Ana içeriğe atla

'Eski okuyucu'ya yeni tat: Zafer Yahut Hiç

Bilirsiniz ki Mustafa Kutlu yeni kitabı ‘Zafer Yahut Hiç’ ile yeniden okuyucuyla buluştu. Ya da tam tersini söylemeliyiz. -Okuyucu Mustafa Kutlu’ya, bir yıl aradan sonra, bu son kitapla, tekrar kavuştu. Ortada bir ayrılık da yok ama neyse…- Söyleyelim söylemesine de önce kitaptan memnun kalmayan elemanlara bir selam yollayalım.Dünya Bizim adlı sitede Mustafa Oğuz, Mustafa Kutlu’nun eserlerini eski okuyucusu için yazması gerektiğini söylüyor ve bu fikrini de yeni hikayenin eski hikayelerin tadını vermediğini söyleyerek destekliyor. Eski okuyucu ne demek? Hikayeler eskir mi? Kitaba dilimi değdirirsem tat alır mıyım? Size Dr. Oetker reklamını anımsatmak istediğimi düşünmeyin sakın. Bu soruları soracak ve bu yazıyı cevap vermek için de yazacak değilim. Yani aslında değildim ama artık farz oldu. Ama yukarıdaki sorulara değil de bahsi geçen yazıyı yazma zahmetinde bulunan arkadaşa olacak cevabımız.

1992 yılında, birçok özelliğiyle, Mustafa Kutlu’nun bahsini ettiği Tepeköy gibi bir yerde doğdum. ‘Tıpkı Mustafa Kutlu’nun bahsini ettiği Tepeköy gibi bir yerde’ demek benim için zor değil, yalan da olmaz. Herkesin herkesi tanıdığı, böylece yabancının hemen ayırt edilebildiği, evin önlerinde kuyuların olduğu, İSKİ’nin tankerlerle su getirdiği, şehrin, dolmuşlarla 45 dakika kadar uzağında bir yerde… Bunlar benim gördüklerim. Babamdan, dedemden, amcamdan yani halktan dinlediklerimden sonra ise her şey daha da basitleşiyor. Okullarında kütüphane olmayan, gazete bayileri tek tük bulunan, kitapçısı günümüzde bile hâlâ olmayan bir yerde, benim yaşımdakiler zaten ‘eski okuyucu’ olamazlar. Eski okuyucu olamazlar ama taşranın gelişip, büyümesini öyle bir izlerler, görürler ki, bu eserden öyle bir tat alırlar ki onları seyrederken, dinlerken Mustafa Oğuz’un ağzı sulanır.

Birde size ‘eski okuyucu’ mevzuunu bir açalım: Ben Mustafa Kutlu’nun sadece iki eserini okudum şimdiye kadar. Biri ‘Zafer Yahut Hiç’, diğeri ise 1983 yılında yayımlanmış olan -tabi 2010 baskısı- eseri ‘Ya Tahammül Ya Sefer’… Şimdi ben Mustafa Oğuz’a inat Mustafa Kutlu külliyatının hepsini okuyup gelsem emin olun yaşım itibariyle yine ‘eski okuyucu’ olamazdım. Ki Mustafa Kutlu’nun kült eserleri arasında yer alır ‘Ya Tahammül Ya Sefer’ ama ‘Zafer Yahut Hiç’i daha çabuk benimsedim, özümsedim. Şimdi iş, eski okuyucu olabilmek için eserin eski baskısını okumak mı, yoksa ne olursa olsun tat alabilmek mi? İş, eserin eski baskısını okumak ise kusura bakma Mustafa Oğuz sana herkes güler. Yok eğer iş tat alabilmekse yine kusura bakma Mustafa Oğuz sen yenisin galiba?

Yorumlar

  1. Mustafa Kutlu gibi yazarlar söz konusu olunca, bi de kült okur mevzusu oluyor. Yani kaç ise sayısı 2000-3000 mi bilmiyorum. Mustafa Oğuz kült okurlardan edasıyla bir yazı yazmaya çalışmış, ama kitap özeti vermiş ve sosyolojik bir bilgilendirmede bulunmuş. Sanırsın kentsel dönüşüm için proje taslağı olacak.

    Mustafa Kutlu'nun gerçek okuru olmak, okurken ağladım diyebilmek. Popülistkültür için umut vaad eden kısmı ise, bence, kendi hayatına dokundurabilmek. Bunu Oğuz da yapmaya çalışmış ama, daha çok kitabı edinme süreciyle ilgili. Siz ise, ben o kitabı zaten okumuştum mantığıyla bu işi kotarmışsınız, doğal ve güzel olan da bu.

    YanıtlaSil
  2. Bu anahtar sallama meselesinde, bazen insanın eli masanın altında olmalı. Bi laf var mesela nedir, insan kendini başkalarında tanır. Kısmen doğru olmakla birlikte, kendini tanımak için çıfıt çarşısına veya çingene bohçasına dönmeye de gerek yok. Belki de zafer yahut hiç için, herkesin yazmasını beklemek, toplu bir cevap vermek, daha doğrusu hem bunları birleştirmek, hem de kendi yolunu açmak daha tutarlı bir yol olabilir. Yani havayı koklama süreci, sonra sürüye saldırı.

    İnsan kendini başkalarında tanır ama yine de unique bir varlık, eşsiz benzersiz.

    YanıtlaSil
  3. İroninin ortaya konuluşu, son çare gibi gözükse de, başkalarının hayatını ti'ye almak ayıp olsa da, bazen neyin helal neyin haram olduğunu göstermede etkili bir yol, illa bir şahsın hedef alınması değil ancak varolması kuvvetle muhtemel bir ortamın açığa vuruluşu, mesela:

    "Gece yeni aldığım filmi izledikten sonra yattım, sabah 2 gibi cep telefonum çaldı, bi baktım ayla. Böyle zırt pırt aramalarına alışıktım, telefonda naptın mustafa kutlu'nun yeni çıkan kitabını okudun mu diye sordu. Naptığım belliydi uyuyodum sonuçta, ikinci soruya geçtim ve dedim ki, henüz okuyamadım. Sonra kapıdayım dedi, baktım yağmurda ıslanmış, elinde de yeni kitap.

    Sabaha kadar okuduk. Sonuna doğru uyuya kaldı, ben de kalanını kendim okudum. Sonra ben ney'imi aldım, o da ebru dersine doğru yollandı."

    En azından abartılı da olsa böyle bir gidişat var. Ve hiç kimse kendini bundan uzak hissetmemeli sonuçta. Ahlak çok zor bir şeydir ve batmam dediğin an batarsın.

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Akbaba köyü 35 numara

Star tv'de yaklaşık bir ay önce başlayan, projesi Durul Bazan'a ait Gecekondu isimli program seyirciye yeni bir konsept sunuyor. Önceden yazılıp hazırlanmış bir metni olduğundan şüphe duyduğumuz Gecekondu programı güncel olaylara ve konulara eleştirel, saldırgan hatta kimi zaman anarşist bile diyebileceğimiz bir yaklaşım içinde. Zeynep Beşerler gibi süzme elitist, dünyada ne olup bittiğinden habersiz konukların dumura uğratıldığı bu absürd komediyi izlemenizi öneriyoruz. Çevrecilikten, Medyaya "steril" bir takım proje ve yaklaşımların üzerine limon sıkan bu yeni popülist dizi risk alarak ve cesaretle absürdün, politiğin, gündelik hayatın, komedinin ve ironinin sınırlarında dolaşıyor. Cuma gecesi 00.30'da yayınlanan diziyi aynı saatlerde talk show yapan disko krallarının, gece kuşlarının, aştürk baraş'ların izleyip feyz alması hatta belki utanması umulur...

Milli Savaş Hikayeleri

Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Milli Savaş Hikayeleri'nde 1914-1924 yılları arasında yaşanan Milli Mücadele günlerinde gerçekleşen bazı trajedik olayları okuyuculara aktarıyor. Milli Mücadele Dönemi Türk halkı için bir kahramanlık ve ıstırap dönemi olmuştur.  Yazar da bunu eserinde ustaca ele almış olduğu olay ve hikayelerle sade ve açık bir şekilde okuyuculara iletiyor. Yazar genelde  Ege bölgesinde meydana gelen olayları ele alıyor.  Özellikle,  Türk tarihi için büyük bir felaket olan güzel İzmir’in işgali ve düşman kuvvetlerinin buradaki halka yapmış oldukları zulüm ve hakaretler büyük bir yer alıyor yazarın “Milli Savaş Hikayeleri” adlı eserinde. Bu işgaller karşısında çaresiz kalan halıkın aciz durumu da tüm açıklığıyla ortaya konuluyor. Kitapta bulunan    bazı hikayelerde de Yunan kuvvetlerinin Batı Anadolu’yu işgali sırasında yerli halka  yapmış oldukları insanlık dışı işkenceler tanıklarıyla belirtiliyor.

Taraf, Radikal okuyarak zihni bulanmış İslamcı kardeşlerime

Üstelik kalkıp acaba neden Kürtçe konusunda fetvayı cevaz vermiyoruz diye üstümüze geliyorlar. 1. Kürtçenin resmi dil olması teknik olarak imkansıza yakındır. 2. Şart da değildir; bir katkısı olmayacaktır. 3. Kültürle veya sivil alemle hiçbir ilgisi yok, direkt olarak Türkiye-Avrupa gerginliği tarihinde bir momentumdan ibarettir. Tasfiye veya Hece dergilerini çıkaranların bunları anlayacak zihin açıklığı ve dürüstlüğe sahip olmadığı belli, siz dinleyin bari. Söylediklerimin ulusalcılıkla, Türkçe meftunluğuyla bir ilgisi yok. Kürtçe birçok insanı şu veya bu nedenle rahatsız edebilir. Beni etmiyor. Kürtçeye birçok insan şu veya bu nedenle sempati besleyebilir, ben beslemiyorum. Çocukluk atmosferimde işitmeye alışık olduğum dillerden biri olduğu için Kürtçe bana doğal geliyor, hepsi bu. Doğal ve yörel. Dolayısıyla da neden Kürtçe'yi yüzlerce diğer yörel dilden ayırdederek savunmam yahut övmem gerekiyormuş, anlamıyorum. Sivil olarak anlamıyorum yani. Sivil hayatta, Terekemece veya Kar...