Ana içeriğe atla

Etno caz, dünya müziği, baban da hıyardı sen de hıyar olacaksın

Trişkadan nağmeler
Yıldıztabya Kahveler

Adnan Özer'e ait mısralar. Bir İstanbul gerçeğini, İstanbul'da mukim hıyar ve hıyartoların seksen sene yaşasalar farketmeyecekleri, benim de şans bu ya İstanbul'a çocuk ayaklarımla indiğim 1983 senesinde pat diye görüverdiğim bir memleket hadisesini içinden özetlemiş. Aksaray'dan yahut Vezneciler'den GOP minibüsüne bineceksin, Taşlı ve Rami'yi geçeceksin, Pazariçi'ne gelmeden sola dönecek minibüs; orda anlarsın bu mısraların keyfiyetini iyice. Arabesk veya fantezi az kalır. Entel yuvacığında yaylanıp Garbage söyleyen Müslüm'ü dinlemek başka bir şey; zıplaya zıplaya Yıldıztabya Kahveler yokuşunu inen bir minibüste (yahut dolana dolana Silahtar'dan Okmeydanı'na saracak bir minibüste, ne fark eder) için dışına çıkarken Dil Yarası söyleyen Orhan'ı dinlemek apayrı keyfiyettir. Biri parantezin içinde, beriki göklere yayılır. Gök dediysek Alibeyköy'de, Küçükköy'de, Eyüp'te gök Kadıköy açıklarına yahut Üsküdar semalarına benzemez. Bir kahır bir şiddet bunalım inkar ve ikrar bir salınım bir didişme ve bir isyan birlikte yükselir bu göke. Böyle bir yeri alıp etno yapmak kimsenin harcı değil. Erkan Oğur neden Yıldıztabya Kahveler'den nağme çıkaramaz? Neden Peter Gabriel Van'dan Ağrı'dan aşırma yapabilir, neden koklamaya kalksa Çeliktepe İnönü Caddesinin akşam kasveti onu boğup öldürebilir? Etno caz, dünya müziği kimin eşeğini boyayıp kime satmak demektir ve neden Türkiye'deki en büyük etnisite yani kıyısından kenarından İstanbul dediğimiz, Cennet Mahallesi Küçükçekmece, Sarıgazi Ümraniye neden caz parantezine alınmaya dirençlidir? Bunu ne hıyarlar sorar ne hıyartolar (yani baba oğul hıyar ailesi) cevaplayacaktır. Ne Peter Gabriel size bunun dünya müziğinde neden bir yeri olmadığını anlatabilir ne de aslında burda cevap bulan soru sorandan başka biri olabilir. Türkiye'de neden folklor çok sağlamdır, mesela çok zordur Ankara Seymen'ini oynamak da her halkoyunları acemisine önce Adıyaman öğretilir? Çok basit cevapları var bu soruların. Sormayanın bilemeyeceği.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Milli Savaş Hikayeleri

Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Milli Savaş Hikayeleri'nde 1914-1924 yılları arasında yaşanan Milli Mücadele günlerinde gerçekleşen bazı trajedik olayları okuyuculara aktarıyor. Milli Mücadele Dönemi Türk halkı için bir kahramanlık ve ıstırap dönemi olmuştur.  Yazar da bunu eserinde ustaca ele almış olduğu olay ve hikayelerle sade ve açık bir şekilde okuyuculara iletiyor. Yazar genelde  Ege bölgesinde meydana gelen olayları ele alıyor.  Özellikle,  Türk tarihi için büyük bir felaket olan güzel İzmir’in işgali ve düşman kuvvetlerinin buradaki halka yapmış oldukları zulüm ve hakaretler büyük bir yer alıyor yazarın “Milli Savaş Hikayeleri” adlı eserinde. Bu işgaller karşısında çaresiz kalan halıkın aciz durumu da tüm açıklığıyla ortaya konuluyor. Kitapta bulunan    bazı hikayelerde de Yunan kuvvetlerinin Batı Anadolu’yu işgali sırasında yerli halka  yapmış oldukları insanlık dışı işkenceler tanıklarıyla belirtiliyor.

Akbaba köyü 35 numara

Star tv'de yaklaşık bir ay önce başlayan, projesi Durul Bazan'a ait Gecekondu isimli program seyirciye yeni bir konsept sunuyor. Önceden yazılıp hazırlanmış bir metni olduğundan şüphe duyduğumuz Gecekondu programı güncel olaylara ve konulara eleştirel, saldırgan hatta kimi zaman anarşist bile diyebileceğimiz bir yaklaşım içinde. Zeynep Beşerler gibi süzme elitist, dünyada ne olup bittiğinden habersiz konukların dumura uğratıldığı bu absürd komediyi izlemenizi öneriyoruz. Çevrecilikten, Medyaya "steril" bir takım proje ve yaklaşımların üzerine limon sıkan bu yeni popülist dizi risk alarak ve cesaretle absürdün, politiğin, gündelik hayatın, komedinin ve ironinin sınırlarında dolaşıyor. Cuma gecesi 00.30'da yayınlanan diziyi aynı saatlerde talk show yapan disko krallarının, gece kuşlarının, aştürk baraş'ların izleyip feyz alması hatta belki utanması umulur...

Müslüman Tanrılar

Birkaç sene önce aile dostumuz olan bir adamın şirketine bir iş yapmıştım. Paramı üç gün içinde almam gerekiyordu. Ama adam paramı vermemek için takla atıp duruyordu. Üç gün, beş gün, on gün derken bir buçuk ay geçti. En az on defa gittim geldim adamın yanına. Ve o sıralar hiç param olmadığı için yürüyerek gidip geliyordum. Ya yerinde olmuyor, ya tatile gitmiş oluyor, ya da paranın bir kısmını verip beni postalıyordu. Sonunda, efendiliğimi bozmadan, bu işin bu şekilde olmayacağını, paramı almam gerektiğini bu işin böyle uzamasının doğru olmadığını söyledim. Aynen böyle, bu şekilde. İşte o an olan oldu, adam köpürdü birden. Nasıl ben böyle bir şey söyleyebilirmişim, zaten bu işi çok daha ucuza yaptırabilirmiş, bana yardım olsun diye bu işi bana vermiş, yeğeni falanca çocuğa baksaymışım ya o terbiyeli çocukmuş hiç böyle şeyler söylemezmiş, ben nasıl terbiye görmüşmüşüm böyle, ne kadar ayıpmış, falan filan. Yüzlerce adamla çalıştım, yol yordam biliyorum ama karşımdakinin bir tanrı olduğun