Ana içeriğe atla

Sen ben yok, sadece halk var

Ezoterizm ve Halkçılık yazımdan alınanlar olmuş. Bir kere alınmak, kırılmak halkçılığın doğasına aykırı bir şey. Alınganlık aile içinde veya arkadaş çevresinde olması kabul edilebilecek bir şey. Bir halkçının halkçılık yolunda alınma hakkı yok. Küsmek, sıkılmak, kendini verememek, kalbinde bir karşılık bulamamak gibi şeyler halkçılık açısından birer süslü lükstür. Zaten benim o yazıda söylediklerim buna da çıkan şeyler. Ezoterizm alıngan olmakla başlıyor. Ben kimim, ben neden böyleyim, ben, bende, benden olanla olmayan nedir, alem nedir, felek nedir vesaire vesaire. Sol beyin hareketleri yani. Ben ezoterik yerine eksoterik olmayı, yani içe dönmeyi değil dışa çıkmayı başlatmak istemiştim. Görüyorum ki, sürekli Fayrap'ın, grubumuzun ya da İslamcı camianın içine dönmek zorunda kalıyoruz. Fayrap'ı, grubumuzu, İslamcı camiayı severim, sayarım, birçok duygularım da var bunlara karşı, karmaşık duygular; ama asla mesele etmiyorum. Bunlar çoğu zaman bizim sınırlarımızı (korkularımızı) yahut engellerimizi de oluşturan şeylerdir. İçrek, içsel sandığın şey çoğu zaman dıştan gelen bir baskının ürünüdür. Yani güvenlik alanımızı oluştururlar ama bizi asla Allah'a yaklaştırmazlar.

Bunlar size biraz belirsiz görünebilir. Bütün tecrübelerimi şappadanak aktarmam mümkün değil. Ama mesela İslamcı camia ve içreklik konusunda şunu yaşadım. Ben İslamcılarla önce sadece siyasette bir araya geldim. Ama onlar kendi aralarında bir okul-aile birliği halindeydiler. Sonra kalbe mahsus yakınlıklar peşinde koştum. Sevdiğim insanlar İslamcı değildi. Sevmemin biçimini değiştirdim. İslamcılığın haklı tarafı çok açıktı çünkü. Herkesi yaşayabilir ve başkasını yaşatır bir yere çekmeye çalışıyor gibiydi İslamcılık. Ama İslamcılığın baya bildiğin anlamda belli sayıda insanın zenginliği ve kültürü sömürebilmesi için icat edilmiş bir ideoloji olduğunu, milliyetçilik ve sosyalizmden pek az bir farkının olduğunu yaşadım. Bugün Saadet Partisinde olanları yakıştıramıyoruz veya bir hata, bir arıza olarak görüyoruz. Tam tersine, Milli Selametçilerin bazılarının kopup Adalet Partisine geçmesinden, yani 1977'lerden beri bu olaylar sistemli bir şekilde devam ediyor. İnsanlar yürüyebilecekleri bir yol kalmayınca daha zengin yürüyebilecekleri yollara geçiyorlar. Siyaset vermeye değil almaya programlanmış. İdeolojiniz iktidarda olduğunda siz de bunun ekonomik sonuçlarından yararlanmalısınız. Yararlanamıyorsanız kurbalağamayı bırakıp serbest stilde yüzüyorsunuz. Halktan gelse de saydığım ideolojiler halka dönmemiştir. Demokratlar halkçıları elitist olmakla suçladılar, ama bugün Hüsamettin Cindoruk (yani Demokrat mirasın temsilcisi) CHP ile birlikte hareket ediyor. İslamcılar kırk yılda demokratları halkçılara katıp süpürdüler. Şimdi biz diğerlerini statükoculukla, elitizmle suçluyoruz. Onlar da bizi popülizmle suçluyorlar. Bizler, yani İslamcılar gerçek anlamda popülist miyiz, yoksa belediyelerin mesela Erzurum'da 15 bin aileye kömür yardımı yapıp 60 bin oyu garantiye alması ve böylece 300 bin kişiden çaldıklarını aklaması gibi kaşıkla verdiğimizi kepçeyle çıkarmaya mı çalışıyoruz? Nedir Hakan Arslanbenzer'in sıkıntısı? Halkçılık yaparak popüler olmaya mı çalışıyor, liderlik mi istiyor, egosunu şişirme derdinde mi, yoksa bu işin sonunda milletvekili mi olacak? Bunlar cevap değil. Çıkar kokusu beni korkutuyor. Bildiğim tek çıkar yarin yanağı. Anamın, çocuklarımın kokusu. Bunun da sınıfımla ilgisi yok. Sınıftan çıkmak. Benim size gelin dediğim yer burası. Gelir misiniz? Çoğu okur yazarın gelmeyeceği açık. Çünkü her zaman iftardan sonra bir caz konseri filan vardır. Ben sokağın gürültüsünden başka konser dinlemedim yıllar var ki. En son gittiğim konserin tarihi 1993. Sonra gözlerimi İstiklal Caddesinin postane mevkiinde açtım, o kadar büyük bir gürültü ve karmaşa vardı ki, yaşadığımızı anladım.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Milli Savaş Hikayeleri

Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Milli Savaş Hikayeleri'nde 1914-1924 yılları arasında yaşanan Milli Mücadele günlerinde gerçekleşen bazı trajedik olayları okuyuculara aktarıyor. Milli Mücadele Dönemi Türk halkı için bir kahramanlık ve ıstırap dönemi olmuştur.  Yazar da bunu eserinde ustaca ele almış olduğu olay ve hikayelerle sade ve açık bir şekilde okuyuculara iletiyor. Yazar genelde  Ege bölgesinde meydana gelen olayları ele alıyor.  Özellikle,  Türk tarihi için büyük bir felaket olan güzel İzmir’in işgali ve düşman kuvvetlerinin buradaki halka yapmış oldukları zulüm ve hakaretler büyük bir yer alıyor yazarın “Milli Savaş Hikayeleri” adlı eserinde. Bu işgaller karşısında çaresiz kalan halıkın aciz durumu da tüm açıklığıyla ortaya konuluyor. Kitapta bulunan    bazı hikayelerde de Yunan kuvvetlerinin Batı Anadolu’yu işgali sırasında yerli halka  yapmış oldukları insanlık dışı işkenceler tanıklarıyla belirtiliyor.

Akbaba köyü 35 numara

Star tv'de yaklaşık bir ay önce başlayan, projesi Durul Bazan'a ait Gecekondu isimli program seyirciye yeni bir konsept sunuyor. Önceden yazılıp hazırlanmış bir metni olduğundan şüphe duyduğumuz Gecekondu programı güncel olaylara ve konulara eleştirel, saldırgan hatta kimi zaman anarşist bile diyebileceğimiz bir yaklaşım içinde. Zeynep Beşerler gibi süzme elitist, dünyada ne olup bittiğinden habersiz konukların dumura uğratıldığı bu absürd komediyi izlemenizi öneriyoruz. Çevrecilikten, Medyaya "steril" bir takım proje ve yaklaşımların üzerine limon sıkan bu yeni popülist dizi risk alarak ve cesaretle absürdün, politiğin, gündelik hayatın, komedinin ve ironinin sınırlarında dolaşıyor. Cuma gecesi 00.30'da yayınlanan diziyi aynı saatlerde talk show yapan disko krallarının, gece kuşlarının, aştürk baraş'ların izleyip feyz alması hatta belki utanması umulur...

Müslüman Tanrılar

Birkaç sene önce aile dostumuz olan bir adamın şirketine bir iş yapmıştım. Paramı üç gün içinde almam gerekiyordu. Ama adam paramı vermemek için takla atıp duruyordu. Üç gün, beş gün, on gün derken bir buçuk ay geçti. En az on defa gittim geldim adamın yanına. Ve o sıralar hiç param olmadığı için yürüyerek gidip geliyordum. Ya yerinde olmuyor, ya tatile gitmiş oluyor, ya da paranın bir kısmını verip beni postalıyordu. Sonunda, efendiliğimi bozmadan, bu işin bu şekilde olmayacağını, paramı almam gerektiğini bu işin böyle uzamasının doğru olmadığını söyledim. Aynen böyle, bu şekilde. İşte o an olan oldu, adam köpürdü birden. Nasıl ben böyle bir şey söyleyebilirmişim, zaten bu işi çok daha ucuza yaptırabilirmiş, bana yardım olsun diye bu işi bana vermiş, yeğeni falanca çocuğa baksaymışım ya o terbiyeli çocukmuş hiç böyle şeyler söylemezmiş, ben nasıl terbiye görmüşmüşüm böyle, ne kadar ayıpmış, falan filan. Yüzlerce adamla çalıştım, yol yordam biliyorum ama karşımdakinin bir tanrı olduğun