıştığı fabrikadaki işi ve tuttuğu takım vardır. Güler, ağlar, takımına sahip çıkar. Stadın içinde, parası yoksa etrafında, kahvehanede, evinde. Futbol işte bu mekanlarda, daha başka anlamları da bünyesine katarak büyür. Bizim futbolumuz, Gebze’den son parasıyla trene atlayıp maç saatinde Kadıköy’ün etrafında dolanan ve stadı dinleyen tersane işçisinden başlar. Adana’nın bir köyünde her gün 3 metrekarelik odasının duvarına astığı Arda Turan posterinin karşısında dikilen ve koşup tek başına toprak sahada güneşin altında antrenman yapan çocuktan başlar.

Ama futbolu tabii ki halk değil, euro ve dolar sahipleri yönlendiriyor. Tv ve stat gelirleri, bahis piyasası, büyük sermaye, kapitalizm falan... Paranın döndürdüğü çarka şimdilik müdahale edemediğimiz için, sadece tribünler ve kahvehanelerle yönetimler ve para arasındaki çelişkiye dikkat çekip, sermaye bahsini kapatıyoruz. Kapatmasak ne olacak, işte 2010 dünya kupası, Güney Afrika saçmalığıyla başladı. AB’nin, BM’nin süslü püslü Afrika’sı. Folklordan, vuvuzeladan başka bir bok görmedik televizyonlarda. Yoksul halk ve futbol nerede? Nerede aşınarak toza dönüşen toprak sahalar ve zenci kemikleri? Para bütün yavşaklığıyla, 2016 Avrupa Şampiyonası’nı da Türkiye’ye “bir dahaki sefere koçum” diyerek Fransa’ya verdi.

Sonuç olarak; işte bir tarafta futbolu bir inanç bir siyaset bir şiir gibi yaşayan halklar varoşlar işçiler banliyöler, bir tarafta da futbolu bir gösteriden, şovdan, estetikten, hazdan ibaret yaşayan zenginler züppeler Avrupalar.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Akbaba köyü 35 numara

Star tv'de yaklaşık bir ay önce başlayan, projesi Durul Bazan'a ait Gecekondu isimli program seyirciye yeni bir konsept sunuyor. Önceden yazılıp hazırlanmış bir metni olduğundan şüphe duyduğumuz Gecekondu programı güncel olaylara ve konulara eleştirel, saldırgan hatta kimi zaman anarşist bile diyebileceğimiz bir yaklaşım içinde. Zeynep Beşerler gibi süzme elitist, dünyada ne olup bittiğinden habersiz konukların dumura uğratıldığı bu absürd komediyi izlemenizi öneriyoruz. Çevrecilikten, Medyaya "steril" bir takım proje ve yaklaşımların üzerine limon sıkan bu yeni popülist dizi risk alarak ve cesaretle absürdün, politiğin, gündelik hayatın, komedinin ve ironinin sınırlarında dolaşıyor. Cuma gecesi 00.30'da yayınlanan diziyi aynı saatlerde talk show yapan disko krallarının, gece kuşlarının, aştürk baraş'ların izleyip feyz alması hatta belki utanması umulur...

Taraf, Radikal okuyarak zihni bulanmış İslamcı kardeşlerime

Üstelik kalkıp acaba neden Kürtçe konusunda fetvayı cevaz vermiyoruz diye üstümüze geliyorlar. 1. Kürtçenin resmi dil olması teknik olarak imkansıza yakındır. 2. Şart da değildir; bir katkısı olmayacaktır. 3. Kültürle veya sivil alemle hiçbir ilgisi yok, direkt olarak Türkiye-Avrupa gerginliği tarihinde bir momentumdan ibarettir. Tasfiye veya Hece dergilerini çıkaranların bunları anlayacak zihin açıklığı ve dürüstlüğe sahip olmadığı belli, siz dinleyin bari. Söylediklerimin ulusalcılıkla, Türkçe meftunluğuyla bir ilgisi yok. Kürtçe birçok insanı şu veya bu nedenle rahatsız edebilir. Beni etmiyor. Kürtçeye birçok insan şu veya bu nedenle sempati besleyebilir, ben beslemiyorum. Çocukluk atmosferimde işitmeye alışık olduğum dillerden biri olduğu için Kürtçe bana doğal geliyor, hepsi bu. Doğal ve yörel. Dolayısıyla da neden Kürtçe'yi yüzlerce diğer yörel dilden ayırdederek savunmam yahut övmem gerekiyormuş, anlamıyorum. Sivil olarak anlamıyorum yani. Sivil hayatta, Terekemece veya Kar...

Milli Savaş Hikayeleri

Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Milli Savaş Hikayeleri'nde 1914-1924 yılları arasında yaşanan Milli Mücadele günlerinde gerçekleşen bazı trajedik olayları okuyuculara aktarıyor. Milli Mücadele Dönemi Türk halkı için bir kahramanlık ve ıstırap dönemi olmuştur.  Yazar da bunu eserinde ustaca ele almış olduğu olay ve hikayelerle sade ve açık bir şekilde okuyuculara iletiyor. Yazar genelde  Ege bölgesinde meydana gelen olayları ele alıyor.  Özellikle,  Türk tarihi için büyük bir felaket olan güzel İzmir’in işgali ve düşman kuvvetlerinin buradaki halka yapmış oldukları zulüm ve hakaretler büyük bir yer alıyor yazarın “Milli Savaş Hikayeleri” adlı eserinde. Bu işgaller karşısında çaresiz kalan halıkın aciz durumu da tüm açıklığıyla ortaya konuluyor. Kitapta bulunan    bazı hikayelerde de Yunan kuvvetlerinin Batı Anadolu’yu işgali sırasında yerli halka  yapmış oldukları insanlık dışı işkenceler tanıklarıyla belirtiliyor.