Ana içeriğe atla

Püritenlik düşünceye düşman

Kavram düşkünü insanların, püriten bir anlayışla nasıl kendilerini ve düşünce yöntemlerini temize çıkardıklarına şahit olmak çok tuhaf bir durum. İnsan bu pirupak durum karşısında ne diyeceğini pek bilemiyor doğrusu. Gerçek karmaşık bir şeydir ve püritenlik düşünceyi tek başına ele geçirmeye kavramaya yetmez. "Bir kavramın oluşum süreçlerinin, tarihî ve kültürel alt yapısının bulunmadığı bir yerde o kavramı kullanmanın doğuracağı tek şey kavram karmaşasıdır" tarzında büyük ama boş laflar etme talihsizliği de bu püritenliğin kurbanı olmaktan öte bir şey değildir. Püritenlik hatasız, kusursuz olma iddiası taşır ve her seferinde çuvallar. Çuvallar çünkü insan fıtratına aykırıdır. Zira, Orhan Gencebay'ın tabiriyle hatasız kul olmaz.


Söz söylemenin, söylediğin sözle etkili olmanın yolu yanlışlanamayacak şeyler söylemekten değil, cesaretten geçer. Görgü kuralları insanlara karşı nazik davranmayı öğütler, insanlara nazik davranan bir insanın yanlışlanabilir bir tarafı yoktur. Herkes kabul eder ki insanlara nazik davranan biri nezaket sahibi biridir. Ya da otobüste insanlara yer veren birinin kötü biri olduğunu düşünmez kimse kolay kolay. Ama bazen siktir git! dersin birine, çok ayıptır, yapılmamalıdır, yanlıştır. Yaparsın, yapmazsan olmaz çünkü, yapmazsan nazik olursun, iyi bir insan olursun, temiz olursun, elin kana bulanmaz, ot olursun. Metroda sırf sen başörtülüsün diye sana akıl öğretebileceğini sanan cumhuriyetçi, yavşak, çokbilmş teyzenin "çocuğu kucağınıza alın isterseniz" cümlesine karşı "sana mı sorcam" demezsen olmaz. "Kocaman insanlar ayakta, küçücük çocuk oturuyo" dediğinde "çocuklar da insan" demezsen olmaz. Tatmin olmayıp yediği lafı da kaldıramayıp son bir hamleyle "çocuklara saygıyı öğretmek lazım ama" cümlesine karşılık "sana saygı duymuyorum" demezsen olmaz. Kendi yaptığı saygısızlık öyle derindir ki onu anlamaya teyzemizin kavrayışı yetmez. Başörtülü, cahil birine akıl öğretebilme hakkı, kendini ondan üstün görme hakkı başını döndürmüştür, pervasızlaştırmıştır teyzeyi. Bunu yapamayacağını, o başörtülü zavallıya hiçbir şey öğretemeyeceğini görmesi için duvara çarpması şarttır. Duvara çarpar ve düşer ama asla çaktırmaz düştüğünü, kollarını kavşturup çenesini yukarı kaldırmak suretiyle dimdik oturur, modernizmin, nezaketin yılmaz neferidir. Çarpışmış ve yenilmiştir, olsun bir daha ki sefere daha iyi yenilecektir.

Püritenlik tam olarak bu yukarda anlattığım şey işte. Hacı yatmazlık yani. Herşey temiz, herşey güzel, herşey doğru. Gündelik hayatta yukarıdaki şekilde karşımıza çıkan bu tavır, başka alanlarda da başka başka şekillerde karşımıza çıkmaya devam ediyor. Kendinden başka kimseye bir faydası olmayan bu tavır yalnıcza bir kılıftır. Minareyi çalanların ya da çalmayı düşünenlerin hazırladğı bir kılıf. Kavga olur sen seyredersin, yaralananlar hastaneye, yaralayanlar nezarethaneye gider sen kalkar evine gidersin. Sonra da Allah'a şükredersin ordan yırttığın, sağ salim evine geldiğin için. Böyle acayip bir şeydir yani temiz olmak, kimse yanlışlayamaz seni.

Dünyabizim'de İslami Sol olur mu olmaz mı tartışması yapan arkadaşın söyledikleri de böyle. Üzerine alınmasın lütfen, şahsına yönelik bir şey söylemeyeceğim, nezaket sınırlarında kalacağım yani, onun üzerinden bu puritenlik denen illetin nasıl çirkin bir şey olduğunu göstereceğim sadece. Yanlışlanabilir şeyler söyleyeceğim yani korkmaya gerek yok. "İslam'ı modernizmin çarkına sokmak isteyenlerin ısrarla üretmeye çalıştıkları kalıplardan biridir İslamî Sol"diyebilmek için bu konuda söylenenleri okuyup araştırmak, izlemek bir tarafa konu üzerine hiç düşünmemiş olmak gerekir. Zira İslami sol kullanıldığı pek çok yerde ve zamanda tam tersine yerli değerlere atıfta bulunan bir kavramdır. İslami değerlerin, devrimci, harekete yönelik ve toplumcu yönününün vurgulanmasından öte bir anlam da taşımaz. Konumuz İslami sol'un savunuculuğu değil. Bu kavramı kullanmaya tepki gösteren muhterem kardeşimiz ve benzerlerinin içinde bulundukları püritenlik. Kendilerini evrensel küme sanan bu insanlar, insanlık için doğru olanın kendilerinin düşünceleri olduğuna çoktan karar vermiş durumdalar. Kendi içinde bulundukları durumu ve neye hizmet ettiklerini hiç hesaba katmayan, derin bir anlayışsızlıkla yapıyorlar bunu üstelik. İslami sol kavramını batılı kavramlara boyun eğmiş olmakla suçlayan bu arkadaşı birkaç sene içinde bir Amerika uçağında bize el sallarken görebilirsiniz. Atatürk tarafından metroya akıl hocası olarak atanmış teyze, birkaç yıl sonra hasta ve yaşlı annesi yüzünden yazlığına gidemezse bunalıma girer, büyüklere saygısının sınırı ancak oraya kadardır çünkü.

Saygı, sevgi, şu olur, bu olmaz gibi kalıplarla düşünce geliştiremezsiniz, düşünce yanlışlanabilir bir şeydir ve mutlak değildir. Mutlak olan yalnızca vahiydir. Onu zaten tartışmıyoruz.

Yorumlar

  1. İşte tam da budur: Zira "islami sağ" denen bir şey var. Nedir:

    http://www.memurlar.net/haber/158655/

    Yani ben diyelim ki, eski bir esnafım ve yeni yeni müteahhitliğe başlayan biriyim. Benim çevremi bir düşünmek gerek. Kimlerden oluşacaktır, hangi akşamlar nerde sohbet toplantılarımız olacak, biraz böyle şeyler..

    Yani demek istediğim, islami sağ, kendisini işçi ve memuru, birleştirip değerlendirecek bir konumda, karşı bir saf olarak gördüğü için var. Dolayısıyla islami sol denen bir şey de oluşur. En düz mantıkla..

    Bi de ben şöyle düşündüm, bütün dünya sosyalisttir. Bunun farkında olmamak garip, istediğin kadar karşı çık, ister islami referanslarla, ister sağcılıkla, ister ister.. Kardeşim bugün malum cemaatçilik, en büyük sosyalist grup değil mi.. Milletin bursları sanki nereye gidiyordu. Bugün aşiretçilik sosyalizm değil midir.. Bugün herkes arkamda dayım var hesabıyla yolda yürümüyor mu, demek ki herkes sosyalist anacım..

    Ama neden sosyalizm deyince herkes höö diye çıkar, çünkü çatışma bitecek. Dolayısıyla seni başkasından üstün kılan, veya kendi menfaatinin korunduğu dürtüsünden uzaklaştıran bir şey oluşacak.

    Onun için zaten sosyal demokratlık dediğimiz bir şey var. Ilımlı marksizm. Farklı sosyalist grupların, çıkarlarının çatışıp toplumsal dengenin oluştuğu bir düzen. Bence kabaca hakim olan düzen budur. Ve herkes de açıkçası bir mücadeleyle hayata tutunmayı öğrendiği için, bu çatışma bence bitmez. Sorun kiminle mücadele edildiği. Pazarcılar seni döver ve sen bundan dolayı dövüşmek zorundasındır. Ezilmemek için yani. Ne biliyim dünya parsellenmiş yerler topluluğu gibi, peygamber SAS'den sonra, Hz. Ali RA ile Hz. Aişe bile kapıştıysa, bilmiyorum..

    YanıtlaSil
  2. ya hakan yorum yazacağına seni çim sahalarda görsek daha iyi değil mi. A2 yaşını da geçtin artık. yazı yaz bloga gönder. bırak başkaları yorum yazsın sana.

    YanıtlaSil
  3. Usta sağolasın da, bi cambaz 2 ipte oynamaz. Biliyorsun çok yere çakıldık ve bazen atari oyunu gibi oluyor, kendimi kaptırmasam diyorum.

    YanıtlaSil
  4. Usta samimi olayım bak, anlamıyorum neden herkes bana karı ayarlamaya çalışıyor. Zaten bütün dini siteler islami evlilik sitesi gibi. Arkadaşlara saygım sonsuz, şüphesiz islami edebiyat, fıkıh kelam ve islami evlilik çok mühim. Hayrın 10'da 9'u ticarette, anladık da.. Ben ise çoktan taşakları aldırmış durumdayım. Kalkmıyor yani artık onun için de şiir yazılmıyor zaten, Ece Ayhan'ın deyişiyle. Dötü kollamaya çalışıyorum. Kıllı döt de ne mutasavvıfların ne de sapıkların işine gelmez. Ay'ı görmez kimse yani.

    Abi sen ne zaman kendini çoluk çocuğa verdin, benim kafam rahatladı, hayatımda ilerleme kaydettim. Nasıl bir çekim oluşturuyorsun bende anlamıyorum. Ne desem bilemiyorum.

    YanıtlaSil
  5. Yani abi herkes benden ne istiyor sen de dahil.. nedir bu başıma gelenler.. bazen keşke almanyada okusaydım ve hep orada kalsaydım diyorum.. çünkü artık anlayamıyorum.. gerçekten anlamıyorum.. herkes sanki büyük bi boşlukta ve o boşluğu ben mi dolduracağım.. yorgun değilim bazen çok yorgun hissediyorum ama kendimi anlamlı da hissetmiyorum.. anlamsız bişeye dönüştüm..

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Milli Savaş Hikayeleri

Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Milli Savaş Hikayeleri'nde 1914-1924 yılları arasında yaşanan Milli Mücadele günlerinde gerçekleşen bazı trajedik olayları okuyuculara aktarıyor. Milli Mücadele Dönemi Türk halkı için bir kahramanlık ve ıstırap dönemi olmuştur.  Yazar da bunu eserinde ustaca ele almış olduğu olay ve hikayelerle sade ve açık bir şekilde okuyuculara iletiyor. Yazar genelde  Ege bölgesinde meydana gelen olayları ele alıyor.  Özellikle,  Türk tarihi için büyük bir felaket olan güzel İzmir’in işgali ve düşman kuvvetlerinin buradaki halka yapmış oldukları zulüm ve hakaretler büyük bir yer alıyor yazarın “Milli Savaş Hikayeleri” adlı eserinde. Bu işgaller karşısında çaresiz kalan halıkın aciz durumu da tüm açıklığıyla ortaya konuluyor. Kitapta bulunan    bazı hikayelerde de Yunan kuvvetlerinin Batı Anadolu’yu işgali sırasında yerli halka  yapmış oldukları insanlık dışı işkenceler tanıklarıyla belirtiliyor.

Akbaba köyü 35 numara

Star tv'de yaklaşık bir ay önce başlayan, projesi Durul Bazan'a ait Gecekondu isimli program seyirciye yeni bir konsept sunuyor. Önceden yazılıp hazırlanmış bir metni olduğundan şüphe duyduğumuz Gecekondu programı güncel olaylara ve konulara eleştirel, saldırgan hatta kimi zaman anarşist bile diyebileceğimiz bir yaklaşım içinde. Zeynep Beşerler gibi süzme elitist, dünyada ne olup bittiğinden habersiz konukların dumura uğratıldığı bu absürd komediyi izlemenizi öneriyoruz. Çevrecilikten, Medyaya "steril" bir takım proje ve yaklaşımların üzerine limon sıkan bu yeni popülist dizi risk alarak ve cesaretle absürdün, politiğin, gündelik hayatın, komedinin ve ironinin sınırlarında dolaşıyor. Cuma gecesi 00.30'da yayınlanan diziyi aynı saatlerde talk show yapan disko krallarının, gece kuşlarının, aştürk baraş'ların izleyip feyz alması hatta belki utanması umulur...

Müslüman Tanrılar

Birkaç sene önce aile dostumuz olan bir adamın şirketine bir iş yapmıştım. Paramı üç gün içinde almam gerekiyordu. Ama adam paramı vermemek için takla atıp duruyordu. Üç gün, beş gün, on gün derken bir buçuk ay geçti. En az on defa gittim geldim adamın yanına. Ve o sıralar hiç param olmadığı için yürüyerek gidip geliyordum. Ya yerinde olmuyor, ya tatile gitmiş oluyor, ya da paranın bir kısmını verip beni postalıyordu. Sonunda, efendiliğimi bozmadan, bu işin bu şekilde olmayacağını, paramı almam gerektiğini bu işin böyle uzamasının doğru olmadığını söyledim. Aynen böyle, bu şekilde. İşte o an olan oldu, adam köpürdü birden. Nasıl ben böyle bir şey söyleyebilirmişim, zaten bu işi çok daha ucuza yaptırabilirmiş, bana yardım olsun diye bu işi bana vermiş, yeğeni falanca çocuğa baksaymışım ya o terbiyeli çocukmuş hiç böyle şeyler söylemezmiş, ben nasıl terbiye görmüşmüşüm böyle, ne kadar ayıpmış, falan filan. Yüzlerce adamla çalıştım, yol yordam biliyorum ama karşımdakinin bir tanrı olduğun